Rahmet, mağfiret ve bereket mevsimi olan mübarek Ramazan ayını, dün akşamki iftarla yolcu ettik ve bugün de bayrama ulaştık. Bayram, Cenab-ı Hakkın Müslümanlara ihsan ettiği büyük bir lütuftur.
Bu bayramın, aziz milletimiz ve bütün İslam alemi için hayırlara vesile olmasını dilerim.
İbadet ve hayırların, Allah katında en çok kabule şayan olduğu Ramazan ayı boyunca, Rabbimize karşı kulluk görevlerimizi, gücümüz yettiğince yerine getirmeye çalıştık. İrademizi güçlendiren, nefsimizi terbiye eden orucu, Allah rızası için bütün uzuvlarımızla tutmaya gayret ettik. Yüce Mevlâ’ya kul olmanın şuuru içinde, günahlarımızdan tevbe ve istiğfarda bulunduk. Kalplerimizi kötülüklerden arındırmasını Yüce Mevla’dan istedik. Allah’ın lütfü ile “Temizlenen, Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir”meâlindeki âyetin müjdesine, mazhar olduk. Ramazan ayının sonunda mü’minler; bayramı, engin bir sevinçle karşılarlar. Bayram süresince birbirlerini ziyaret ve tebrik ederek, dostluklarını pekiştirirler. Birbirlerine hediye sunar, ikramda bulunurlar. Zira Müslüman inanır ki, “Farz ibadetlerden sonra, Allah katında amellerin en faziletlisi, Müslümanı sevindirmektir. ”Müslümanlar, bayram vesilesiyle Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretine nail olabilmek için, iyilikte, hayırda ve yardımlaşmada birbirleriyle yarışırlar. Zira Müslüman inanır ki bayramlar, dini heyecanın yanında, sosyal huzurun gelişmesine ve milli dayanışmanın pekişmesine de vesile olan en güzel fırsatlardır. Bu itibarla, Müslümanlar zekat ve fitre gibi hayırlarını bayramdan önce dağıtmaya önem verirler. Böylece zenginiyle, fakiriyle bütün müminlerin huzur içerisinde bayram geçirmelerine yardım ederler. Bayramlarda herkes neşeli olur. Ancak çocuklar, büyüklerden daha çok sevinç ve heyecan duyarlar. Bu sebeple onlarla, böyle günlerde daha çok ilgilenmeliyiz. Onları mutlu edebilmek için, her türlü fedakarlığı göstermeliyiz. Dini ve milli adetlerimizi onlara da öğretmeliğiz. Bu arada birbirimize karşı olan sevgi ve saygımızı daha da artırarak, kırgınlık ve küs-künlüklere son vermeliyiz. İslamın sevgi, saygı, barış ve bağış dîni olduğunu unutmamalıyız. Milletçe dost geçinmeye, hoş geçinmeye azmetmeliyiz. Birlikte rahmet, ayrılıkta felaket olduğunu unutmamalıyız. Bu arada, Ramazanda kazandığımız iyi ve güzel alışkanlıklarımızı devam ettirmeliyiz. Ramazandan sonra da kötü huy ve davranışlara tekrar dön-memeliyiz. Bizleri huzur ve sükun içerisinde daha nice bayramlara eriştirmesi için, Yüce Allah’a duâda bulunmalıyız. Bu vesileyle bütün din kardeşlerimizin Ramazan bayramını en kalbi duygularla tebrik eder, Cenab-ı Hakkın yardım ve mağfiretini niyaz ederim.
Hazırlayan: Firdevs Veli
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Cu ocazia „Panairului Medgidiei”, care a avut loc în perioada 24- 30 octombrie 2005, organizat de Primăria Medgidia sub conducerea domnului primar Dumitru Moinescu şi Uniunea Democrată Turcă din România – filiala Medgidia au avut loc diverse activităţi culturale şi artistice. În primul rând d-nul conf. univ. dr. ing. Erol Cârjali, sprijinit de UDTR pentru editarea cărţii „Organe de maşini”, a donat Colegiului tehnic „Nicolae Titulescu” din Medgidia un număr de 100 de cărţi. Doamna directoare Girip Maria a primit cu mare plăcere aceste cărţi, dumneaei făcând o frumoasă primire împreună cu cadrele didactice, în biblioteca colegiului, delegaţiei U.D.T.R. compusă din Osman Fedbi – preşedinte, Asan Murat – prim-vicepreşedinte, Şachir Sureia – secretar general, Erol Cârjali – conf. univ. dr. ing. şi Vildan Bormambet – vicepreşedinte filiala Medgidia.
Au dansat şi au cântat pentru populaţia din Medgidia formaţiile de dansuri ale UDTR „Delikanlılar” şi „Fidanlar” şi corul de femei „Mehtap”.
Comisia de femei a filialei Medgidia în frunte cu doamnele Vildan Bormambet şi Mustafa Meran – preşedinta comisiei, a pregătit o expoziţie de lucrări manuale ale iscusitelor femei turcoaice, pentru care au primit numai laude. Dar nu a fost numai atât ci ele s-au întrecut şi cu preparatele culinare turceşti pe care le-au prezentat iniţial sub formă de expoziţie, după care le-au oferit pentru gustat. Aceste doamne au fost: Aptichileam Gülnar, Aptichileam Nazichear, Gazi Turchian, Zeadin Güler şi Yuksel Leila.
Surprizele au continuat cu lansarea cărţii „ Yıldızlarla Dertleţme” a lui Memiş Hayat, al cărui tată este din Medgidia. Doamna Abdula Gülten a spus câteva cuvinte de suflet despre cartea lansată şi despre scriitoare. Ea are doar 15 ani şi este elevă la Liceul „ Mircea Cel Bătrân” din Constanţa. Prima lansare a cărţii a fost făcută luna trecută la Eskişehir- Turcia şi a doua lansare a fost aici, la Medgidia, ceea ce pentru noi a fost o mare onoare. Cartea a fost editată cu sprijinul Uniunii Democrate Turce din România.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Vineri, 30 septembrie 2005 o delegaţie din Yalova – Turcia, oraş înfrăţit cu Medgidia din anul 2001, s-a aflat pentru câteva ore la Medgidia. Delegaţia a fost condusă de prefectul regiunii Yalova şi compusă din oameni de afaceri din zonă. Discuţiile purtate cu oficialităţile locale au urmărit dezvoltarea relaţiilor de înfrăţire dintre Medgidia si Yalova, prin stabilirea cât mai multor contacte in special in domeniul economic. Oaspeţii, oameni de afaceri turci, s-au arătat interesaţi de resursele localităţii, in domeniul investiţiilor şi de perspectiva infiinţării la Medgidia a Parcului Industrial. În cadrul aceleaşi vizite, delegaţia a mai vizitat Colegiul Naţional „Kemal Ataturk şi s-a intâlnit cu reprezentanţii comunităţii turce şi tătare din localitate.
În acelasi context, luni 3 octombrie, un grup alcătuit din cei mai buni elevi ai şcolilor generale şi liceelor din Medgidia au plecat la Yalova într-un schimb de experienţe. Vizita se înscrie în cadrul unui program ce urmăreşte dezvoltarea relaţilor de parteneriat între tinerii celor două oraşe şi realizarea unor proiecte comune benefice ambelor comunităţi. În acest sens, elevi din Yalova şi Medgidia se vor întâlni periodic, vor schimba informaţii despre educaţie, cultură, mediu, Internet şi vor crea proiecte comune de lungă durată.
Iniţativa ce aparţine primarului Dumitru Moinescu a fost îmbraţişată de primarul Yalovei domnul Barbaros Binicioglu care a făcut demersurile pentru ca timp de o săptămână 12 elevi din Medgidia să se bucure de vizita la Yalova.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Sözlerime dost, bağlaşık ve komşu Romanya’nın değerli Devlet Başkanı Sayın Basescu’yu ve beraberindeki seçkin heyet üyelerini Türkiye’de ağırlamaktan duyduğum mutluluğu belirterek başlamak istiyorum.
Romanya’ya geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiğim ziyaretin güzel anıları belleğimdeki canlılığını korumaktadır. Ortak geçmişimizden kaynaklanan kültürel ve tarihsel kalıt, bizi birbirimize daha da yakınlaştırmaktadır. Romanya’ya ziyaretim sırasında tanık olduğum uluslarımız arasındaki ortak nokta ve benzerlikler de bu kalıtın yansımalarını oluşturmaktadır.
