Başbakan Bülent Ecevit, "ABD ile bizim aramizda teröre karşi mücadele bakimindan dayanişma zaten vardi. Fakat bazi Avrupali müttefiklerimiz, bize uzun yillardir büyük acilar çektiren bölücü terör karşisinda bize anlayiş göstermediler, hala da bu devam ediyor." dedi.
Ecevit, ABD’de dün gerçekleştirilen terörist saldirilari degerlendirirken, "ABD’nin karşisinda bir devletin, böyle bir harekette bulunmuş olabilecegini aklim, hayalim kabul etmiyor. Akla, mantiga sigmiyor" dedi. Ecevit, bütün dünyayla birlikte Türkiye’nin de biraz sikinti çekecegini dile getirerek, "Halkin panige kapilmasi için şu aşamada bir neden yok, bölgemize siçrayacak bir sürtüşme ihtimali henüz yok. Böyle bir belirti yok. Kimse panige kapilmamali" diye konuştu.
Başbakan Bülent Ecevit, TRT-2’de yayinlanan ‘’Dosya’’ adli programa katilarak sorulari yanitladi. ABD’deki terörist eylemle ilgili olarak, bazi çevrelerin Ortadogu ve Afganistan’i hedef gösterdigini ifade edilmesi üzerine Ecevit, "ABD bir savaş ilan etti ama savaşin muhatabi, hedefi belli degil
" dedi. Ecevit, bir belirsizligin söz konusu oldugunu dile getirerek, şöyle konuştu: "Terör korkunç bir olaydir. Zannediyorum insanlik tarihinin en agir terörist eylemidir. Bu terör hareketi, görünürde ABD’yi hedef aliyor gibiydi ama aslinda barişa karşi, insanliga karşi, bütün dünyaya karşi savaş ilani gibiydi. Terör hareketinin ilginç sonuçlari var veya buradan çikarabilecegimiz sonuçlari var.
Görüldü ki, çagimizda artik saldiri son derece kolay, ama savunma son derece de zor. Ayrica bir savaş hareketini kazanabilmek için illa silahli olmak da gerekmiyor. Düşünün ki, dünkü terör eylemleri bir büyük savaş görüntüsündeydi, her tarafta patlamalar oluyordu, insanlar ölüyordu, ama bir tek silah kullanilmadi. Silah kullanilmadan bu hareketi yapanlar kendileri açisindan bir zafer kazanmiş gibi oldular. Silah devletler için gereklidir, ama bunun yeterli olmadigi, hiç silah kullanmadan da korkunç eylemler yapilabilecegi görülmüş oldu.
Bunlarin çaresi nedir? Her şeyden önce terörizmi reddeden milletlerin, kuruluşlarin yeni yöntemler, yeni stratejiler belirleme konusunda harekete geçmesi gerekiyor. Ayrica, teröre karşi olan ülkelerin terör konusunda kendi aralarinda dayanişmalari son derece önemli. ABD ile bizim aramizda teröre karşi mücadele bakimindan dayanişma zaten vardi. Fakat bazi Avrupali müttefiklerimiz, bize uzun yillardir büyük acilar çektiren bölücü terör karşisinda bize anlayiş göstermediler, hala da bu devam ediyor. Türkiye’de bazi yapilan terörist eylemlerin müttefikimiz olan bazi ülkelerde planlandigini biz biliyoruz. Elbette o ülkelerin istihbaratlari da biliyordur. Fakat öyle umuyoruz ki, ABD’deki olaylardan sonra artik bize karşi olumlu davranmayan Avrupa ülkeleri de umarim ki daha anlayişli olurlar."
Başbakan Ecevit, terörizmle mücadelede ortak tavrin son derece önemli olduguna dikkati çekerek, mutlaka uluslararasi alanda etkili, etkin bir ortak arayiş kurulmasinin şart oldugunu, başka türlü "silahsiz zaferler kazananlarla başa çikmanin zor olacagini" dile getirdi.
ABD’deki eylemlerin "radikal islami guruplar" tarafindan yapilmiş olabilecegi yorumlarinin animsatilarak, "Dinsel bir bloklaşma olabilir mi?" sorusu üzerine Ecevit, "Bunu kesinlikle temenni etmem" dedi. Dünyada din kavgalari çikacak olursa kalici sonuçlar doguracagini dile getiren Başbakan Ecevit, terörü, Müslümanlik, Hiristiyanlik, Musevilik diye ayirmanin yanliş oldugunu ifade ederek, "Terörün her türlüsü ayni şekilde kötüdür, insanliga aykiridir" dedi.
Eylemlerin, radikal hareketleri destekleyenler tarafindan başari olarak görüldügü şeklinde yorumlar yapildiginin belirtilmesi üzerine Ecevit, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir kere terör eylemleri yapanlari desteklemek son derece olumsuz bir davraniş. Bu insanlik suçu olan terörizmin günahlarini paylaşmak anlamina geliyor. Bu son terör olayinin bir teşhisi gerekli
Nereden kaynaklandigini bilmek gerekir.
Ondan önce ABD’nin kesin bir karar alabilecegini sanmiyorum. Bu günler çok duygusal dönemler. Gafil avlandi, ABD istihbarati
ABD halkinin hiç beklemedigi türden bir olayla karşilaşti. ABD katildigi savaşlari bile başka topraklarda yapti. Kendi topraklari üzerinde böyle bir olayla karşilaştigi için yönetim de duygusal bir tavir içinde, bunu anlayişla karşilamak gerekir. Aradan birkaç gün, bir kaç hafta daha geçtikten sonra durum aydinliga kavuşmuş olacaktir."
Ecevit, bir soru üzerine Milli Istihbarat Teşkilati’nin (MIT) ABD ve diger ülke istihbaratlarinin üst düzey görevlileriyle iyi ilişkiler ve diyalog içinde bulundugunu belirterek, "MIT’e büyük güven var dişarida. ABD ile de istihbarat bakimindan etkili dayanişma var. Bir sikintimiz yok" dedi.
Türkiye terörle mücadele ederken Avrupali bazi devletlerin silah ambargosu dahi uyguladiginin ifade edilmesi üzerine Başbakan Ecevit, bazi devletlerin hükümetlerinin bile maalesef Türkiye’deki terör eylemlerine destek verdigini söyledi. Türkiye’nin mücadelesini engellemek için bazi girişimlerde bulunuldugunu dile getiren Ecevit, "Bu bizi tabii engellemiyor. Silah bulma kaynaklarimizi degiştirebiliyoruz, kendimiz üretiyoruz. Ama dedigim gibi bir yandan da silah kullanmadan da savaş kazanilabiliyor’’ diye konuştu.
Bir örgütün cezalandirilmasi gibi bir sonucun ortaya çikip çikmayacagi şeklindeki soruyu yanitlarken de Ecevit, "Olabilir tabii
ABD’nin karşisinda bir devletin böyle bir harekette bulunmuş olabilecegini aklim, hayalim kabul etmiyor. Akla, mantiga sigmiyor. O bakimdan bir örgüt olabilir, hangi örgüt, nasil bir örgüt onu bilemem.Bu konuda benim de tahminlerim olabilir ama o konuda bir şey söyleyebilecek konumda degilim" dedi.
Yapilan eylemin Türkiye’de uygulanan ekonomik programi etkileyip etkilemeyecegi sorusuna da Ecevit, şu karşiligi verdi: "Bütün dünyayla birlikte biz de biraz sikinti çekecegiz. şok devam ederken açiklanan rakamlar, yapilan gözlemler, olumsuz bir olayin, ekonomimiz üzerinde olumsuz bir etkinin olmadigini gösterdi. Inşallah bu durum devam eder. ABD’de terörden kaynaklanan ekonomik sikintilarin da uzun süreli olacagini zannetmiyorum. ABD’nin ekonomisi çok güçlüdür. Eylem, herhangi bir sanayi kuruluşuna yöneltilmiş degildir. Kisa sürede ABD ekonomisinin canlanacagini da düşünüyorum. Belki bu olay bir hareketlenmeyi de beraberinde getirir.
IMF’nin Türkiye’deki temsilcisinin bir demeci vardi. IMF’nin vaat ettigi kredilerde bir aksama olmayacagini söyledi.
Bu sirada ufukta ek bir yardim yok. Belirli bir miktarda kaynaktan yararlandik. Tabii bu gereksinmelerin çok gerisinde ama dünya ölçütlerinde hiç de fena sayilmayacak bir rakam. Türkiye’nin büyük kaynaklari var. Ama bunlar şimdiye kadar yeterince degerlendirilmemiş. Bu konuda bazi çalişmalar yapiyoruz. Kalici önlemler almak istiyoruz. Diş kaynakli olan yardim, finans sektöründe, bankacilik konusunda bir takim düzenlemeler getiriyor. Fakat bunlar ülkenin kalkinmasi, ekonomideki daralmadan kurtulmak için gerekli, ama yetersiz.
Başbakan Bülent Ecevit, halkin panige kapilmasi için şu aşamada bir neden olmadigini dile getirerek, ‘’Bölgemize siçrayacak bir sürtüşme ihtimali henüz yok. Böyle bir belirti yok. Kimse panige kapilmamali. Biz vatandaşlarimizi, konuklarimizi turistlerimizi rahatsiz etmeyecek ölçüde tedbirler aliyoruz. Medyanin halkin panige kapilacagi yayinlardan kaçinmasi gerekiyor. Tiraj yapabilmek için bu gibi olaylari kullanmak dogru olmaz. Bunu medyamizin bu şekilde algiladigini, buna göre davranacagini biliyorum’’ dedi.