Romanya, ülkemizin diplomatik ilişki kurduğu ilk ülkelerden biridir. Ulu Önderimiz Atatürk, Balkan ülkeleriyle yakın ilişkiler geliştirilmesinin önemine içtenlikle inanmıştı. Bu çerçevede, 1923 yılında Bükreş Büyükelçiliğimiz yeniden açılmıştır. Bu yıllarda imzalanan kimi anlaşmalarla da yakın ilişkilerimizin temeli oluşturulmuştur. 1934 yılında Türkiye, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan arasında imzalanan Balkan Paktı, bölge ülkelerinin yakın işbirliğinde bulunma istek ve istencinin ilk somut göstergesini oluşturmuştur.
Bugün ülkelerimiz arasında artık kurumsallaşmış bulunan karşılıklı üst düzey ziyaretler, ikili ilişkilerimize önemli katkıda bulunmanın yanısıra, diğer bölge ülkelerine de örnek nitelik taşımaktadır. Ziyaretinizin bu yönden önemli ve zamanlı olduğuna inanıyorum.
Bugün yaptığımız görüşmelerde ikili ilişkilerimizin yanısıra özellikle bölgemizi ilgilendiren uluslararası gelişmeleri ayrıntılı biçimde gözden geçirme olanağı bulduk. İlişkilerimize egemen olan karşılıklı güven ve anlayışın, ele aldığımız çeşitli konulara içtenlik ve açıklıkla yaklaşmamıza olanak verdiğini gözlemledik. Bu durum ilişkilerimizin sağlıklı bir temel üzerinde yürüdüğünü göstermesi yönünden önemlidir. Bu sağlam temelden güç alarak, ilişkilerimizi her alanda daha da geliştirmeliyiz.
Romanya’yla ilişkilerimiz çok iyi bir düzeye ulaşmıştır. Ülkelerimiz arasında siyasal bir sorun bulunmamakta, bölgesel ve uluslararası konulardaki görüşlerimiz de büyük ölçüde örtüşmektedir. Ülkelerimiz, özellikle son 15 yıllık dönemi çok iyi değerlendirmiş ve bugün içinde bulunduğumuz her yönüyle iyi ilişkiler bütününü yaratabilmiştir. Bu işbirliğimizin Yüce Kişiliğinizin de katkılarıyla daha da ileri düzeye taşınabileceğine inanıyorum.
Ekonomi ve ticaret alanındaki ortaklığımızın boyutunun en üst düzeylere ulaştığını görmekten mutluluk duyuyoruz. Ticaretimiz geçtiğimiz yılın sonunda 3 milyar doları aşmıştır. Romanya’daki Türk yatırımları da artış göstererek 460 milyon dolara ulaşmıştır. Türk işadamlarının Romanya’ya yatırım konusundaki ilgileri artarak sürmektedir. Romanya’yla ticaret ve yatırım alanındaki işbirliğimizi daha da ileri götürmeye kararlı olduğumuzu özellikle vurgulamak isterim. Bu istencimizin Romen tarafınca da paylaşıldığını görüşmelerimiz sırasında mutlulukla gözlemledik. Bu ortak istenç doğrultusunda ticaretimizin bu yıl 4 milyar doları geçeceğini umuyorum.
Kültürel ilişkilerimizin de her geçen daha da geliştiğini görmekten ayrı bir mutluluk duyuyorum. Yarın, İstanbul’da Ayasofya Müzesi’nde Devlet Başkanı Sayın Basescu’nun katılımıyla açılacak “Romanya’daki Çağdaş Mimari” Sergisi, bu alandaki yoğun ilişkilerimizin bir başka anlamlı göstergesini oluşturmaktadır. Romen spor ve kültür elçilerinin ülkemizdeki başarılı çalışmalarını da burada özellikle anmak istiyorum.
İlişkilerimizi taşıyan bu güçlü ve elverişli temel ve bugüne kadar gerçekleştirmiş olduklarımız, Türk-Romen ilişkilerini yüreklendirici bir geleceğin beklediğini göstermektedir. Bu gelecek, ortak kıvancımız ve gönencimizdir.
Bugün birer bağlaşık olarak işbirliğimizin derinleştiğini mutlulukla gözlemliyoruz. Türkiye, ülkelerimizi bağlaşık konumuna taşıyan, Romanya’nın NATO üyeliğini duraksamaksızın, güçlü biçimde desteklemiştir. Bu kez, Romanya’nın 2007 yılında gerçekleşecek Avrupa Birliği üyeliğini de mutlulukla karşılamaktadır. Romanya’nın Avrupa Atlantik kurumlarıyla hızla bütünleşmesinin ilişkilerimize yeni bir ivme ve derinlik kazandıracağına inanıyoruz. Dost ve bağlaşık bir komşu ülke olarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine verdiğiniz desteğe teşekkür ediyor, bu konuda gösterdiğiniz işbirliğinin sürmesini diliyoruz. Ülkelerimizin Avrupa Birliği’yle bütünleşme süreci ikili ilişkilerimiz üzerinde, hiç kuşkusuz genişletici bir işlev görecektir.
Türkiye ve Romanya’nın bölgesel işbirliği süreçlerinde gösterdikleri dayanışma da, bölgemizde istikrar, güven ve karşılıklı anlayışın pekiştirilmesine değerli bir katkı oluşturmaktadır. Bu bağlamda, özellikle, Romanya’nın Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci çerçevesinde son derece başarılı bir dönem başkanlığı gerçekleştirdiğini belirtmek istiyorum.
Ziyaretiniz, Türk-Romen dostluğuna yeni ve parlak bir dönem açmaktadır. Bu duygu ve düşüncelerle, bir kez daha Türkiye’ye hoşgeldiniz diyor, kadehimi Yüce Kişiliğinizin sağlık ve esenliği ile Romen halkının mutluluk ve gönencine, Türkiye-Romanya dostluğunun parlak geleceğine kaldırıyorum.”
28.09.2005
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Islamul, ca şi alte confesiuni, îndeamnă la iubire, la concordie, la prietenie şi pace. Chiar războiul este făcut pentru a garanta liniştea şi pacea. Pacea este cuvântul de ordine al Islamului, deşi în Coran putem citi şi pagini în care sunt exaltate virtuţi războinice. În apărarea musulmanilor şi a Islamului, războiul este doar ultima cale. În acest domeniu religia islamica nu este diferita de alte religii, în toate statele, din orice perioadă a istoriei contemporane sau moderne s-a recurs la apeluri către religiozitatea oamenilor şi de cele mai multe ori la apeluri de către lideri religioşi în momente de cumpănă pentru existenţa statului. Mai mult puterile europene au folosit pe deplin religia ca un motiv pentru a subjuga alte popoare, iar exemple cum ar fi imperiul spaniol sau cel portughez sunt deja binecunoscute şi oglindesc pe deplin înţelesul religios dat expediţilor militare care au insemnat sfârşitul imperiului aztec din Mexic şi al celui incaş din Peru.
Cuvântul “jihad”, mult mediatizat dar şi prost înţeles, interpretat voit cu rea intentie, de cercuri şi grupuri de interese musulmane sau nemusulmane, extremiste, are semnificaţia originară de efort, de autoefort împotriva înclinaţiilor nocive proprii, împotriva indolenţei şi autodistrugerii.
Ulterior, termenul de jihad a căpătat sensul de război sfânt. Un război legitim, de autoapărare a identităţii religioase, culturale şi civilizatorii, de păstrare chiar prin război, atunci când s-au epuizat toate celelalte căi: dialogul, comunicarea, deschiderea. Jihadul are sensul, nu expansionist, imperialist, de agresiune, ci de război de autoapărare, de apărare a credinţei şi identităţii pe care o dă Islamul, într-un context în care adepţii credinţei islamice au convieţuit şi convieţuiesc, trebuie să conveţuiască, cu adepţii nu doar a religiilor monoteiste, divine ci şi a altor credinţe. lar dacă istoria a consemnat grozăvii, evenimente nefericite chiar abominabile, de ele sunt, au fost răspunzători conducătorii politici, unii lideri religioşi, grupurile de presiune, de putere şi de interes, nicidecum Cărţile sfinte ale religiilor monoteiste şi cu atât mai puţini oamenii simpli credincioşi.
Provenit din arabă – jihad, care se traduce prin „război sfânt”, înseamnă în primul rând „efort împotriva pasiunilor”. El a capatat in fiecare şcoală noi si noi intelesuri, ce au putut duce la apariţia in anumite zone geografice (Caucaz, Aceh in Indonezia) la un adevărat cult al jihadului, cult hrănit in aceste regiuni de conflictele dese si sângeroase dintre creştini, hinduşi, musulmani si alte grupuri de interese. Cuvântul este derivat din aceeaşi rădăcină din care derivă şi ijtihad, tradus prin „străduinţă”, şi denumind una dintre sursele dreptului canonic musulman. Conceptul de război sfânt este codificat de către juriştii omeyyazi şi abbasizi sunniţi în contextul expansiunii musulmane.
Conform celor mai extremiste păreri ale acestor juristi din perioade in care insăţi existenta Islamului era amenintată de conflictele cu puterile crestine (Cruciadele in special) obiectivul Războiului sfânt este extinderea islamului sau a teritoriului său sau apărarea lui (împotriva bizantinilor, iar mai târziu, împotriva cruciaţilor): el trebuie sâ fie purtat de către bărbaţii adulţi „în numâr suficient”, iar cei care mor în cursul jihadului sunt „martiri” cărora le este promis paradisul.
Contrar unei idei răspândite, războiul sfânt nu figurează printre „stâlpii” canonici ai islamului (în afara kharijiţilor heterodocşi care au făcut din acesta în vremea lor un „al şaselea stâlp”) iar acesta trebuie să fie precedat, după sunna, care este curentul religios principal din cadrul comunitaţii musulmane mondiale de îndemnul adresat necredincioşilor să se convertească („oamenii Cârtii” nu sunt vizaţi, statutul lor permiţândule săşi păstreze religia). În regiunile considerate „idolatre” pentru c-ă nu erau monoteiste, ca India şi Africa neagră, războiul sfânt a fost pretext pentru masacre. Teoretic este imposibil să îndrepţi războiul sfânt împotriva musulmanilor, dar acest precept a fost adesea violat în cursul istoriei din oportunism politic şi este violat şi astăzi de către unele mişcări integriste. De pilda pentru anumite miscari religioase musulmane ca şiiţii duodecimani, războiul sfânt este imposibil înainte de întoarcerca imamului ascuns, o prevestire a sfârşitului lumii, cea ce arata din nou interpretarea foarte vastă asupra adevaratului înţeles al acestui cuvant devenit ca un simbol al răului pentru mass-media occidentală.
Folosirea jihadului ca pretext pentru cucerirea sau păstrarea puterii de catre elitele musulmane este normală mai ales pentru o societate care respecta, cel putin de faţadă în rândul elitei, religia musulmană in cele mai mici detalii. De remarcat este cum elita musulmană ca si cea creştină face apel la aceste trucuri religioase pentru autoprezentarea ca oameni ai religiei, încercând poate să îsi atragă astfel o legitimitate mai mare. Elitele musulmane exceleaza in acest domeniu mai ales in mediu rural si semiurban ele făcând din respectarea celor cinci stalpi ai islamului o datorie de onoare a lor si a familiei. Fiind traducerea cuvântului arab arkan (însemnând „susţinători”, ai adevaratei credinte intru Allah si a profetului sau Mohhamed), aceasta expresie desemnează obligaţiile şi preceptele fundamentale ale islamului, obligatorii pentru toţi musulmanii indiferent de clasă socială sau etnie. Acestea sunt: „profesiunea de credinţă” (şahada), mărturisind că „nu există alt dumnezeu în afară de Dumnezeu (Allah) şi că Mahomed este trimisul Domnului”, cele cinci rugăciuni (salat) cotidiene, dania (zakat) în proportiile pre-scrise, postul (saum) în luna ramadanului, pelerinajul la Mecca (haj), cel puţin o dată în viaţâ pentru oricine, bârbat sau femeie, doar dacă este capabil să-l facă, din punct de vedere fizic şi material. Deci se poate vedea din nou că războiul sfânf (jihad), în ciuda unor idei preconcepute, nu este un stâlp canonic al islamului.
Mediatizarea în presă a concepţiei conform căruia jihad este exprimarea dorinţei musulmanilor de a extermina celelalte popoare sau de a-le forţa să se convertească aparţine mass-mediei libaneze creştine ce, în încercarea de a obţine sprijinul statelor europene, în special al Franţei, a exacerbat anumite declaraţii ale anumitor lideri de opinie, religioşi prin excelenţă, ai comunităţii shia ce îndemnau l-a exterminarea creştinilor şi la răzbunarea victimelos shia ale masacrelor făcute de către miliţiile falangiste creştine. Circuitul violenţei împins la extrem a dus la considerarea măsurilor represive sau de apărare ale comunitaţilor musulmane ca o exprimare a primitivismului lor. Alianţa dintre forţele falangiste şi statul evreu a contribuit l-a agravarea situaţiei până la apogeul deja binecunoscut.
Penetrarea Islamului în cele mai diverse areale geografice şi comunităţi umane se explică, între altele, prin simplitatea şi democratismul subsidiar al ei, prin faptul că nu pretinde nimic împotriva naturalului din om, nu face apel la asceze, renunţări, acţiuni ieşite din comun, nu propune idealuri cu neputinţă de atins. Islamul este un ghid de orientare pe înţelesul tuturor, pentru viaţa omului, pentru înălţarea lui spirituală. Din perspectivă etică, Islamul promoveazâ principii de moderaţie, înţelegere, caritate şi justiţie socială si niciodata nu culpabilizează omul. Acesta nu este răspunzător de nedreptăţile şi păcatele comise de părinţi, de strămoşii săi şi nici măcar de Adam, primul om. Coranul spune că nimeni nu va purta povara altuia şi dacă cineva sâvârşeşte un rău, acesta se contabilizează în propria lui pagubă. Fericirea poate veni doar prin buna conduită, asumată conştient, personal, de fiecare. În mod evident exista si in acest domeniu interpretri diferite, specifice unor perioade si regimuri istorice diferite.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Kısa adı fitre olan “sadaka-ı fidr” e, orucun bitmesiyle vacip olmasından dolayı “zekâtül fıdr”, nefsi temizleyip amellerin sevabını artırdığı için de bedenin zekatı anlamında “zekâtül beden” denir.
Fitre vermek vaciptir. Fitrenin nisabı (zenginlik ölcüsü) aynen zekatın nisabı gibidir. Aralarındaki fark zekat nisabının üzerinden bir tam sene geçmesi gerekir. Fitre nisabının üzerinden ise sene geçmesi şart değildir. Ramazan içinde dahi maddi durumu iyi olmayan bir insan arefe günü veya bayram sabahı bayram namazından önce varlıklı duruma gelse fitresini ödemesi vacip olur.
Fitre oruç esnasında bilmeden yapılan hataların keffareti sayılacağı için esas vacip olduğu vakit bayram günü sabah namazının vaktinin girmesiyle başlar. Bayram namazına başlayıncıya kadarki sürede devam eder. Ancak bu kısa vakitte verecek ihtiyaçlı kişi bulamama ihtimalinden dolayı daha önceden ödenmesi de caizdir. Fakat bayram namazından sonraya kesinlikle bırakmamak gerekir. Önemli bir mazeretinden dolayı bayram namazından önce ödeyemeyenler daha sonra gene ödeyeceklerdir ama öncekinin yerini tutamadığı kesindir.
Yukarda anlattığımız ölçüde fitre ödemesi gereken kişi kendi fitresiyle birlikte küçük çocuklarının ve bakmakla mükellef olduğu insanların da fitresini ödemesi vaciptir. Bu cümleden olarak bayram sabahı bayram namazından önce dünyaya gelen bir çocuk da dahil küçük yaştaki çoçuklarının her birinin fitresini ödemek vacip olur. Eşinin fitresini onun isteğiyle ödeyebilir. Fakat ödemek mecburiyetinde değildir. Fitre ve zekat anne baba ve her iki taraftan dedeler hariç birde evlat ve torunlar hariç, muhtaç olan her türlü yakınına ve akrabaya verilir.
Bir fitre, insanın kendi yediğinin ortalamasından bir günlük yiyeceği karşılayacak miktarda olmalıdır. Bu da Hollanda ölçülerine göre en az 10,- Hfl, ortalama 15,-Hfl olabilir. Daha çok ödeyen ise daha hayırlı bir iş yapmış olur.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Toplumumuzun bugun gecirmekte oldugu hizli degisim, sahip oldugumuz degerlerde yipranmayi beraberinde getirmektedir. Yasadigimiz bu yipranmanin bir sonucu olarak goruyoruz ki, insanlarin birbirleriyle olan iliskileri, diyaloglari degismektedir. Ahlaki degerler bozulmakta, dun buyuk tepkilerle karsilabilecek cogu durumlar, artik normal Kabul edilmektedir.
Hic suphesiz bu konuda asil vazife ailelerindir. Kucuk yastan itibaren aile icinde dogru metodlarla verilmis dini egitim, sadece dinini taniyan bir genclik yetistirmekle kalmaz, ayni zamanda saglam bir sahsiyet ve karakter olusumunada onemli katkilar saglar.