NATO’nun Brüksel’de ABD’deki terörist saldirilarla ilgili yaptigi toplantiyi da degerlendiren Ecevit, terör konusunda Türkiye’nin hakliliginin, magdurlugunun açik bir şekilde görüldügünü söyledi. Ecevit, toplantidan, Türkiye ve dünya açisindan çok önemli sonuçlar çikacagina olan inancini dile getirdi.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
După cum bine se ştie identitatea etnică este o expresie a aparenţei culturale, lingviste şi religioase a fiecărei comunităţi în parte şi ea trebuie respectată, promovată şi valorificată în contextul unui întreg.
Pornind de la această idee, Filiala U.D.T.R.- Galaţi, Uniunea Democrată Turcă din România, Consiliul Judeţean Galaţi, au organizat în anul 1999, în cadrul Euroregiunii Dunărea de Jos, prima manifestare regională şi transfrontalieră din România. Manifestare a reunit aproximativ 1200 de persoane aparţinând minorităţilor etnice din cele trei regiuni şi trei ţări membre ale euroregiunii amintite mai sus. Manifestarea multiculturală etnică desfăşurată pe secţiuni a avut un ecou larg, iar Consiliul Europei şi Uniunea Europeană şi-au exprimat dorinţa de a fi reluate astfel de manifestări în toate euroregiunile din România, cu accent pe manifestări regionale şi transfrontaliere.
La Sighişoara, Centrul Educaţional Interetnic pentru Tineret, Forumul Democrat German din Romănia,toate organizaţiile etnice din România promovate prin Pactul de Stabilitate pentru sud-estul Europei, au organizat în perioada 25-28 august 2001, prima manifestare PROETNICA 2001. Această manifestare a reunit ansamblurile folclorice ale minorităţilor, cu precădere cele de tineret,sesiuni de comunicări ştiinţifice, dezbateri,expoziţii de carte şi artă plastică din ţară şi de peste hotare.
La iniţiativa doamnei Abdula Gulten, în cadrul manifestărilor a avut loc o secţiune spirituală, al cărei director şi moderator a fost. Iată, din nou Uniunea Democrată Turcă este deschizător de drumuri pentru dialog şi convergenţă spirituală. Secţiunea a fost organizitată şi finanţată în exclusivitate de Uniune. Ea a cuprins două părţi. Prima, expoziţia comună a UDTR-comisia de cultură şi elevii de la Liceul de Artă – Constanţa (conduşi de prof. Peter Helderfai, copii aparţinând diferitelor etnii şi religii),a prefaţat lucrările comisiei. Expoziţia a fost deschisă din prima zi şi vernisată de ambasadorul Republicii Federale Germane, reprezentanţi ai Ministerului Culturii, ai CMN-ului, ai Ministerului Informaţiilor Publice, ai Institului pentru Relaţii Externe Stuttgart şi Preşedintele Consiliului Europei pentru Proiectul european Link diversity, domnul Ibrahim Spasik.
Festivalul „Proetnica 2001" şi-a atins scopurile propuse. El reprezintă o reuşită şi pentru acest lucru trebuie să felicităm organizatorii şi, de asemenea, să le mulţumim. Sper ca această manifestare să devină o tradiţie a frumosului oraş Sighişoara deoarece, în mod sigur, un asemenea festival este un exemplu impresionant al unei societăţi sănătoase în care se doreşte aplicarea ideeii de înţelegere reciprocă şi toleranţă şi în care multiculturalitatea nu poate decât să-i aducă beneficii.
Fără pace între religii, pacea lumii este doar o himeră",iar mottourile au fost versurile şi cugetările celor doi mari filozofi turci, ai secolului al-XIII-lea Zunus Emre şi Mevlana. Temele din cadrul secţiunii precum şi dezbaterile au fost destul de interesante şi au antrenat atât biserica cît şi organismele civile reprezentate de minorităţi, precum şi de cele trei categorii de vârstă, mare, medie şi tânără. Atât expoziţia cât şi temele dezbătute s-au bucurat de cel mai mare succes. Am primit deja invitaţii la Sarajevo cât şi la Madrid,pentru anul 2002. Domnul Ibrahim Spasich ne-a onorat cu invitaţiile date,cu felicitările transmise prin fax, pentru ideea unor astfel de manifestări, iar Uniunea Democrata Turcă a oferit prin domnia sa Consiliului Europei un tablou aparţinând elevei Osman Alev de la şcoala de artă amintită mai sus.
Ca urmare a vizitei făcute în luna iunie 2001 de domnul preşedinte al Turciei, domnul Ahmet Sezer, la începutul lunii septembrie, etnicii turci s-au bucurat de un dar oferit de statul turc. Darul constă în două tractoare, unul pentru U.D.T.R. şi altul pentru U.D.T.T.M.R. Aceste tractoare au fost oferite etnicilor noştri în vederea uşurării muncilor agricole şi reducerii cheltuielilor aferente muncilor agricole. Ele au fost înmânate de domnul consul general al Turciei, domnul Cengiz Sanay într-un cadru festiv, la care au participat, conducerile celor două organizaţii, precum şi reprezentanţii mass-media.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
GÜVEN ÖZALP/ Brüksel
Almanya eski başbakanı Helmut Schmidt, Türkiye karşıtlığını bir kez daha gösterdi. Schmidt, Türkiye’nin AB’de yeri olmadığıni savundu.
Belçika’da yayınlanan Le Vif Express dergisine konuşan Schmidt, "Türkiye, Amerikan kökenli bir düşünce akımı çerçevesinde Avrupa’ya entegre edilmeye çalışılıyor. Türkiye’nin Avrupa’ya düşünsel ve kültürel katkısı çok az düzeyde. Neredeyse hiç önemi yok" dedi. Schmidt Türkiye’nin artan nüfusundan duyduğu endişeyi de "2099’da Fransızlar’dan ve birleşmiş Almanlar’dan daha fazla Türk olacak" sözleriyle dile getirdi
Gürcistan ve Acaristan’la dev işbirliği. Büyük Ipek Yolu Ulaşım Koridoru’nun temeli Batum’da ortaklaşa törenle atıldı
9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze ve Acaristan Özerk Bölgesi Başkanı Aslan Abashidze’nin davetlisi olarak gittiği Gürcistan’da, "Büyük Ipek Yolu Uluslararası Ulaşım Koridoru-Batum Kobuleti Yol ve Tünel Projesi" temel atma törenine katıldı. Batum’daki törende konuşan Demirel, dost ve komşu ülke Gürcistan ile Acaristan’ın bu güzel köşesinde, yıllarca hasret olunan bir inşaatın başlatıldığını söyledi.
Kafkaslar’daki barışın ayni zamanda insanların refahı ve kalkınması anlamına geldiğini de vurgulayan Demirel, "Biz Karadeniz’in etrafındaki devletler, Karadeniz Işbirliği’ni kurmuştuk. Bu projeyle Karadeniz’i bir barış ve dostluk denizi haline getiriyoruz. Kiminle? Orta Asya’yla ve Kafkasya’yla Avrupa’nın kucaklaşmasına katkıda bulunacak Ipek Yolu’nu hayata geçirmeye çaliışıyoruz" diye konuştu. Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze de, yaptiığı konuşmada "Kardeşim" diye hitap ettiği Demirel’e, törene katılımından dolayı teşekkür ederek, projenin, iki ülke arasındaki en önemli projelerden biri olduğunu belirtti. Şevardnadze, "Bu proje bittikten sonra Gürcistan, Acaristan, Türkiye ve Avrupa’ya hizmet verecektir" dedi.
Kamikaze saldırısının yerle bir ettiği kulelerde enkaz kaldırma çalışmaları yeni başladığı için, kurbanlar arasında Türk olup olmadiığı henüz bilinmiyor. Tek teselli: Terör saldırısı erken saatlerde yapıldığı için çok sayıda Türk henüz binada iş başı yapmamıştı. Türk Dışişleri’ne yakınlarını arayan 306 kişi başvurdu. New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nde yıllarca çalışan Türk-Amerikan Mimar Mühendis Derneği yöneticisi Oğuz Alpöge, çöken ikiz kulelerde en az 500 Türk’ün çalıştığını söyledi. Alpöge, "Saldırı sırasında 50-60 Türk’ün de ziyaretçi olarak kulelerde bulunması muhtemel" dedi. Terör saldırısı erken saatlerde olduğu için kulelerde çalışan Türkler’in ne kadarının o sırada olay yerinde olduğu bilinmiyor. Kurtarma çalışmalarının yeni başlaması ve çikarılan cesetlerin kimlik araştırması yapılmadan morga kaldırılması belirsizliği daha da artırıyor
Devlet Bakani Mehmet Keçeciler de Türk ve Gürcü halklarının giderek gelişen ilişkilerinin sonuçlarından biri olan bir projenin gerçekleştiğini söyledi. Acaristan Özerk Bölgesi Başkanı Aslan Abashidze de, bugünün kendileri için önemli bir gün olduğunu dile getirerek, bu yol ve tünel inşaatının ülkelerini Avrupa’ya bağlayan önemli bir dönüm noktası olacağını vurguladı. Törenlere katılan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da, bu olayın temel atma töreninden öte bir girişim olduğunu dile getirerek, buranın, Kafkasya’da çok önemli merkezleri Türkiye ve Avrupa ile doğrudan bağlayacağını kaydetti.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Keşmir eyaletinde ‘burka terörü’ esiyor. Estiren ise Taliban’i aratmayan kökten dinci terör örgütü Laskhar Cabbar
Gözlerini dahi kapatacak şekilde örtünmeyen kadınlar, şalvar ve bol gömlek giyip sakal bırakmayan erkekler, dükkanları kapatmayan kuaför sahipleri; aylardır bu örgütün estirdiği sokak terörüne hedef oluyor.
Yüzleri açık kadınlara güpegündüz kezzap atılıyor, şalvarsız gençler geceleri sıkıştırılıp işkenceyle öldürülüyor. Laskhar Cabbar’in zorbalığı karşısında, bölgedeki kuaför salonları, sinema ve içki dükkanları da birer birer kapandı. Militanlar, kapatma emrine uymayan kuaförleri kundakladı. Içki dükkanlarının vitrinlerine de taşlı saldırılar düzenledi.
Örgütün yaptıkları sadece Müslümanlarla da sınırlı değil. Aylar öncesinden yayınlanan bildirilerde, Hindu kadınlarına, Müslümanlar’dan ayırt edilebilmeleri için alınlarına ‘bindi’ adı verilen kırmızı nokta sürmek zorunluluğu getirildi. Aksi halde hepsinin, ‘kezzap saldırısına’ uğrayacağı belirtildi.
Örgüt gazetelere bir de uyarı niteliğinde ilan verdi. Burka giymek için son günün dolduğunu haber veren örgüt ilanda, otobüs sürücülerini kadın ve erkek yolcuları ayrı oturtmaları ve koltukların yarısını mutlaka kadınlara ayırmaları konusunda uyardı. Korkuya kapılan halk, mağaza ve terzilere hücum etti. Terziler burka siparişlerini yetiştirmeye çalışıyor. Polis ise güvenlik önlemlerini iki katına çikardı. Genç kızlar okula artık polis eşliğinde giriyor. Bölgede tam bir insan dramı yaşandığını belirten uluslararası gazeteciler, "Örgüt istediğini elde etti. Zorla kadınları kapatmayı başardi" diyorlar. Eskiden Iran hicabı (eşarp) takarken, bugün burka ile tüm vücuduna kapatanlardan biri 14 yaşındaki Gülsüm Ancak onun burka giymesinin nedeni başka Çünkü o, 2 hafta önce kezzap saldırısına uğrayan iki gençten biriydi. Sirinagar’daki okulundan evine dönerken karşısına çıkan 4 genç, Gülsüm’ün suratına kezzap attı. Küçük kızın acı dolu çığlıkları sokağı inletti. Ve kendi değimiyle "işte o an dünya bir daha asla eskisi gibi olmamak üzere karardı "
"Eğer bana saldıran o kişilerle bir daha karşılaşabilseydim bana yaptıkları gibi birer gözlerini oymak isterdim" diye konuşuyor Gülsüm. Yüzünün bir tarafi tamamen yanmış durumda. Bir gözü artık görmüyor. Genç kiz, "Evet, artık burka giyeceğim. Ama Müslümanlığın gereği ya da militanlardan korktuğun için değil. Mahvettikleri yüzümü herkesten saklamak için " diyor. Ismini vermek istemeyen bir tüccar, "Bir tane eşime, bir tane de kardeşime burka alacağım ve giymelerini için zorlayacağım. Aksi halde başlarına çok kötü şeyler gelebileceğini biliyorum" diye konuşuyor. 21 yaşındaki ögrenci Shumail Lone de "Bağımsızlık yanlıları ile eyalet askerleri arasındaki çatışmalar sırasında bombalı saldırılardan, ateş altında kalmaktan korkardık. Şimdi ise kezzap saldırısından korkuyoruz. Nasıl bir yaşam bu" diye haykırıyor. Bankacı Afroza Jabeen, "Hepimiz açık hedef haline geldik. Burka giymekten başka çaremiz yok. Ama bu nereye kadar sürecek? Nasıl böyle tehdit altında yaşarız?" diyerek Keşmirli kadınların çaresizliğini dile getiriyor.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Türk, Ermeni ve Azeri gazetecilerin Erivan buluşmasının ikinci gününde, Türkiye-Ermenistan ilişkileri ele alındı ve iki halkın birbirlerini daha iyi anlamalarında medyanın rolü tartiışıldı. Soros Vakfi ve Türk Demokrasi Vakfi’nın sponsorluğunda düzenlenen, Türkiye’yi Diplomasi Muhabirleri Derneği (DMD) üyelerinin temsil toplantının bugünkü bölümünde, Türkiye-Ermenistan ilişkileri masaya yatırıldı.
Türkiye-Ermenistan Uzlaşma Komisyonu üyesi David Hovhannissyan, yaptiği konuşmada, Ermenistan’ın bağımsızlığının ardından en büyük dış politika sorununun Türkiye ile ilişkiler olduğunu, ‘’kökeni tarihe dayalı bazı sorunların varlığını hala koruduğunu’’ söyledi.
Iki ülke ve halkları arasında güvensizlik bulunduğunu belirten Hovhannissyan, Ermenistan’ın bilinen soykırım iddialarını yinelerken, Türk halkının devletine sözde soykırımı tanıması yönünde telkinde bulunması gerektiğini, sorunların aşılabilmesi için sözde soykırımın tanınmasının gerekli olduğunu savundu.
Hovhannissyan, Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebi olmadığını,iki ülkenin komşu olduklarını, bu nedenle yanyana yaşamayı öğrenmeleri gerektiğini söyledi. Sözde soykırımın Ermenistan için tarihi değil, siyasi bir sorun olduğunu belirten Hovhannissyan, ‘’Eğer bu sorun olmasaydı, Türkiye gibi büyük bir ülke neden gelip bizimle konuşmak isterdi’’ diye konuştu.
David Hovhannissyan’in konuşmasının ardından söz alan Türk gazeteciler, bu toplantıların asil amacının iki ülke arasındaki bazı sorunları çözmek değil, medyanın bu sorunların giderilmesindeki rolünü tartışmak olduğuna dikkat çekerek, iki halkın yakınlaşması için sorunların değil, ortak yanların ön plana çikarılması gereğini vurguladılar.
Tarihi olayları sorgulamayı tarihçilere bırakmak gerektiğini belirten Türk gazeteciler, soykırım iddialarının iki halkın geleceği önünde engel teşkil ettiğini kaydettiler.
Gazeteciler, bu çerçevede son dönemde gelişen Türkiye-Yunanistan ilişkilerini de örnek gösterdiler.
Ermeni gazeteciler de, halklar arasında barışın mümkün olabileceğini belirterek, bu toplantıların misyonunun halkların birbirini daha iyi anlamalarına yardımcı olmak olduğunu dile getirdiler.
Azeri gazeteciler ise, Ermenistan’ın soykırım iddialarını reddederken, o dönemde Ermenilerin yanı sıra birçok Türkün de hayatını kaybettişini dile getirdiler.
Üç ülkeden gazetecilerin toplantılarını ilk günden beri izleyen Ermenistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Dzyunik Aghajanian, gazetecilerin bu girişimini memnuniyetle karşıladıklarını belirtti.
Toplantının DMD adına bir konuşma yapan Turkish Daily News muhabiri Saadet Oruç, ‘’Toplumsal Yaklaşımların Ortak Noktaları ve Farklılıkları, Siyası Elitlerin Amaçları ve Küresel Süreçlerin Gerekleri’’ başlıklı bir sunuş yaptı.
Erivan buluşmasından önce 20-22 Haziran’da Bakü’de, ardından da Ankara’da biraraya gelen gazeteciler, ‘’Azerbaycan-Ermenistan Ilişkileri’’, ‘’Küresel Bütünleşmenin Bir Parçası ve Gereği Olarak Bölgesel Bütünleşme’’, ‘’Türkiye-Ermenistan Ilişkileri’’ ve ‘’Bölgesel Sorunlar ve Avrupa Bütünleşmesi’’ başlıklı sunuşlar altında medyanın konumunu tartışıyor.
Türk, Ermeni ve Azeri gazeteciler, Bakü ve Ankara buluşmalarında, gazeteciliğin kamuoyu oluşturmada önemli bir avantaja sahip olduğu ve gazetecilerin bu avantajı kendi halklarının refah ve mutluluğunun yanısıra ülkeler arasındaki yakınlaşma için de kullanabilecekleri konusunda görüş birliğine varmalardı.
Toplantılarda ayrıca, katılımcıların üye oldukları meslek kuruluşları arasında bir işbirliği protokolüne imza atılması konusu ele alınmıştı. Erivan buluşmasında, protokolün oluşturulabilmesine yönelik çalışmalara devam edilecek.
Ermenistan’a giden DMD üyeleri Gülsen Solaker (A.A), Yavuz Tolun (EHA), Saadet Oruç (TDN), Deniz Zeyrek (Radikal), Osman Sert (Kanal 7) ve Duygu Güvenç (Akşam).
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Insan vücudu üç kısımdır:
Bağın üst kısımdaki yuvarlak kemiğe "kafa tası" denir. Kafa tasını içinde "beyin"var. Varlığımızı, varlığımızın bütün hareketlerini beyin idare eder. Beyin duyu, duygu ve düşüncelerimizin de merkezidir.
Varlıkları duyularımızla anlarız. Duyularımız beş türlüdür. Her birinin ayrı organı var.
Sayılan bu organlardan başka,başta şunlar da vardır:
saçlar, yanaklar, sakaklar, ağız, dudaklar, dişler, dil, küçük dil, çene
Bunların her birinin ayrı ayrı görevleri vardır.
- Baş,gövdenin neresidir?
- Beyin nerededir? Neye yarar?
- Her insanın kaç gözü vardır?
- Gözlerin birisine "sağ göz" denir. Öbürüne ne denir?
- Göz kapakları neye yarar?
- Göz kapaklarının önlerinde uzanan kıllara ne denir? Neye yarar?
- Sağ kaş hangi gözü üstündedir?
- Sol göz hangi kaş altındadır?
- Dilin kaç görevi vardır? Anlatınız.
- Her insanın kaç dudağı vardır? Dudaklar neye yarar?
- Erkeklerin yüzlerindeki kıllarin adı nedir?
- Üst dudaktaki kılların adı nedir?
- Traş olmak ne demektir?
Öğrenciler çalışıyorlar.
Cümlesinde’’çalışıyorlar’’fiildir.’’Öğrenciler’’de anedir.
Her fiilde:
Çalışıyorlar = çalış + ıyor + lar
iş + kip (zaman) + ııı.şahıs,çoğul.