Kucuk yaslardadan itibaren cami ve cemaate siklikla katilarak, evinde bubarek gun ve gecelerde manevi bir atmosfer yasayarak ibadetleri taklit eden bir cocuk, gencliginde dininin gereklerini hakikatine uygun bir sekilde yasamaya baslayacaktir.
Insanin en heyecanli ve dinamik oldugu zamanin genclik yillari olmasi, bu donemde yanlislara dusme ihtimalini dogrudan arttirir. Dolayisiyla, surekli elestirip suclayarak gencleri kendimizden koparmak yerine, en uygun arac uslubu kullanarak dogru ve guzel olana yoneltmek durumundayiz.
Diger taraftan, Fahr’i Cihan Efendimiz’in (s.a.v) el Emin sifatini, peygamberlik vasifesinden cok once, genc yaslarinda kazanmis olmasi, ortam nasil olursa olsun genc yaslarda ustun vasiflar kazanilabilecegine bir isarettir. Gunumuzde her yanlista yalnizca ortami suclu bulan anlayis dogru degildir. Ortam elbette yonlendiricidir, fakat insanoglunun kendi azmi ve iradesi de vardir.
Asri saadetteki cami ve cemaat anlayisi da carpici misallerdendir. Mescid-I Nebevi’nin bir kosesinde bulunan ehli Suffe’deki genclerin, o cagda Allah’in dininin yayilmasinda ve yasanmasinda buyuk katkilar saglamasi dikkat cekicidir. Oysa bu gune geldigimizde, yetiskinlerimiz camiye gelen gence tahammulsuzluk gostermekte; namazdaki bir kusurundan dolayi acimasizca elestirmekte; gencleri on saflara bir turlu yakistiramamaktadir.
Cocuklari ve gencleri egitirken, onlarla munasebet kirarken, en mukemmel insani Allah Resulu s.a.v. ornek alinmalidir. Zira rabbimiz, Andolsun ki Resulullah’ta sizin icin, Allah’a ve ahiret gunune kavusmayi umanlar ve Allah’i cok zikredemler icin mukemmel ornek vardir buyuruyor.
Allah Resulu’nun s.a.v. cocuklara bile selam verdigi, onlarla usanmadan oyunlar oydadigi, torunlar namazda omuzuna ciktiginda dusmesinler diye secdeyi uzattikca uzattigi biliniyor. Biz bu gun cocuklarimizin seccadamizin onunden gecmelerini bile cezalandirirken, onlari surekli kisitlayip baski altinda tutarken, sahi, Allah Resulu’nu ornek mi almis oluyoruz?
O, on sekiz yasindaki Usame b. Zeyd’i r.a. ordunun basina komutan tayin ederken, cocuk yaslarindan itibaren Hz. Ali’ye r.a. onemli gorevler verirken genclere guveniyor; sahip olduklari meziyetleri vi dinamizmi hayata gecirmelerine ortam hazirliyordu. Genellikle yapildigi uzere, gencleri hep potansiyel suclu gibi gorerek, acimasiz elestirilerle hirpalayarak, onlara asla guvenmeyerek, elbette Hz. Peygamber ornek alinmis olmaz.
Hepimizin bildigi bir hakikat var: On iki-on bes yaslarinda buluga ermis bir insani Cenabi Allah, tam bir birey olarak kabul ediyor. Ama gunumuz yetiskinleri on-yedi on-sekiz yasindaki genci neredeyle muhatab kabul etmiyor. Ustunluk yasta degil, sahip olunan fazilet ve takva iledir.
Nitekim Islam tarihine baktigimiz zamanda, zulmun karsisinda adaletin, batilin karsisinda hakkin sesi olmus gencler goruyoruz.
Islam’in o zorlu yillarinda gencleri goruruz. Hz. Ali r.a. Islam’in sancaktarligini yaparken, Fahr-r Alem’in s.a.v. hicretinde onun yatagina yatarak canini feda etmeye hazirlanirken bir gencti. O genc asaletten sonra velayetin sultani oldu, Allah’in Aslani diye adlandirildi.
Genc bir kole iken hak dinle muserref olan, butun eza ve cefalara ragmen ehad diye haykirmaktan vazgecmeyen muezzinlerin seyyidi Hz. Bilal-i Habesi de r.a. bir gencti.
Cok zengin ve narin biri iken, Islamla sereflendikten sonra turlu iskencelere maruz kalmis, Uhud’da sancagi tasirken Resulullah’i koruma ugrunda sehid edilen Mus’ab b. Umeyr r.a. bir gencti.
Bu ornekleri verirken bir gerceyi gozden kacirmamak lazim, o gercek sudur: Her ornek gencin hamurunda, kamil bir terbiyeci vardir.
Her devirde hak ve hakikate susamis genclik, gunumuzde de fitratinin meyline uyarak buyuk bir istiyakla iyiyi ve guzeli arayis icindedir.
Unutulmasin ki bu alem bos degildir. Hak ve hakikat onlarin sahsinda temsil edilmistir ve kiyamete kadar da bu temsiliyet devam edecektir.
Hakiki olan dava her zaman taze ve genctir. Genc dava ise her zaman ve her yerde genc insani fethetmeye devam edecektir.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Kelime anlamı artma, temizleme anlamına gelen zekâtın:şeriat yani islam literatüründeki anlamı: Allah’a ibadet niyetiyle belirli ölçüdeki bir malın belli bir miktarını yine belli kişilere vermeye zekat denir. (1)
Zekat hicretin 2. senesinde, ramazan orucundan önce farz kılınmıştır. (2)
Muhkem bir farz olan zekatın farz oluşu kitapla (Kur’an-ı Kerimle), mütavatir sünnetle (hadisle) ve mütevatir icma’ ile sabittir. (3)
Ebubekir el-Razi: zekatın geçikmeli olarak farz olduğunu dolayısıyla servetinin bütününü kaybeden kişi zekatını geçiktirmiş olmasından dolayı tazmin etmesi farz olmaz dedi. Ebul Hasan el-Kerhî: hemen acele ödenmesi farzdır dedi. Imam Muhammed’den de bu görüş nakledildi. Zira o: “zekâtını ödemeyenin şahitliği kabul edilmez.” dedi. Zekât muhkem bir farzdır, terki mümkün değildir. Inkar eden ise küfre düşer.
Zekât hür, akıllı ve bulüğ çağına ermiş olan, senenin başında ve sonunda ihtiyacından fazla olarak ve borcunu çıktıktan sonra nisaba malik olan her müslümana farzdır.
Bu tariften anlaşıldığı üzere zekatta sekiz şart aranmaktadır. Beşi mal sahibinde üçüde malın kendisinde. Mal sahibinde aranan şartlar: 1. Buluğ cağına ermiş olmak 2. Akıllı olmak. 3. Müslüman olmak 4. Hür olmak 5. Borçsuz olmaktır.
Malda aranan şartlar ise: 1. Tam bir nisaba ulaşmış olmak 2. Hakikaten veya hükmen artmakta olmak 3. Üzerinden bir yıl geçmiş olmaktır.
Bayram; ramazan boyu yemeden içmeden ve hertürlü istek ve arzularından kendilerini alıkoyarak oruç tutan müslümanların ve ailelerinin, orucun bitimiyle sevince kavuştuğu ve vaadedilen mükâfata kavuşmakla manen huzur bulduğu bir gündür. Bayram günü sabah namazının vakti girince bir miktar bir şeyler yiyerek sabah namazını mescidde kılmak üzere çıkmak en iyi olanıdır. Camiye giderken mümkünse çocukları ve cami müsaitse hanımları da camiye götürmek eftaldir. Çünkü bayram herkesin bayramıdır. Sahih hadis kaynaklarına baktı-ğımızda Resulullah (s.a.v) efendimizin bayram namaz-larını mescidin dışında musalla denen açık sahada kıldığı ve bu musallaya çocukları ve kadınları da hatta adet ve lohusalık hastalığı gibi özrü olanlarıda topladığını görmekteyiz. Ancak burada bir şeyi de doğru anlamak gerekiyor Resulullah (s.a.v) kendilerine cuma namazı ve bayram namazı mecbur olmayanlar arasında kadınları saymaktadır. Cumaya ve bayrama gelebilen hanımların gelmesi başkadır, farz veya vacip olduğu için gelmek mecburiyetinde olmaları başkadır. Hanımlara cuma namazı ve bayram namazı mecbur olmamakla birlikte katılmalarında da bir sakınca yoktur. Ve katıldıkları takdirde vaaz dinlerler, kendi aralarında birbirleri ile görüşürler, namaza iştirak ederek sevabından nasiplerini alırlar. Ama bütün bunları yaparken erkeklerle aynı safta kesinlikle olamayacakları gibi mescidlere girip çıkmaktada erkek kadın karışımına meydan vermemeye ve kıyafetlerinin islamî tesettüre uygun olmasına kesinlikle uymaları gerekir.