Anladım = anla + dı + m
oluş + kip (zaman) + ı. şahıs tekil.
Yaparsınız = yap + ar +sınız
iş + kip (zaman) + ıı. şahıs + çoğul eki.
Öğrenmeliyiz = öğren + meli + yiz
iş + kip + ı. şahıs çoğul eki.
Türkçe fiilerde önce taban (kök, gövde), sonra kip (zaman),daha sonra ekleri gelir.
Hazırlayan A.N.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În perioada 15-21 august a avut loc la Sibiel, tabăra de limba maternă turcă. Organizarea taberelor de limbă maternă a intrat deja în tradiţia U.D.T.R. Aceste tabere au ca scop răsplătirea dar şi stimularea elevilor de naţionalitate turcă, elevi care au participat cu emoţie la cursurile de limba turcă din şcoli.
Organizarea taberei în acest an a fost un succes total datorită implicării conducerii U.D.T.R. în realizarea ei. Directorul taberei a fost d-nul conf.univ.dr. Nuredin Ibram, directorul Departamentului de Arte din cadrul Universităţii „Ovidius" Constanţa.
La această tabără au participat un număr de 90 de elevi şi profesori supraveghetori.
În cadrul taberei elevii au participat cu mult interes la cursurile de limbă, literatură şi cultură turcă, cursuri ţinute de profesori consacraţi, atent selecţionaţi de Comisia de Învăţământ a U.D.T.R. din rândul celor mai valoroase cadre didactice de limba turcă din Dobrogea cum ar fi Vildan Bormambet, Nurgean Mustafa, Eda Ali, Firdes Veli, Neriman Molali şi Ervin Ibraim.
Dar cum în orice tabără utilul trebuie să se îmbine în mod necesar şi cu plăcutul, organizatorii nu s-au lăsat mai prejos şi au organizat excursii plăcute la Sibiu unde s-au vizitat Muzeul Bruckenthal, Turnul Sfatului şi Biserica Evanghelică în cadrul căreia am admirat cea mai veche orgă din Europă dar şi la Sighişoara unde am putut admira cetatea medievală a oraşului.
Vom reveni în numărul următor cu alte amănunte legate de desfăşurarea taberei.
Ervin Ibraim
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Ölçülü, uyaklı ve tek harf yorumu için yazılmış, Türkçe falnamelerin en eskilerinden biri Fal-i Türkî-i Manzum’dur (Manzum Türkçe Fal).
Prof. I. H. Ertaylan’in incelemesinde Bursa Camii Kebir Kütüphanesi, mecmua 34 numarada kayıtlı olduğunu belirterek verdiği Şiirin, yazarı belli değildir.
Eser, "Çalab adın biz evvel yad idelüm / Anun ile söze bünyad idelüm / Kim oldur cümle halka ruzu viren / Getüren gündüzü düni gideren (Biz önce Tanri’nın adını analım / Onunla söze temel atalım / Ki odur bütün yaratıklara günü veren / Gündüzü getirip geceyi gideren)" dizeleriyle başlar. Adını bilmediğimiz ozan, bu kutsal falı, Tanrı adını anarak yazdiığını, padişah ve vezirinin bu faldan hoşnut olduklarını bildirerek sürdürür şiirini.
Ozana göre, Peygamber de "fal çeşidinin çok olduğunu, ama bu faldan daha doğru fal olmadiığını" buyurmuştur. Bu faldan kuşku duymamak gerektir. Ozan, falın nasıl açılacaığnı anlatır: önce aptes tazelenip şükredilecektir. Sonra saygıyla Kuran ele alınıp "üç Fatiha üç Kulhüvallah" okunacaktır. Hz. Peygamber’e "üç salavat getirerek", temiz kalple "doğru bir niyet" edilecektir. Buradaki dogru niyet kuşkusuz kimsenin kötülüğünü istememekle ilgili olmalı. Bundan sonra Kuran, gelişi güzel bir yerinden açılıp, "sağdaki sayfanın, yedinci satırının başindaki harfe" bakılacaktır. Arap harflerinin sıralamasıyla, çıkması olası harflerin neye işaret olduğu anlatılır. Bugünkü dille aktarıyorum:
Eger elif gelirse iyidir işin
Kargaşadan kurtulup büyük rütbelere eriştin
Rizk verici Tanrı sana arka çıktı
Ululukla güzel baht olacak hep yoldaşın.
Be gelirse falına inanki yakında
Sana zenginlik, yüksek rütbe gelecek, kesinlikle
Büyük bir adam sana huzur sağlayacak
Dünya halkı seni kıskanacak.
Gelirse te harfı senin falına
Müjdeler olsun iyilik var yolunda,
Daima tövbe et kötülüklerine, zevklerden kaçın, ibadet et,
Yalvar Tanrına, namazını kıl her zaman, müjde bunda.
Se gelirse kutludur sana fal
Bil ki yakında eline geçecektir çok mal
Senin gibi büyük olmayacak memleketinde
Sen de iyiliğinde gez dillerde.
Eğer cim geldiyse çalış aman
Işin iyidir, Tanrı’dır arkan
Çünkü bu dünyada iyi iş yapmak demek
Çalışmak ve Tanri’yi iş edinmek
Ha gelirse büyük bir sevinç var, müjdelerim
Dileğine erdirsin seni Rabbim
Bahtının ışığını Allah yaksın
Kötü talihini iyiye döndürsün.
Eger hi ise gerçektir hizmetlilerinden
Rahat edeceksin, sevdigin işinden de
Yine uzaklaşsin senden belalar
Kötüler sana karşı duramasınlar
Eğer dal ise falın aman ne iyi
Acil işlerinde yardımcın bil Tanrı’yi
Ona danış da yap her işi
Kötü olmaz daniışıklı iş sonucu.
Eğer zel ise bil ki falının anlamı gerçekten haşın
Işin şeytanla aman ondan sakın
Bu niyetten sana hiç yarar gelmez
Vazgeç bu sevdadan işin iyi olmaz.
Eğer re ise yıldızın parladı
Talihin degişti yolun aydınlandı
Saygınliığın artacak halk arasında
Sözün geçerli olacak sultanın bile yanında.
Eğer ze ise gider kuşkularını
Tevekkül et sağlamlaştır imanını
Onlarla silahlan, dayan ercesine
Inanma kimseye işini bildiğince işle.
Sin ise eğer herkes sana yönelecek
Küçük de büyük de saygı gösterecek
Saygın olacaksın yıldızın parlayacak
Talih ayağını öpecek.
Şin ise falın, anlamı "savaştır düşmanla"
Fakat düşman yenilecek sonunda
Bir iki gün sabretmek gerektir
Her işte sabretmek her yöntemden iyidir
Sad gelirse sakın acele etme ey yoldaş
Sabret kıyma canına ey kardeş
Ta ki dileğini elde edesin
Sevinme nasıl olur göresin
Falın dad iken iyidir işin
Sana doğru durur ok gibi işin
Eger ti geldiyse falın gerçektir
Zenginlik ve talih sana yönelecektir
Bu niyetle gönlünü saglam tut
Bil ki Tanrın sana yardım edecektir
Zi gelirse senin için uğurludur
Sevinçlerin kapısı açılır
Tuttuğun toprak altın olsun elinde
Kalmasın kaygı mayası evinde
Eger ayin geldiyse gülüp sevin
Çünkü halk içinde sayılan oldun sen
Artacak bu saygı gün günden
Kaynaklanacak ummadiığın yerden
Eğer gayin geldiyse öfke ve kindir
Gerçekliğini bil bunun kesinliğini
Her zaman sakın ondan kendini
Fe ise falın sana düzen kurmuş düşmanın
Güvenesin diye yardımcı görünür sana
Aman sakın kendini, asla aldanma
Eline düşersen ağlarsın sonra
Kaf ise eğer hizmetçilerin yolunu bulup
Sana dil uzatırlar çekiştirirler
Sakın, çekin bu kadınların dilinden
Sertlikten kaçın, kurtul ellerinden
Kef’ken falın toplarsın malın çoğunu
Görürsün nicenin sana muhtaç olduğunu
Kaldır gönlündeki büyüklük tutkusunu
Aynı Tanrı yarattı zengini yoksulu
Falın lam ise sıkıntı var önünde
Gamını artırma telaşlanma yine de
Ki işlerin sonunda feraha çıkacak
Mutlu bir talihin olacak
Eğer mim ise falın, çoğalır malın
Hak açar rizk kapısını düzelir durumun
Sen şimdi garip de olsan sayılsan da muhtaç
Takacaksın kısa süre sonra başına taç
Eger nun gelirse falında kaygılan
Birkaç gün sabret dayan
Eğer bu niyetinde direnirsen
Ağlayacak mısın gülecek mısın bilemem
Falında he gelmesi iyi değil hem
Görünür falında gam üstüne gam
Öylü zorluklar var ki yolunda dostum
Aşmak için Allah yardımcın olsun dostum
Ve eğer vav gelirse canım şansın var
Sana hem ululuk hem zenginlik oldu yar
Hem bu dünyanın malını toplayacaksın
Hem de öte dünyada mutlu olacaksın
Lamelif çıktıysa eğer karşına
Işin gücün sonunda kargaşa
Bu çıkmaz sevdadan vazgeç yakınken
Etmesin seni işinden gücünden
Eger ye gelirse günahlarındır, bağışlat
Yalvar Tanrı’ya yüceliğine güvenip anlat
Yardım edici ancak O’dur kuluna
Ona benzer şefkatlı ve iyi bulunmaz
Falname düzenleyicileri Arap alfabesinin bütün harflerini ya kullanmamakta ya da sırasını bozmaktadır. Bu örnekte görüldüğü gibi. Yazma kitapların çeşitli kişilerce kopya edildiği, yazarının denetleme olanağı olmadığı düşünülürse, eksik ve yanlışların kopya edenlerden kaynaklandığı da düşünülebilir. Bu tür yanlışlıklar, ölçü aksaklıklarına da yol açar. Düzyazıyla yazılan (mensur) falnamelerden çoğunda, ayet de, her yorumda yer alır. Bu ayetlerin yorumunu da vermek gerektiğinden, bu tür örnekleri aktarmak bu kitabın amacını aşacaktır. Yorumlarında günlük dili kullanmış bir metni yazmak daha doğru bence. Raif Yelkenci yazmalarından I.H.Ertaylan’ın bugünkü yazıya aktardığı Haza Fal-i Kur’an-i Azim (Mükemmel, Yüce Kuran Fali) adlı yapıtı, dilini güncelleştirerek aktarıyorum.
Haza Fal-i Kur’an-i Azim, Kuran falı açmak isteyenin yapması gerekenleri sıralayarak başlar: "Bir kimesne, Kuran falı açmak dilese, evvel üç kerre Fatiha ve üç kerre Ayetü’l Kürsî ve üç Ihlas okuya ve üç salavat getire (Bir kimse Kuran falı açmak isterse, üç kere Fatiha ve üç kere Ayetü’l Kürsî ve üç Ihlas okusun ve üç salavat getirsin)."
Fal bakmak isteyen kimse yine saygıyla Kuran’ı eline alacak, rasgele bir yerinden açacaktir. Ancak yapacakları, daha önce örneklediğimiz falnamenin yönteminden farklıdır:
"Sağ yandaki sayfaya iyice baksın, kaç Allah adı olduğunu görsün, o sayıda sol yandaki kâğıtları (yaprakları) açıp, (karşısına çıkan sayfada) o sayıda satır saysın, satır tamam olunca ondan sonra gelen satırın ilk harfı ne gelirse o harfle (o harfın yorumuna göre) davransın.
Bu falname hemen vahy (Tanri tarafından bildirilen, esinlendirilen fikir( derecesindedir, kuşkulanılmasın. Kutbü’l-arifin (bilgililerin ulusu) merhum Şeyh Fahreddin Efendi’nin kendi kullandığı fal daima buydu, böylece bilinsin."
Bu açıklamalardan sonra harflerin yorumuna geçilir:
"Elif gelse iyilik ve sevinçtir. Tamam rahatlıktır. Bütün işleri ve dilekleri sonuçlanmaktır.
Be gelse yine iyiliktir, sevinçtir, devlettir (talih, zenginlik, yüksek rütbe) ve bir kimseden büyük fayda görüp murada ermektir.
Te gelse tövbedir ve sağliktir ve seferde (yolculuk ya da savaş) ise sağlıkla evine gelsin ve seferi mübarek (kutlu) olsun.
Se gelse fayda görüp işi yüce olup menzili (evi, durağı) yüce olup dünya ve ahretle ilgili dilekleri yerine gelmektir.
Cim gelse fayda bulmak, kâr etmek, menfaat (çikar) görmektir niyetine göre.
Ha gelse dileği yerine gelmektir ve güç ve dostlardan yardımdır.
Hi gelse Tanrı’dan günahlarının bağışlanmasını dilemektir ve sabır gerekir tuttuğu niyet için.
Dal gelse dileğinin gerçekleşmesidir ve sevinç, devlet (talih, zenginlik, yüksek rütbe) bulmaktır.
Zel gelse kahırdır (çok üzüntü) ve düşmandir ve hiledir, ama Hak teala (yüce Tanrı) yardımıyla dileği gerçekleşmektir, sağlıktır.
Re gelse fazlasıyla devlet (talih, zenginlik, yüksek rütbe) bulup ve isteği gerçekleşip ve gizli işleri sonuçlanmak, rahat olmaktır.
Ze gelse o günlerde kendi halinde (sakin, bir şeye karişmaz) olmak daha iyidir. Dileğine erişmek görünmez. Sabir hoştur.
Sin gelse ferah ve sevinmektir ve selamettir (korkudan uzaklaşma, kurtuluş, iyi sonuç) ve bir iyilikle dileği gerçekleşmek birlikte olmaktır.
Şin gelse çok zarar etmektir. Korku ve hile ve aldatılmadır. Halkın dilinden gereğinden çok incinir, ama sabrederse düşmanı kahrolur.
Sad gelse dileğinin hepsine ulaşır ve o kişiye devlet (talih, zenginlik, yüksek rütbe) yönelir, ama hareket ve seferden (yolculuk) çekinmeli.
Dad gelse Hak teala (yüce Tanrı) o kişiye hükümet (yetki) ve riyaset (başkanlık) ve kuvvet ve nusret (başarı, üstünlük) verir. Halk içinde aziz (güç sahibi, saygın) olur.
Ti gelse o kimseye iyilik kapısı açılır ve kötülük kapısı kapanır ve ahrette iman üzere olur. Inşaallahü teala. (Yüce Tanri isterse).
Ayın gelse bu niyetinden çok korksun. Caysin ve yüce Tanrı’dan baüışlanmasını dilesin ve tövbe edip kendi iyi malından sadaka versin.
Gayin gelse üzerine iyilik kapısı açılır ve kötülük kapanır ve bir topluluktan dileğine erişir, sevinir.
Fe gelse bütün düzensiz işleri yoluna girip sonuçlanır, mutlu ve şen olur.
Kaf gelse bütünüyle saygınlığa ulaşıp iyi yerden fayda görüp, iyilik edip mutlu ve şen olur.
Kef gelse sabır ve tövbe edip, haramlardan (yapılması dince yasaklanan şeyler) sakınıp, helal malından sadaka versin.
Lam gelse dileğine erişir ve devlet bulup mutlu olur.
Mim gelse melamettir (azarlama, kınama). Her yönden bu durumda Tanrı’dan af vebagışlanma dileğiyle sabır gerektir.
Nun gelse rahatlar ve mutluluklardır ve bütün istediği şeylerin gerçekleşmesi, sevinilmesidir.
Vav gelse halka muhtaçlığı kalmaz, ama Tanrı’dan bagışlanma istemek ve tövbeyle ugraşmak gerektir, nimete (iyilik, yaşamak için gerekli şeyler. Tanrı vergisi yiyecek, içecek) ulaşıp, mutlu olsun.
He gelse dileği gerçekleşmektir ve de düşmana karşı üstünlük kazanıp ve hem düşmanı kahrolmaktır.
Lamelif gelse bütün işlerinde zorluk çekmektir. Ama bu niyetten sonra hayır (iyilik) vardır.
Ye gelse iyilikler ve bolluklar ve sevinçler ve gönül ferahlıkları, iyi haberler ve mutluluklar ve sağlıklar ve selametlikler (korkudan uzaklaşma, kurtuluş, iyi sonuç) demektir ve sefer (savaş ya da yolculuk) etmek dilerse iyidir.
Hepsi uğurludur. Temmet (bitti).
(Hazırlayan: Gülten Abdula)
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Kaftan sözünün aslının farsça olduğu söylenir. |
Originea cuvântului „kaftan" se spune că este persană. Însă Ahmed Vefik Paşa este de părere că originea cuvântului persan „kaftan" este turcescul „kaptan" (căpitan). |
Nilgün ASAN
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
10 mai 1939. In Piaţa Palatului din Bucuresti, Carol II dezveleşte statuia ecvestră a lui Carol I, unchiul şi predecesorul sau pe tronul României. Statuia, maiestuoasă, superbă, o armonie de forme robuste, era opera celebrului Mestrovici, sculptorul din Belgrad, care împodobise capitala României cu atâtea opere de artă.
Nu întâmplator regele Carol II dorise să dezvelească statuia unchiului său tocmai în ziua de 10 mai. Era zi de sărbătoare, era ziua naţională a României moderne, de până la 1947. Aşa fusese concepută din primii ani de domnie ai lui Carol I şi aşa intrase în tradiţie.
10 mai era ziua regelui şi a familiei sale sau ziua tuturor românilor? Desigur, mai cu seama la început, ea avea mai accentuată prima accepţiune. Era ziua în care, în 1866, la Bucuresti, în faţa Parlamentului, Carol I jura că va fi credincios legilor tării, că va păzi religia românilor, integritatea teritoriului lor şi ca va domni ca domn constituţional. Ziua în care îşi exprimă devotamentul "fără margini către noua mea patrie şi acel neânvins respect pentru lege, pe care l-am cules în exemplul alor mei. Cetăţean azi, mâine, de va fi nevoie, soldat, eu voi împărtăşi cu d-voastra soarta cea mai bună ca şi cea mai rea". (vezi şi nr. 1 1976 venirea lui în ţară).
Sărbătoarea acestei zile avea şi semnificaţia aducerii aminte, având mereu în centru persoana principelui (regelui) şi familia sa. Familia regală, pe lângă participarea la defilare, era prezentă la slujba pentru sfinţirea zilei la Mitropolie, la masa festivă de la Palat, iar seara ieşea în mijlocul bucureştenilor, asista la bătaia cu flori de la Şosea şi la spectacolul cu focuri de artificii din Cişmigiu. Carol I, Ferdinand, dar şi Carol II şi Mihai I voiau să fie văzuţi cât mai mult în această zi, să ilustreze apropierea de popor (pentru orice suveran şi, prin imitaţie, pentru orice om politic în epoca modernă, imaginea publică era esenţiala). Deja, la prima întâlnire cu oaspeţii săi la 10 mai, în 1867, Carol I rostea întâiul sau discurs în limba româna. Pentru a sărbători această zi se editau mărci postale ce ilustrau aspecte din viaţa suveranului, marca de un ban (cu jurământul regelui la 1866), de 3 bani (cu călătoriile regelui prin ţară, în postalion), de 5 bani (primul tun care a tras la Calafat şi Vidin), de 25 bani (trecerea Dunării de catre armata română), de 40 bani (intrarea triumfală a lui Carol I la 1878 în Bucureşti). S-au instituit medalii, care erau conferite pe viaţa. Dreptul de a le purta era personal şi el nu se putea transmite urmasilor, care aveau însă dreptul de a le păstra, ca amintire de familie. Se băteau monede jubiliare, cum erau cele din aur de 100, 50, 20 lei şi cele din argint de 1 leu, 5 lei ş.a. Fireşte, medaliile şi monedele aveau chipul suveranului. Pe moneda de 100 lei, din 1906, erau reprezentate, pe lângă chipurile regelui şi al reginei, şi acelea ale lui Traian, Mircea cel Bătrân, Ştefan cel Mare, Mihai Viteazul. Erau reprezentate podul de peste Dunare al lui Traian, străjuit de un legionar roman, şi podul de peste Dunare de la Cernavodă Podul Carol I şi, lângă acesta din urma, un dorobanţ. Regele intra astfel în paginile istoriei nationale.