Bu vesileyle hepimizin bayramını tebrik eder bütün insanlığın saadetine ve hidayetine vesile olmasını niyaz ederiz.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
21 Ekim 2005 tarihinde, T.C. Bükreş Büyükelçisi – Sayın Ahmet Rıfat Ökçün Bey, T.C. Köstence Başkonsolosu Sayın Serap Ataay Hanım ve Din Ateşesi Ahmet Erdem Bey, Türk Yatırımcıların Derneğin Başkanı – Sayın Ahmet Çiftçi Bey ve Romanya Müftüsü – Yusuf Murat Bey, Ramazan Ayın nedeniyle, hep beraber Türk iş adam-larından topladıkları malzemeleri, Mecidiye “Kemal Atatürk” Kolejine, öğrencilerine ve Mecidiye’deki Müslüman kardeşleri-mize hediyeler dağıttı-lar. Bu kampanyayı uzun süredir tasarla-yan Büyükelçiliğimiz ve TÜYAB bugünde de devam ettiler.
Mecidiye'deki Müslüman kardeşleri-min adına teşekkür-lerimizi sunuyoruz ve “ALLAH KABUL ETSİN!” diyoruz.
Vildan Bormambet
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
24-28 Eylül tarihleri arasında SPECİAL OLİMPİKS DOSTLUK OYUNLARI yer aldı. Bu olimpiyada Türk takımı da geldi. Şimdi Türkiye’ den gelen spor grubunun başkanı Nurcan Kahiyoğlu hanımla yaptığımız röportajı sunuyoruz.
Rep. – Romanya’ya hoş geldiniz!
N.K. – Teşekkür ederim. Hoş bulduk!
Rep. – Romanya’ya gelişinizin sebebi nedir?
N.K. – Romanya’ya çocuklarımızla birlikte Güney Doğa Avrupa Özür Olimpiyatlar çerçevesi içinde yapılan Dostluk Oyunları’na katılmak üzere geldik.
Rep. – Grubunuzu takdim edebilir misiniz?
N.K. – Biz 15 kişilik bir ekip olarak Türkiye’den geldik. Bu 15 kişi içerisinde 11 sporcu öğrecimiz 7’si futbol, 2 masa tenisi, 2 öğrencimiz de atlet olarak geldi. Onun dışında yönetici olarak ben geldim, üç tane de antrenörüm öğretmenlerimle birlikte toplam15 kişi olarak geldik. Kafile başkanı olarak, ismim Nurcan Kahiyoğlu. Beden eğitim öğretmenim futbol antrenörümüz ayni zamanda kendisi Samet Öncül, atletizm antrenörümüz Kubilay Kızıboğa ve masa tenisi antrenörüm Yıldırım ÖzçelikYürek’le birlikte toplam15 kişi olarak buradayız.
Rep. – Hangi yarışmalara katılacaksınız?
N.K. – Bir grup öğrencimizi futbol müsabakasına katılıyoruz, iki öğrencimiz masa tenisi, iki öğrencimiz de atletizm müsabakalarına katılacağız.
Rep. – Bu yarışma ile ilgili beklentiniz nedir?
N.K. – Öncelikle şunu söyleyim: tüm çocuklar, dünya çocukları, hepsi bizim çocuklarımız.
Biz istiyoruz ki, sadece bizim düşüncemize kalmasın, çocuklarımız bu dostluğu, bu kardeşliği tüm dünya çocukları ile birlikte sporu vesile ederek kardeş olmalarını arzu ediyoruz. Farklı bir ülkede bile olsa, sporun tek dili olarak dostluk mesajı verdiğini onlara da hissettirebilmek.
Rep. – Bu yarışmalara başarılar diliyorum.
N.K. – Teşekkür ediyorum, çok sağ olun. Tek bizim için çok önemli olan başarı öğrencilerimin her zaman olduğu gibi sadece bu grupla biz müsabakalara katılmıyoruz çocuklarımız hakikatten spor çok önemli bizim için, özellikle bu çocuklarımıza kendine güven, özgüven kazandırmak adına çok önemli. Benim bir yönetici olarak sporcu öğrencilerimden tek beklentim ülkeme en doğru şekliyle temsil edebilmek. Bizim istediğimiz daha önceki müsabakalarda da benim bir tek ödül var öğrencilerimden en gentilmen takım olma ödülü. Buradan bu ödülü almayı düşünerek geri dönmek istiyorum. Onun dışındaki başarı çocukların başarıdır. Ben istediğim tek ödül en iyi en gentilmence şekilde sporu kardeşilk ve dostluk içinde yaparak geri dönebilmek.
Rep. – Bu güzel mesaj için çok teşekkür ederim.
N.K. – Ben de teşekkür ederim, böyle bir fırsat verdiğiniz için. Burada sizlerle kendimi ülkemde gibi hissettim. İyi ki geldik, iyi ki sizleri gördük.
Röportajı yapan Subihan İomer
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În data de 22 octombrie 2005, la Colegiul Naţional „Kemal Atatürk” din Medgidia, a avut loc şedinţa de lucru cu temele: Programele şcolare de limba şi literatura turcă şi religie islamică; Manualele şcolare de limba şi literatura turcă.
Şedinţa a fost condusă de d-na inspector Leman Ali din cadrul M.E.C., Departamentul Învăţământ pentru Minorităţi.
La şedinţă au participat d-na Ulgean Ene, inspector I.S.J. Constanţa, d-nul Ervin Ibraim, preşedintele Comisiei de învăţământ a UDTR, d-nul Iusuf Murat, muftiul Cultului Musluman din România, d-nul Chengiali Erdin – director Colegiul Naţional „Kemal Ataturk”, d-nul Aksit Tahsin – director adj. Colegiul Naţional „ Kemal Ataturk”, profesorii de limba turcă şi religie islamică din cadrul Colegiului „Kemal Ataturk” din Medgidia şi metodiştii voluntari: Vildan Bormambet, Abduraman Ikbal, Seidali Feidan, Iomer Subihan.
Vildan Bormambet
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
3 Ekim 2005 tarihinde Romanya’nın Mecidiye kentinden Türkiye’ye -Yalova’ya, bir öğrenci gurubu gittiler. Öğrenci gurubu, Mecidiye’nin tüm okullarından( 7 ilkokul ve 4 lise) en başarılı öğrencilerinden oluşmuştur. Onları Yalova’nın Belediye Başkanı Barbaros Binicioğlu kabul etti. Öğrenci gurubu 10 ekime kadar orada bulundular.
Yalova ile Romanya’nın Mecidiye kenti arasındaki kardeş şehiri ilişkileri eğitim alanında geliştiriliyor. Iki belediye arasında görüşmeler neticesinde Mecidiye’den Yalova’ya giden 12 öğrenci ve 3 öğretmen kafilesi, ilinin okullarında incelemeler yaptılar ve yalova ilinin hakkında gezilerde bulundular. Bu projeyi Mecidiye Belediye Başkanı Du-mitru Moinescu teklif etti ve Yalova Belediye Başkanı Barbaros Binicioğlu memnu-niyetle kabul etti.
Ikili görüşmeler neticesinde Yalova’ya giden grubun ar-dından, yakın bir zamanda oradan da Romanya’ya başarılı öğrencilerin yer alacağı bir gurubun geleceği belirtildi. Belediye Başkanı Barbaros Binicioğlu’nu, eğitim alanında başarılı öğrencilerin karşılıklı ziyaretlerle iki ülke arasında ilişkilerin gelişmesini sağlayacağını söyledi.
Başkan Binicioğlu makamında ziyarette bulunan Yücebilgili Ilköğretim Okulun öğrencileri Romanya’dan gelen öğrenci grubuyla karşılaştılar, onlarla bir süre sohbet ettiler ve ikinci gün için okullarına davet ettiler.
Ikinci gün Yalova Milli Eğitim Müdüru Şefki Genç.
Yalova’da ziyaret ettikleri okullar şunlardır: „Cumhuriyet” Iklöğretim Okulu (okul müdürü- sayın Fatih Şatıroğlu öğrencilere birer okul çanta ile okula gereken malzemeler hediye etti), „Yücebilgili” Ilköğretim Okulunda, „Mehmet Akif Ersoy” Ilköğretim Okulu (Mecidiye’deki „Constantin Brăncuşi” Ilöğretim Okulu için Türkçe yardımcı kitaplar hediye etti), Anadolu Fen Lisesi, Anadolu Turizm ve Otelcilik Lisesi, Anadolu Çiçekçilik Lisesi ve Bursa’da da „Emine Örnek” Eğitim Kurumları. Son okullan ve Yunanista’dan bir okullan Mecidiye’deki „Constantin Brăncuşi” Okulu Sokrates Programından Comenius 1 ortak bir proje yapacaklar.