10 mai era şi ziua în care se aduceau osanale, în care se spuneau vorbe pompoase (într-o cuvântare ţinută la 10 mai, la o serbare din Bucureşti, Carol I era comparat cu
"Făt Frumos, care se urca pe vârful muntelui ca un vultur").
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Işadamı Üzeyir Garih cinayetiyle gündeme gelen Eyüp Sultan sırtlarındaki ünlü Fransız yazar Pierre Loti’nin adını taşıyan tarihi kahvenin çevresindeki restorasyon çalışmaları tamamlandı. Tesislerde, 7 konaklama binası ve bu binalarda toplam 69 oda bulunuyor. Kültür merkezine dönüştürülen Sübyan okulu binasında da, 1 adet çok maksatlı salon, satış ünitesi ve bir adet okuma salonu yer alıyor.
Istanbul Büyükşehir Belediyesi Yapi Işleri Müdürü Yunus Balta, Eyüp Sultan sırtlarında Fransız yazar Pierre Loti’nin adını taşıyan tarihi kahve ve çevresindeki 10 bin metrekarelik bir alanı kapsayan restorasyon ve yenileme çalışmalarının, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan alınan onayla 1997 yılında başladiığıni ve bu yılın mayıs ayında tamamlandığıni bildirdi.
Eyüp bölgesinin tarihi bir mekan olması nedeniyle Haliç Projesi kapsamında Piyer Loti Kahvesi’nin önemli bir yer tuttuğunu belirten Balta, ‘’Bu düşünceyle hareket eden Büyükşehir Belediyesi, bölgede yaklaşık 10 bin metrekarelik alan içinde bulunan 17 metre binanın restorasyonu için bugüne kadar 2.5 trilyon lira para harcayarak konaklama, pansiyon, kafeterya, lokanta, çarşı birimleri ile çevre düzenlemelerini yaptı. Şu anda tesisler işletilmeyi bekliyor’’ dedi.
Tesislerin işletilmesi için daha önce üç kez ihaleye çıkıldığını ancak bunların ikisinden bir sonuç alınamadıgığı ifade eden Balta, son ihaleye iki firmanın teklif verdiğini, bu tekliflerin de değerlendirme aşamasında olduğunu söyledi.
Tesislerin ihalesi tamamlanarak işletmeye açılmasıyla bölgenin ‘’Eyüp’ün Mukaddes Dağı’’ kimliğine yeniden kavuşacağını belirten Yunus Balta, ‘’Bölge, Istanbul’un gözde mekanları arasındaki yerini alacak’’ diye konuştu.
Işadamı Üzeyir Garih’in öldürülmeden önce arabasını bıraktığı yere daha önceden ‘’yeni bir otopark ve kurban kesim yeri’’ yapılmasının planlandığını da anlatan Balta, projenin tamamlandiığını ve önümüzdeki aylarda çalışmaların başlayacağını bildirdi.
Balta, inşa edilecek otoparktan Piyer Loti’ye de bir teleferik bağlantısının kurulacağını sözlerine ekledi.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Probabil că arta islamică poate fi considerată cea mai accesibilă manifestare a unei civilizaţii complexe care pentru cei din afară poate părea enigmatică. Prin utilizarea strălucită a culorii şi echilibrul superb între desen şi formă, arta islamică creează un impact vizual imediat. Această puternică atracţie estetică transcende distanţele în timp şi spaţiu, ca şi deosebirile de limbă, cultură şi credinţă. Arta islamică invită nu numai la o privire mai apropiată dar, de asemenea, induce privitorului dorinţa de a învăţa mai mult. Pentru cei care au posibilitatea, o vizită în galeriile de artă islamică, poate reprezenta primul pas spre înţelegerea unei istorii religioase şi culturale care uneori este greu percepută.
Termenul artă islamică poate crea confuzie. El nu descrie numai arta creată special pentru a servi Islamul, ci caracterizează arta creată secole de-a rândul, regiunile aflate sub legea islamică sau influenţate de ea, în funcţie de afinităţile religioase ale artistului sau a celui care patrona artele. Termenul sugerează o artă unificată în stil şi scop, căci într-adevăr există aspecte comune care disting arta islamică din toate teritoriile islamice. Deşi este o artă foarte dinamică, care de multe ori este caracterizată de puternice influenţe regionale ca şi influenţe semnificative ale altor culturi, este de reţinut acea coerenţă generală dată de vastele graniţe geografice şi temporale.
Caligrafia constituie elementul cel mai important şi cuprinzător al artei islamice. A fost considerată forma cea mai nobilă de artă datorită asocierii cu Qur’an-ul, cartea sfântă a musulmanilor, care este scrisă în arabă. Această preocupare pentru scrierea frumoasă s-a extins asupra tuturor artelor – incluzând manuscrisele laice; inscripţiile din palate; aplicaţiile pe lucrările din metal, ceramică, piatră, sticlă şi textile-ca şi asupra popoarelor care nu erau arabe dar făceau parte din uniunea islamică- cum ar fi perşii, turcii şi urdu.
Bediha Cocoi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Familia, societatea şi de ce nu întreaga omenire, este tratată de Islam pornind de la o bază etică. Diferenţa dintre sexe nu constituie nici credit nici un handicap pentru sexe. Aşa că, atunci când discutăm despre statutul femeii în Islam, nu înseamnă că nu există direcţii călăuzitoare, limitări, responsabilităţi şi obligaţii pentru bărbaţii. Ceea ce face ca o persoană să fie apreciată nu este nici averea, nici poziţia, inteligenţa, puterea fizică sau frumuseţea ci doar credinţa sa în Allah, Creatorul omenirii şi al universului. Cu toate acestea în cultura europeană şi în culturile infuenţate de Vest există această disociere între bărbat şi femeie.
Rândurile urmatoare vor trece în revistă statutul femeii în epoca pre-islamică. Apoi se va încerca să se răspundă la câteva întrebări cum ar fi: Care este poziţia Islamului asupra statutului femeii în societate? Cât de asemănătoare sau diferită este această poziţie de "spiritul vremii" care era dominant atunci când a fost revelat Islamul? Cum se poate compara aceasta cu "drepturile câştigate de femei în ultimile decade"?
Sperăm că aceste rânduri vor oferi o evaluare reală a contribuţiilor islamului (sau eşecuri) pentru restabilirea drepturilor şi demnităţii femeii. În acest scop este utilă o trecere în revistă a modului în care a fost tratată femeia în civilizaţiile şi culturile anterioare Islamului.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’dan, "ABD’deki Arap ve Islam toplumuna zarar gelmemesi için gerekli önlemlerin alınmasını" istedi. Musa, basına yaptığı açıklamada, Arap Birliği daimi delegeler acil toplantısından sonra Powell’la bir telefon görüşmesi yaptığını belirtti. Musa, Powell’dan ayrıca, "tehlikeli sonuçlar doğuracak acele açıklamalar yapılmamasını" istediğini kaydetti.
Powell da Musa’ya "Başkan George Bush ile bu konuyu görüştüğünü ve Amerikan yönetiminin, Arap veya Müslüman, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Amerikalıları korumak için gerekli önlemleri alacağını ilettiğini" söyledi. New York ve Dallas’ta saldırılardan sonra Arap ve Asya kökenlilere yönelik çok sayıda saldırı meydana gelmişti.
Diyanet Işleri Başkanı Mehmet Nuri Yilmaz, ABD’deki terör eylemlerini ‘’insanlık ayıbı’’ olarak nitelendirdi. Ilahi dinlerden birine mensup, aklı selim sahibi hiçbir kimsenin terör ve şiddet eylemlerinin içinde olamayacağını kaydeden Yılmaz, „Terörün dinle ilişkilendirilmesi kadar yanlış bir yargı olamaz" dedi.
Yılmaz, yaptığı yazılı açıkla-mada, insanları korku ve dehşete sevk eden, toplumların huzurunu kaçıran, kadın-erkek, çocuk-yaşlı, suçlu-suçsuz ayrımı yapmadan insanlara zarar vermeyi hedefleyen şiddet ve terör hareketlerinin, insanları barışa, adalete, kardeşliğe ve insani erdemlere davet eden, onlara dünya ve ahiret mutlulugunun yollarini gösteren bütün ilahi dinlerin şiddetle karşı çıktığı ve yasakladığı eylemler olduğuna dikkat çekti.