Bu güzel günler için özellikle her iki belediye Başkanlarına, Moinescu Dumitru ve Barbaros Binicioğlu Beylere, Özer Koyuncu Beye, Sinan Çolakoğlu Beye, Ali Çolakoğlu Beye ve grubun rehberine – Volkan Göroğlu Beye candan teşekkürlerimizi bu kanalıyla da sunuyoruz.
Romanya’daki ogrenci grubun rehberi ve ayni zamanda da Romanya Demokrat Turk Birligin “Hakses” gazetesinin temsilcisi -Vildan Bormamabet Hanım, YAFEM Başkanı Özer Koyuncu Beyle görüşmelerden sonra 2006’daki festivaline “Mehtap”- kadınlar korosu katılmaları için dir davetiye teklifi aldı.
İşte bilgi alış-verişi
Çocuklarımız için yeni ufuklar
Onlara sağlık ve başarılar diliyoruz!
Vildan Bormambet
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Preşedintele României, Traian Băsescu, a efectuat o vizită oficială de două zile în Republica Turcia. Din delegaţia oficială au făcut parte Ministrul de Stat pentru Coordonarea Activităţilor din Domeniul Economic, Gheorghe Pogea, Ministrul Justiţiei, Monica Macovei, Ministrul Culturii şi Cultelor, Adrian Iorgulescu, consilierii prezidenţiali Theodor Stolojan, Adriana Săftoiu şi consilierii de stat Anca Ilinoiu si Elena Udrea.
Vizita a început cu o ceremonie de depunere de coroane la Mausoleul „Kemal Ataturk” şi a continuat cu întâlnirea dintre preşedintele României şi omologul său turc, Ahmet Necdet Sezer. Preşedintele Traian Băsescu a declarat că a venit cu multă plăcere în Turcia, având sentimentul că se află în vizită la prieteni.
La sfârşitul convorbirilor oficiale dintre cei doi şefi de state, preşedintele Turciei a afirmat într-o declaraţie de presă că nu există probleme politice între România şi Turcia, ceea ce reprezintă o bază solidă pentru dezvoltarea relaţiilor bilaterale.
Preşedintele României şi omologul său turc au semnalat, în acest context, colaborarea economică foarte bună, Turcia fiind al patrulea partener comercial al României. Cei doi preşedinţi au subliniat că nivelul schimburilor comerciale în anul 2004 a atins suma de 3 miliarde USD, existând toate premisele ca în 2005 această valoare să treacă pragul de 4 miliarde USD. Preşedintele Traian Băsescu a precizat că în România funcţionează, în prezent, peste 8.688 de firme cu capital turcesc sau mixt, de care sunt legate investiţii directe totalizând, la 31 iulie 2005, peste 442 milioane USD.
Preşedintele Ahmet Necdet Sezer a subliniat că Turcia consideră România un partener sigur şi că paşii făcuţi de ţara noastră în domeniul privatizării au stimulat investitorii turci să intre pe piaţa românească.
Preşedintele Turciei a felicitat România pentru semnarea Tratatului de Aderare la 25 aprilie a.c., afirmând că acest moment reprezintă un pas istoric ce va apropia şi mai mult cele două ţări, pe care le uneşte un obiectiv comun.
Totodată, preşedintele Sezer a apreciat sprijinul pe care ţara noastră îl acordă Turciei în procesul de integrare în Uniunea Europeană şi speră ca România să împărtăşească pe mai departe din experienţa dobândită în negocierile cu UE.
Preşedintele Traian Băsescu a subliniat că nu există divergenţe de abordare politică între cele două state şi a apreciat, la rândul său, sprijinul pe care Turcia l-a acordat în procesul de integrare în structurile nord-atlantice. „A venit rândul nostru să afirmăm că Turcia se poate bizui pe România în drumul spre Uniunea Europeană. Vom transfera guvernului turc experienţa acumulată în procesul de aderare, pentru ca Turcia să negocieze rapid şi eficient acordul cu Uniunea Europeană”, a afirmat preşedintele Traian Băsescu.
Cei doi preşedinţi au susţinut de asemenea promovarea unui climat de democraţie şi securitate în regiunea extinsă a Mării Negre, preşedintele Băsescu menţionând că această regiune va fi mai sigură când Turcia va fi membră a UE.
În cadrul vizitei, ministrul român al Justiţiei, Monica Macovei şi vice-prim ministrul şi ministru al Afacerilor Externe al Republicii Turcia, Abdullah Gul, au semnat „Acordul de Asistenţă Judiciară în Materie Civilă între România şi Republica Turcia”.
Semnarea acestui acord creează cadrul necesar pentru soluţionarea rapidă a cauzei civile de drept comercial, civil şi de dreptul familiei în care sunt părţi cetăţeni sau firme din celălalt stat. Potrivit acordului, cetăţenii unui stat se vor bucura în celălalt stat de egalitate de tratament, ca şi proprii cetăţeni, în privinţa accesului la autorităţile judiciare din celălalt stat, inclusiv în privinţa procedurilor, taxelor, termenelor prevăzute de propria legislaţie. Acordul se aplică atât pentru persoane fizice, cetăţeni ai unuia dintre statele contractante, cât şi persoanelor juridice, respectiv firmelor care au sediul înregistrat în unul dintre cele două state. Acordul va fi supus ratificării de către parlamentele celor două state şi va intra în vigoare după schimbul instrumentelor de ratificare.
Cu prilejul vizitei, preşedintele României a mai avut convorbiri cu domnul Bulent Arinc, preşedintele Marii Adunări Naţionale a Republicii Turcia, şi cu domnul Tedo Japaridze, secretar general al Organizaţiei Cooperării Economice la Marea Neagră “OCEMN”.
Departamentul de Comunicare Publica
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
· Persoanele care nu au fost la scoala niciodata sau care nu au absolvit invatamantul primar pot merge din nou la scoala
· Progamul este organizat de Ministerul Educatiei, iar inscrierile se fac in lunile octombrie, respectiv februarie
Ministerul Educatiei si Cercetarii (MEdC) organizeaza, in premiera in invatamantul national, cursuri pentru cei care nu au mers la scoala niciodata sau care au abandonat pregatirea in ciclul primar. Programul are ca scop sprijinirea copiilor, tinerilor si adultilor pentru inceperea sau continuarea studiilor primare, a declarat ieri, ministrul Educatiei, Mircea Miclea. El spune ca in programul “A doua sansa pentru invatamantul primar” se pot inscrie persoane care au depasit cu cel putin patru ani varsta de scolarizare corespunzatoare invatamantului primar si care nu au parcurs nici o clasa din invatamantul primar sau care au abandonat pe parcurs si au depasit varsta maxima legala pentru reinscrierea in invatamantul primar. Inscrierile se fac in lunile octombrie, respectiv februarie, pe baza de cerere, depusa la secretariatul fiecarei scoli organizatoare. In cazul in care persoanele doritoare sa se inscrie in program nu au documente de identitate, acestea sunt acceptate, urmand sa finalizeze procedurile pentru obtinerea documentelor pana la sfarsitul clasei a IV-a. Conducerea unitatii de invatamant se va adresa autoritatilor locale/politiei pentru a solicita sprijinul in vederea obtinerii documentelor de identitate. Programul are o durata flexibila, dar se poate micsora pentru fiecare elev in parte, in functie de competentele dovedite in domeniul educatiei de baza.
Pentru anul scolar 2005-2006 in programul “A doua sansa pentru invatamantul primar” cursurile incep in 10 octombrie, iar primul semestru dureaza 16 saptamani, respectiv pana la 10 februarie 2006. Semestrul 2 incepe in 20 februarie 2006, dureaza 17 saptamani si se incheie in 16 iunie.
Forma de organizare a procesului de invatamant in programul “A doua sansa pentru invatamantul primar” poate fi in regim de zi, seral, comasat, conform deciziei luate de catre Consiliul de Administratie al fiecarei scoli, impreuna cu elevii inscrisi in program.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
O çocuklar, ki bugünün küçüğü, yarının büyükleridir. Onlar ki, evlerimizin susmayan bülbülleri, solmayan gülleridirler. Yuvalar onların varlığıyla mutlu, gönüller onların gülüşüyle umutlu, parlak ve bahçeler onlarla cıvıl cıvıl
Bir an için düşünün lütfen
Çocuklar olmasaydı neye yarardı oyuncaklar? Salıncaklarda hangi sevgiler sallardık salkım saçak? Kim gülerdi böylesine gül renki, böyleyse hayat kıvamında
? Kim sallardı uçurtmaları gökyüzünün sonsuz maviliklerine? Kim çağırırdı yıldızları karanlık gecelerimizde yeryüzüne? Neye yaradı tekerlemeler?