Ilahi dinlerden birine mensup, aklı selim sahibi hiçbir kimsenin terör ve şiddet eylemlerinin içinde yer alamayacağını belirten Yılmaz, şöyle devam etti:
„Temeli barış ve hoşgörü olan, ismi de bu manaya gelen, haksız yere bir insanın hayatına son vermeyi bütün insanlığı yok etmek gibi değerlendiren yüce dinimiz Islam da, şiddet ve terör yoluyla insanlara fiili saldırıda bulunmayı, hayat haklarını ellerinden almayı, şeref ve onuruyla oynamayı yasaklamıştır. Hiçbir gerekçe terör ve şiddet olaylarını haklı kılamaz. Bu tür olayları insanlıkla bağdaştırmak da mümkün değildir. Terörün dinle ilişkilendirilmesi kadar yanlış bir yargı olamaz. Dinli veya dinsiz diye vasıflandırılamayacak olan terör, başlı başına mücadele edilmesi gereken bir insanlık sorunudur." „Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin ve nerede olursa olsun terör ve şiddet eylemlerini insanlık ayıbı olarak gördüğünü’’ belirten Yılmaz, ‘’Farklı etnik ve dini kökene mensup bir çok masum insanın hayatını kaybetmesine neden olan ve dünya barışını olumsuz etkileyen ABD’deki menfur saldırıları şiddetle kınıyor ve bütün Amerikan halkına başsağlığı diliyorum’’ dedi.
(Hazırlayan Gülten Abdula)
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Olarak bilinen Recep, Şaban ve Ramazan aylarının ilki Recep ayının birinci günü 18 Eylül 2001 Salı günüdür.
Recep ayının ilk Cuma gecesi "Regâib Kandili", yirmi yedinci gecesi "Miraç Kandili", Şaban ayının yarısı gecesi "Berat Kandili" ve Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi "Kadir Gecesi" de bu üç ayın içerisinde bulunmaktadır. O halde, üç aylar olarak bilinen, rahmet, bereket ve huzur mevsimine bizleri kavuşturan Yüce Allah’a hamdediyor, O’nun kulu ve elçisi sevgili Peygamberimize salât ve selâmlarımızı sunuyoruz.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Recep ayına girince "Allah’ım! Recep ve Şabanı bizlere hayırlı kıl. Bizi Ramazan ayına ulaştır" diye dua etmek suretiyle Recep ve Şaban aylarının Ramazan ayına bir hazırlık dönemi olduğuna işaret buyurmuştur.
Kameri Takvime göre, Recep ayı üç ayların ilki, bu ayın ilk Cuma gecesi de "Regâib Kandili"dir. Bu nedenle, 20 Eylül 2001 Perşembe’yi 22 Eylül 2001 Cuma’ya bağlayan geceyi "Regâib Kandili" olarak ihya edeceğiz.
Yüce Allah’ın; Mü’min kullarına acıması ve bağışlaması, lütuf ve ihsanı, sevap ve mükafatı bu gecede bol bol dağıtıldığı için bu geceye "Regâib Gecesi" denilmiştir. Bunun için kutsal gün ve gecelerin kıymetini bilerek, Allah’ın verdiği sayısız nimetlerin değerini anlayarak, nefis muhasebesi yaparak, bilerek veya bilmeyerek işlenen bütün günahlara tevbe edilerek bu geceyi ibadetle geçirecek Mü’minlere Allah’ın sonsuz rahmeti ve ihsanı ulaşacaktır.
İslâm Dinine göre, geceleri ibadet yapmanın kıymeti ve mükafatı çok büyüktür. Kur’an-Kerim’de: "Ey Muhammed! Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin" (İsra Suresi: 17/79) buyurulmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de "Gecede duanın kabul olacağı bir saat vardır ki, her hangi bir Müslüman ona rastlar da dünya ve ahirete dair Allah’dan hayır dilerse, muhakkak Allah dilediğini yerine getirir. Bu hal her gece de vardır" buyurmuş ve "Beş gece vardır ki, onlarda yapılan dualar kabul olur. Recep ayının ilk Cuma gecesi, Şaban ayının yarısı gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı geceleri" diye açıkladığı bu beş gecenin birisi de "Regaib Kandili" gecesidir.
Regâib gecesine mahsus olmak üzere, Peygamberimiz tarafından bizlere tavsiye edilmiş herhangi bir ibadet şekli yoktur. Bununla birlikte bu geceyi ibadetle geçirmek isteyen Mü’minler; bol bol Kur’an-ı Kerim okumalı, varsa geçmiş namazlarını kaza etmeli, yoksa nafile namaz kılmalı, tevbe ve istiğfarda bulunmalı, içten dua etmeli ve gelecek günlerinin hayırlı olmasını dilemelidir.
Bu gece; kusur ve yanlışlardan dönmeye kesin olarak söz vermeli, gıybet, dedikodu, iftira, yalan, yalancı şahitlik, cimrilik, haset, fitne, zulüm, kavga ve tefrika gibi hastalıklardan uzaklaşmaya çalışmalı; birlik, beraberlik, huzur, sevgi, saygı, hoşgörü, uzlaşma ve kaynaşma anlayışına yükselmelidir. Zira bütün canlılar huzur ve emniyet içinde yaşamayı arzu etmektedir. Bilhassa insanın huzuru, mutluluğu, beşeri ve sosyal faaliyetleri, mal, can, ırz ve namus güvenliği içinde bulunmasına bağlıdır. Bu bakımdan insanların emniyet, huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri için birbirlerine sevgi ve saygı duymaları, düşmanlıklardan temizlenmeleri, kardeşlik ve dostluk bağlarıyla birbirlerine bağlanmaları ve birbirlerine karşı hoşgörülü olmaları sayesinde mümkün olacaktır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed: "Olgun bir Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kimsedir" (Tecrid-i Sarih Ter. c.1, s.29) buyurmuş ve Müslümanların birliğini bozan, onların huzur ve mutluluğunu kaçıran kimsenin dinden kopmuş sayılacağını ifade ederek "Cemaaten ayrılarak ölen kimse, cahiliyet zamanında ölmüş gibi olur" (Riyazü’s-Salihin Ter. c.2, s.83) şeklinde beyanda bulunmuştur.
Bu gece, hem Regaib Kandili, hem de mübarek Cuma Gecesidir. Buna göre, Cenab-ı Hakk’a açılan eller, O’na yönelen dua ve niyazlar geri çevrilmeyecektir. Bu düşüncelerle; kendimizi, çocuklarımızı, anne-babalarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar için dua edelim. Böylece de, hayatımızın her safhasını gözden geçirerek, bugüne kadar geçen ömrümüzün bir muhasebesini yapalım; bizi yaratan Yüce Rabbimize ve Peygamberimizin "İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olanıdır" düsturuna uyarak, Allah’ın yarattığı bütün insanlara daha yakın ve faydalı olabilmenin yollarını arayalım.
Bu duygu ve düşüncelerle, Romanya’da yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın Regaib Kandillerini kutluyor, üç ayların ve bu gecenin tüm İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını diliyor, Yüce Allah’ın bizleri sıhhat ve âfiyet içerisinde Şaban ve Ramazan aylarına da kavuşturmasını niyaz ediyorum.
Mustafa ÇALIŞKAN
T.C. Köstence Başkonsolosluğu
Din Hizmetleri Ataşesi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Descriind statutul femeii indiene, Enciclopedia Britanica scrie: "În India, supunerea era un principiu cardinal. Zi şi noapte femeile trebuie ţinute într-o stare de dependenţă", spune Manu. Regula moştenirii era agnatica adică se făcea strict pe linie bărbătească, femeile fiind excluse. Scripturile hinduiste dau următoarea descriere a unei bune soţii: "o femeie a cărei minte, vorbire şi lume este identică cu cea a soţului."
În Atena, statutul femeii nu este mai bun decât al celei din India sau Roma.
"Femeile ateniene erau întodeauna inferioare, supuse bărbatului fie el tată, frate sau alte rude pe linie barbătească."
Consimţământul ei la căsătorie nu era necesar şi "era obligată să se supună dorinţelor părinţilor şi să accepte din partea lor soţul şi stăpânul ei, chiar dacă el era un străin pentru ea." O soţie romană era descrisă de istorici ca: "un copil, o persoană aflată sub tutelă, o persoană incapabilă de a face sau acţiona în conformitate cu dorinţa personală, o persoană aflată în permanenţă sub tutela şi paza soţului ei."
În Enciclopedia Britanica există o prezentare a statutului legal al femeii în civilizaţia romană: "După legea romană, femeia era complet dependentă chiar şi în momente istorice. Dacă era căsătorită, ea şi proprietatea sa treceau în puterea soţului
Soţia devenea proprietatea cumpărată de soţ şi ca şi o sclavă era achiziţionată doar pentru beneficiul lui. O femeie nu putea să deţină un post public şi nu avea drepturi civile. Ea nu putea să fie martor, garant, tutore sau curator; ea nu avea voie să adopte sau să fie adoptată, să facă un testament sau un contract."
Material preluat si tradus de pe internet de Bediha Cocoi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Începând cu numărul viitor vă vor fi prezentate mituri turceşti ale căror origini se află în Asia Centrală, leagănul poporului turc. Unul din triburile turceşti a migrat mai departe în vest, faţă de celelalte triburi de origine turcă şi a devenit coloana vertebrală a ceea ce este Turcia de astăzi.
"Cartea lui Dede Korkut" este o povestire epică a oguzilor. Atât selgiucizii cât şi otomanii sunt descendenţii oguzilor. Această povestire epică este reprezentativă pentru literatura şi istoria Evului Mediu.
Cartea cuprinde un prolog şi douăsprezece legende. Începând cu prima pagină şi până la sfârşit ele slăvesc poporul oguz, viaţa lor nomadă, obiceiurile şi valorile lor. Spre deosebire de alte opere literare care aparţin genului eroic, aceste povestiri au o acţiune centrală, celelalte învârtindu-se în jurul expediţiilor de vânătoare, luptelor cu duşmanii şi între oguzii înşişi, urmăriri, captivitate, evadare şi răzbunare. Povestirile au acelaşi tip de personaje, unul dintre ele fiind autorul însuşi, Dede Korkut. Stranie şi incredibilă la prima vedere, lumea acestor povestiri epice este redată aşa de convingător încât scepticismul cititorului dispare în mod gradat, făcând loc realităţii poetice.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
ABD’deki saldirilarda şüphelerin odağı olan Usame bin Ladin, 11 milyar dolarlık mirasa kondu. Cömertliği, karizmasi ve cesaretiyle efsaneleşti 1957’de 54 çocuklu bir babanın oğlu olarak doğan Usame bin Ladin’in kökü Güney Yemen’de Hadramut’a kadar uzanıyor. Babası Muhammed 1930’da geldiği Suudi Arabistan’da hızla yükseldi ve zamanla Ortadoğu’nun en büyük müteahhitlerinden biri oldu. 1968’de kaza sonucu öldüğünde mirası 11 milyar dolardı. Oğullari hep Suud prensleriyle birlikte büyümüş ve okumuştu.