Masalları kim dinlerdi uzun kış gecelerinde?
Fırtınalar kudururken sokaklarda, göğüsümüz sıcaklığına kim sinerdi?
Çocuk ümit demektir. Çocuk demek mutluluk, heyecan, sevgi demektir. Çocuklar ki bizim yaşayacak olan temsilcilerimizdirler. Bizden devraldıkları hayatı, yeni ufuklara taşıyacaklardır.
Öyleyse gelin onları gül yüzlerinden geleceği okumak için, gönüllerine sevgiyi ve doğruluğu yazıp, onları hayata en güzel şekilde hazırlayalım
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Selâm verdim hepinize
Selâmımı aldınız mı?
Kim olduğumu bildiniz mi?
Selâmımı almazsanız
Bir daha gelmem kapınıza!
Vurdum davulumu sırtıma
Çıktım köyün kenarına
Geldi büyük bir fırtına
Attı beni Kobadin sırtına.
Davulumum ipi ipek
Daladı beni bir köpek
Yarın alacağım bir tüfek
Öldüreceğim beş on köpek.
Ev üstünde kedi gezer
Ben sanarım kiremit ezer
Yeni gelin yeni damat
Damağında şeker ezer.
Işte geldi bayram ayı
Hazırlayın mahramayı
Ucuna bir kaç miliyon parayı
Gönderin gelsin burayı.
Türkülerle türkülendik
Türkülerle büyüdük
Türkü olduk, türkü dolduk
Biz Türkülerle hayat bulduk
Türkü derledik
Dağdan, taştan, insandan
Türkü derledik
Sevenden, sevilenden, kahırdan
Türkü estirdik
Her ilden, her kazadan
Türkü estirdik
Elimize geçen sazdan
Türkü dinledik
Yürekteki sevgiden
Gönüldeki ezgiden
Sazdan, sözden, şiirden
Türkülerle tükülendik
Türkülerle büyüdük
Türkü olduk, türkü dolduk
Biz türkülerle hayat bulduk
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În urma dezastrelor produse de inundaţiile din numeroase localităţi din ţară, la solicitarea Uniunii Democrate Turce din România, personal a d-nului Osman Fedbi-preşedinte şi a d-nului Ibram Iusein-deputat, mai multe asociaţii, fundaţii şi instituţii din ţara noastră, precum Fundaţia Taiba, Fundaţia Tuna, Fundaţia Avrasya, TÜYAB, TIAD, Ambasada Turciei, Consulatul Turciei, au sărit în întrajutorarea semenilor aflaţi în suferinţă. Ajutorul a constat în produse alimentare, îmbrăcăminte, articole de uz casnic, mobilier, materiale de construcţii şi diverse alte obiecte utile în gospodărie. Toţi au fost alături de semenii lor în acele momente de deznădejde şi disperare încurajându-i şi ajutându-i. Nimic pe lumea asta nu este mai importantă ca viaţa şi sănătatea oamenilor. Casele pot fi reconstruite şi obiectele din case pot fi înlocuite.
Vom pune mână de la mână şi acolo unde este tristeţe şi deznădejde vom aduce bucurii şi speranţă.
Un semen de-al nostru, d-nul Osman Ismail, aflat în imposibiltatea procurării unor proteze necesare operaţiei ce i-ar reda sănătatea a fost ajutat de 4 oameni de suflet. Primul care i-a întins mâna a fost d-nul deputat Ibram Iusein. Împreună cu alţi 3 prieteni au putut, pentru că le pasă, să adune suma de 1000 de euro, sumă necesară operaţiei. Încă o dată un om a putut fi ajutat şi salvat. Într-o familie necăjită au putut aduce lacrimi de bucurie şi speranţe d-nii: Halit Öztürkmen, Osman Zeiti, Omer Nazif, Ibram Iusein cărora le mulţumim pentru că le pasă şi sunt alături de oameni aflaţi în impas. Allah să-i ajute pe toţi cei care îi pot ajuta pe semenii lor în momente de cumpănă. Numai în acest fel vom fi cu toţii mai buni, mai fericiţi.
Lista sponsorilor cu sumele acordate:
Melek Osman
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Anul acesta Turcia îşi serbează cea de-a 82 aniversare de la proclamarea republicii, în anul 1923. Cu o populaţie de 68.893.918 după recesământul din anul 2004, care trăiesc pe o suprafaţă de 780.452 kmp. Ankara cunoscută sub numele de Angora până în 1930, şi în perioada clasică Ancyra, este capitala Turciei şi al doilea ca mărime după Istanbul. Are o populaţie de 3.482.000 locuitori (2003). Cele mai mari oraşe fiind Istanbul, Ankara, Izmir.
Ţară in Sud-Vestul Asiei si in Sud-Estul Europei, incluzind Peninsula Asia Mica si o parte din Estul Peninsulei Balcanice, separate prin Marea Marmara; este marginita de Marea Neagra, Marea Egee si Marea Mediterana; se afla intre Bulgaria si Georgia si intre Grecia si Siria.
Centrul tarii este ocupat de Podisul Anatoliei cu altitudinea de 800 – 1.500 m, incadrat de Muntii Pontici la Nord si Muntii Taurus si Antitaurus la Sud. In Vest, podisul se prelungeste cu culmi muntoase paralele, iar in Est se uneste cu Podisul Armeniei, inalt, cu aspect muntos, fragmentat de depresiuni, deasupra carora se ridica vulcani stinsi. Inguste cimpii litorale. In partea europeana se intinde Podisul Traciei Orientale.
Relatiile Bucurestiului cu Ankara au fost un adevarat model in perioada postdecembrista. Imediat dupa 1990, contactul multor români cu străinatatea s-a facut prin Turcia, acolo unde nu era nevoie de viza de intrare. Turcia ocupă locul al optulea între ţările care fac schimburi comerciale cu ţara noastră şi locul al patrulea pentru importuri. Schimburile comerciale bilaterale sunt de miliarde de dolari, investitiile sunt notabile, iar minoritatea turca din tara noastra este un model de comportament si integrare activa cu majoritatea romaneascaTurcia a ajutat intotdeauna România in campania de intrare in NATO
În contextul creşterii pericolului terorismului în lumea islamică, o putere laică precum Turcia este un factor de stabilitate în Europa şi nu numai. Ea este puntea dintre Est si Vest, dovada ca Occidentul si Orientul pot convieţui in pace si prosperitate. Turcia este singurul stat democrat pluralist laic din lumea musulmană fiind un model de democraţie islamică şi a acordat în perioada modernă o mare importanţă dezvoltării relaţiilor cu tările europene Turcia a devenit membru fondator al Naţiunilor Unite, este membră NATO, a Consiliului Europei, OCED. Ea a făcut paşi importanţi spre integrare, aplicând un program naţional dedicat acesteia. Cu data de 3 octombrie Parlamentul European a decis începerea tratativelor de aderare a Turciei la Uniunea Europeană.
Abdulah Gul a declarat că prezenţa Turciei în U.E va spori diversitatea acesteia.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Republica Turcia a fost fondată pe 29 octombrie 1929 şi Kemal a fost ales primul preşedinte al ţării. În practică a fost un dictator moderat, deşi forme de democraţie au fost impuse. Prestigiul lui a fost atât de mare în majoritatea anilor 1920 că a fost foarte puţină opoziţie faţă de guvern. Deşi admira unele părţi ale Uniunii Sovietice şi Italiei Fasciste, el nu era nici comunist nici fascist: proprietatea privată a fost protejată şi încurajată iar inamicii politici nu sufereau de obicei mai rău ca exil din provincii. Kemal avea un program încorporat în deviza partidului său (Partidul Republican al Poporului), constând în “şase stele”: republicanism, naţionalism, secularism, populism, etatism şi revoluţie. Baza programului său era planul de secularizare şi modernizare a Turciei.
Califatul a fost abolit în martie 1924, şcolile religioase au fost desfiinţate în acelaşi timp şi legea musulmană (Sharia) a fost desfiinţată, fiind înlocuită de codul civil elveţian, codul penal italian şi codul comercial german.
Egalitatea femeilor a fost încurajată de căsătoria lui Mustafa Kemal cu o femeie educată în Vest, Latife Hanim, în 1923 (au divorţat în 1925 şi a început legalizarea prin declararea unor legi. În decembrie 1934 femeilor li s-a dat voie să voteze pentru membri din parlament şi să deţină locuri în parlament.