Genç yaşta Müslüman Kardeşler teşkilatının fikirlerinden etkilenen Usame bin Ladin, 1979 Aralık ayında, arkadaşı, Suudi Gizli Servisi şefi Prens Turki bin Faysal tarafından Pakistan Peşaver’e yollandı. Buradaki kamplarda, başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki Islamcı gençler birer profesyonel savaşçıya çevriliyordu. Beş ülkenin birlikte üstlendiği bu projenin sorumluluğu Pakistan Gizli Servisi ISI’deydi, yürütücüsüyse Filistin asıllı Abdullah Azzam’dı. Azzam’a asistanlık yapan Usame bin Ladin, bizzat savaşı, hatta Celalabad yakınlarında yaralandı. 1986’da kendi kamplarını kurdu. Serveti, cömertliği, sade yaşantısı, karizması, savaştaki cesareti nedeniyle efsaneleşti.
Kurumsallaşmasının temelini 1988’e doğru gönüllüler hakkında bilgileri içeren bir veri tabanı kurarak attı. Bu bilgisayar kayıtlarından hareketle ‘El Kayda’ adlı bir yapılanma ortaya çıktı. Suudi rejimi, cihadi her yere yaymak isteyen bu kişiden korkmaya başladı ve 1989’da pasaportuna el konuldu.
Haziran 1990’da Saddam, Kuveyt’e girince Usame bin Ladin, Suudi sınırlarının korunması görevinin kendisi ve tabanına verilmesini istedi. Kral Fahd, Amerikan askerlerini çağırınca çok öfkelendi; önce Pakistan’a, ardından Afganistan ve nihayet Sudan’a gitti. Artık Pakistan’da istenmeyen ve kendilerine yer arayan binlerce ‘cihadci’yi Sudan ve Yemen’e yerleştirdi, onlara birçok ülkede iş buldu.
ABD’ye karşı ilk cepheyi Somali’de açan ve 1994’te Suud vatandaşlığından çikarılan Usame bin Ladin, uzun bir süredir, iktidari almalarına epey yardımcı olduğu Taliban’ın himayesinde Afganistan’da yaşıyor. ABD’nin, yakalanması için 5 milyon dolar ödül koyduğu Usame bin Ladin, hiçbir eylemi açıkça üstlenmiş değil, ama hiçbirini kınamış da değil. Zaten Usame bin Ladin’in adı, yapılandan çok, yapılacağı iddia edilen eylemlerle anılıyor.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Anul 2001 a însemnat apariţia unui şir de titluri editoriale care au contribuit la îmbogăţirea valorilor spirituale din România.
Bibiloteca de buzunar ne-a oferit o frumoasă carte des-chisă tuturor categoriilor de vârstă şi de pregătire intelectuală.
Tehnica şi ci-vilizaţia care se dezvoltă zi de zi, asigurând oamenilor foarte mult confort şi facilităţi, a adus în acelaşi timp şi unele probleme. Viaţa omului, chiar dacă este mai uşoară faţă de trecut, nu se poate spune că este şi fericită.
Cauzele sociale şi economice au provocat crizele, încordările psihice şi spirituale, extenuează, îl fac neliniştit pe om. El, care, în orice moment, în propria lui casă, trăieşte împreună cu întreaga lume, nesimte asupra lui amărăciunea şi oprimarea lumii.
Chiar în unele familii conservatoare, care se laudă spunând că în viaţa lor nu au fost vreodată la cinematograf, televizorul, stând cu grandoare într-un anumit colţ al camerei, continuă agresiunea.
Transmiterea cu rapiditate a ştirilor poluările sonore şi luminoase care distrug nervii, scot omul liniştit, gânditor, sensibil, din sfera lui. Acest mediu împiedică dezvoltarea marilor minţi născute cu inteligenţă de excepţie.
Cartea „Principiile credinţei" în viziunea lui Derviş Dede de Huseyin Ozturk şi tălmăcită în limba română de Peiami M. Menlibay este o înşiruire de povestioare care dezvăuie o lume pură cu principii morale şi etice din cele mai frumoase, un adevărat model de viaţă, de conveţuire cu toţi oamenii din jur indiferent de credinţă, de culoare sau etnie.
Este o carte ce n-ar trebui să lipsească din raftul bibliotecilor noastre.
G. Abdula
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Oţetul de vin se prepară ca vinul, numai că macerarea se face în oţet de vin, folosind plante aromatice, 5-10 grame la 100 gr. oţet. Se întrebuinţează numai extern pentru fricţiuni. Macerarea plantelor mărunţite în oţet de vin, se face la temperatura camerei, timp de 7-8 zile. Apoi se strecoară, iar lichidul obţinut se completează cu oţet până la cantitatea iniţială.
Oţetul medicinal cu petale de trandafir este un oţet medicinal parfumat care se poate folosi pentru fricţiuni.
Sucurile proaspete de plante se iau sub formă de picături sau se folosesc pentru tamponarea zonelor de pe corp. Se obţin cu ajutorul storcătorului electric de uz casnic care mărunţeşte plantele, presându-le în acelaşi timp.
Sucurile ar trebui făcute proaspăt în fiecare zi. Totuşi, introduse în sticluţe şi bine astupate, pot ţine câteva luni dacă sunt păstrate în frigider.
Sucul proaspăt de gălbenele: Se spală frunzele, tulpinile şi florile şi se trec în stare umedă prin storcătorul de fructe.
Sucul proaspăt de potbal: se stoarce sucul din frunzele proaspăt spălate, cu ajutorul storcătorului de fructe.
Sucul proaspăt de rostopască: frunzele, tulpinile, florile, se spală şi se trec în stare umedă prin storcătorul de fructe (pentru folosirea externă).
Se umple un săculeţ din pânză de in cu flori uscate de muşeţel şi se coase. Se încălzeşte bine într-o tigaie uscată şi se aplică local.
Perna din cimbru şi pedicuţă se foloseşte pentru dureri după amputare (dureri la piciorul fantomă). Aceasta se pune peste noapte ca o compresă. În acest scop se introduc câte 100 – 150 grame din plante de cimbru şi pedicuţă într-o pernă din pânza de in.
Bediha Cocoi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Bir sabah kent’teki saat kulesinin yaşlı bekçisi Memoş’la Fatoş’u kentin saat kulesine götürdü. Çocuklar kuledeki çanların büyülü bir biçimde çaldıklarını duymuşlardı. Kuleye çıkıp onlarınnasıl çalıştıklarını yakından görmek kendilerini çok sevindirecekti.
·
Saat kulesinin altında, bir ucu çanlara bağlı olan dört uzun, sağlam ip sarkmakta idi; bunlardan biri çekilince, bağlı olduğu çan çalmaya başlardı.
·
Çocuklar mavi ceketli kule bekçisini izlediler. Saat kulesindeki çanlara götüren merdivenin tahta basamaklarından çıkmaya başladılar.
·
Merdiven çok eski idi. Üçünün ağırlığı altında gıcırdıyordu. Kule o denli yüksekti ki, çocuklar tepeye ulaşamayacaklarını sanıyorlardı. Yukarıya varmadan ünce nefesleri kesilmişti. Sonunda tepeye vardılar.
·
- Bak, dedi Fatoş Memoş’a, dört tane çan var, bir küçük, iki orta boy, şu dipteki de en büyükleri.
Saat kulesinin dış tarafına büyük bir saat yerleştirilmişti. Bu kulenin saati idi.
Saatin büyük tekerlekleri dişlilerden geçerken, makinenin çıkardığı gürültüyü çocuklar duyuyorlardı.
Kule bekçisi saatine baktı ve:
- Neredeyse saat onbire geliyor çocuklar, az sonra orada gördüğünüz madenî çekiç, çanlardan en büyüğüne dokunacak ve kule saati tam zamanı gösterecek. Ellerinizle kulaklarınızı kapatmalısınız, çünkü kulakları sağır edici bir gürültü çıkaracaktır! dedi.
·
Memoş ve Fatoş kulaklarını sıkıca kapattılar ve heyecanla beklediler. Çekiç yerinden oynadı, hızla büyük çana çarptı. Dang! Dang! Dang! tam onbir kez. Vuruşla gök gürültüsünü andırıyordu.
·
Çocukların hoşuna gitmişti ama kulakları ağırmağa başlamıştı.
·
Daha sonra saat kulesinin tepesindeki kulübeye çıktılar, oradan tüm kenti izlediler. Evler öylesine küçücük görüyorlardı ki, sanki sayici değil de oyuncak evlerdi.
·
Yukarda rüzgâert esiyordu, hava soğuktu.
·
Kule bekçisi çocukların titrediğini görünce onları aşağı indirdi.
·
Aşağıda, kule bekçisi Memoş’a, eğer isterse iplerden birini çekip, çanın nasıl kuvvetle çaldığını görebileceğini söyledi.
Memoş iplerden birini tuttu ve çekti. En son çekiş o denli hızlı idi ki, ip Memoş’u beraberinden yakalayarak yere indirirken, çanların büyücü sesi, mavi gğkleri mutlulukla dolduruyordu.
Çocuklar kule bekçisine teşekkür ettiler ve öğle yemeğine evlerine gittiler.