Kemal a văzut fezul (pălăria otomană) ca un simbol al feudalismului şi a interzis-o.
Cea mai revoluţionară reformă a fost înlocuirea alfabetului arab, cu care limba turcă fusese scrisă de secole, cu alfabetul latin în 1928 De altfel, interdicţia musulmană împotriva alcoolului a fost ridicată. Lui Kemal îi plăcea foarte mult alcoolul turc (raki) şi-l consuma foarte mult.
În 1934 o lege i-a forţat pe turci să-şi adopte nume de familie în stil vestic. Adunarea i-a dat lui Kemal titlul de “Atatürk”, însemnând “tatăl turcilor”.
Ideologia oficială a regimului a fost proclamată în 1931 ca “Kemalism”. Înainte, în 1930 a creat Partidul Republican Liberal ca partid de opoziţie, condus de asociatul său Ali Fethi Okyar Bey, de dragul democraţiei, dar atitudinile reacţionare ale noilor membri au dus la închiderea partidului.
La 10.38 dimineaţa, pe 10 noiembrie 1938, Mustafa Kemal Atatürk a murit în Palatul Dolmabahçe din Istanbul.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Cea mai valoroasă poetă a turcilor dobrogeni cu care ne mândrim şi a căror lucrări le aşteptăm cu nerăbdare şi-a lansat cel de-al şaselea volum de versuri “Güz Manzaraları” într-un cadru festiv la Biblioteca Academiei -Amfiteatrul Heliade Rădulescu.
D-na Emel Emin s-a născut în anul 1938 în localitatea Dobriç-Bulgaria. Într-o familie de învăţători de unde a şi moştenit talentul scriitoricesc, cât dragostea faţă de tradiţiile şi obiceiurile turcilor.
Şcoala primară şi gimnazială a studiat în localitate, după care a plecat în Sofia să studieze Liceul Pedagogic Turc. Talentul şi inteligenţa de care dădea dovadă au determinat să-şi continue studiile superioare la Universitatea de Stat Kliment Ohriţchi din Sofia secţia orientalistică.
Timp de şapte ani a predat limba turcă în Bulgaria. Venita în vizită la rudele mamei în România l-a cunoscut pe Emin Atilla cu care s-a căsătorit având doi copii Tamer şi Inci. Între anii 1972-1999 apredat limba turcă la în diferite şcoli din Constanţa. Începând cu anul 1999 predă literatura turcă la Facultatea de Litere specialitatea română- turcă.
D-na Emel Emin are multiple cercetări în domeniul literaturii turce. A participat cu comunicări la diferite simpozioane în ţară şi peste hotare (Turcia, Cipru).
Este membră a “Societăţii de Lingvistică Turcă”, a “Uniunii scriitorilor din România”, a “Societăţii Scriitorilor din Cipru-Europa”.
Cartea “Güz Manzaraları” evocă femeia din secolul XX-XXI ca o membră a societăţii în care lupta pentru existenţă, femeia în familie, cât şi femeia care caută iubirea şi admiră frumosul.
Dar mai departe vă urăm lectură plăcută.
Minnacık, narin, sesi güzel bülbül,
Seni hep hevesle dinler her gönül.
Yürüyen durur sesin yayılınca,
Canlanırız ötüşünü duyunca.
Dolaşırsın hep köy, şehir, bağ, bahçe,
Varlık başka olur seni dinledikçe.
Sonra uçar gidersin enginlere,
Canının seçtiği sessiz yerlere.
Hürriyete sevinirsin sevinir,
Kanatlarını çırpar, sonra gerir.
Amacın değildir bir av aramak,
Yalnız egemen olmaya bayılmak.
Türlü türlü dans edersin semada,
Zevkle oynarsın o temiz havada.
Baika bir iey görünmez hiç gözüne,
Bayılarak uçarsın hep engine.
Yorulunca konarsın yeşil dala,
Duyguların akar ardı ardına.
Her günkü işlerinden yorgun-argın
Yatağına giren kız gibi dalgın,
Düşünürsün “gül” denen dilberini,
Kalbin bilir güzeli sevmesini.
Bunca çiçek içinde onu seçtin,
“Güzeller güzeli” diye beğendin.
Ötersin besteleri âşık bülbül,
Sesini işitince gülümser gül.
Masal havası yayılır dünyaya,
Müzik ve sevgi gelir bir araya.
Bakışın gözlerimde,
Bakışım gözlerinde.
Topluyor kalbim gözün ışıklarını.
Duyuyorum içimin nasıl yandığını.
Gönül öyle mürekkep bir şey ki,
Görünmeden kaplıyor benliği.
Akıl öyle bir bekçi ki,
Vermiyor kolay gönle girme izni.
Arada bir şüphe yakıyor içimi.
Acaba gözlerinde okuduğum sevgi mi?
Yapmacık ve muvakkat değil mi?
Acaba bir ömür boyu sürecek mi?
İnsanların çoğu iki yüzlü.
Dünya aldatmalarla yüklü..
Her şey geçici, her şey değişiyor.
Yeni zaman, yeni sevgi getiriyor.
Bir gün bakarsın en derin sevgi,
Değişmiş, olmuş kin zehri.
O vakit içime kapanıyorum,
Sevgimi korumaya çalışıyorum.
Yalnız kendini sever bazıları,
Başkalarından beklerler sevgi, saygı.
Ancak, karşılıksız saygı acıdır,
Bu, dünyanın yazılmamış yasası.
Hatırla Nergis’in güzelliğini,
Gören her kızın onu sevmesini.
Kimseye dönüp bakmayan güzelin
Kendine vurulmaktan ölmesini.
Ömrüm boyunca gönlümdeydi sevgim.
Yandı, yandı devamlı yandı kalbim.
Günlerimin sonu yaklaşsa bile,
Başkasını hiç görmedi gözlerim.
Engin deniz durmadan çalkanıyor,
Dalga dalgayı devamlı siliyor.
Zaman da bu gün yeni belireni,
Yok ediyor çok geçmeden izini.
Sanat adamı da doğadan parça,
Her şeyin geçiciliğin farkında,
Yine de duramıyor güzelliksiz,
Geçiremiyor yaşamı esersiz.
Gönül her yerde güzellik arıyor.
Güzelliğe güzellik katmak istiyor.
Her bedenin ihtiyaçları gibi,
Gönlün de ihtiyaçları var belli.
Zaman silecek çabalarımızı,
Ve yok edecek yaptıklarımızı.
Yine de anlamlı yaşamalıyız,
Güzellik, iyilik için çalışmalıyız
Bahar, yaz, güz çiçeklerinin zamanı geçti,
Ömür bazen anlamsız, bazen anlamlı geçti.
Heveslerle yaşadık, hep uçuyorduk sanki.
Çalıştık, ömrü tükenmez sayıyorduk sanki.
Farkındayız, güneşli, sıcak günler azaldı,
Güz sonuna doğru bizde hevesler azaldı.
Güzün, ürünümüzü toplamağa başladık.
Ömrün kısaldığını anlamağa başladık.
Gördük güz mevsiminin de özelliklerini,
Yaşam çirkinliklerini, güzelliklerini.
Kışın nasıl geleceğini henüz bilmeyiz,
Nasıl bitecektir bir gün ömrümüz, bilmeyiz
İstesek de, istemesek de ilerliyor zaman.
Değiştiriyor her, her şeyi, işitmiyor “aman”.
İstesek de, istemesek de gidiyor şu gençlik,
Rüzgâr gibi gelip, yanıp, fırtına gibi geçip.
İstesek de, istemesek de geliyor yaşlılık.
Ömrün sonunu üzgün haber ediyor halsizlik.
İstesek de, istemesek de azalıyor günler.
Her şey değişmekte, yaşam ancak birkaç yıl sürer.
Önemli olan, her dakika bilinçlı yaşamak,
Pişman olmayacak şekilde dünyadan ayrılmak.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În perioada 14-15 octombrie 2005 la Bucureşti s-a desfăşurat un important simpozion cu tema”Diversitatea etnică şi integrarea europeană”. Uniunea Democrată Turcă în parteneriat cu Academia Română – Institutul de Cercetare al Calităţii Vieţii, Asociaţia Italienilor din România şi Guvernul României – Departamentul Relaţii Interetnice.
Deschiderea lucrărilor a avut loc la Biblioteca Academiei – Amfiteatrul Heliade Rădulescu. În cuvântul de deschidere dr. Mictat Amet Gârlan a accentuat faptul că circulă un nou concept “Integrarea Europeană” şi se pune accent ca minorităţile naţionale să se afirme.
Din partea Ministerului Educaţiei şi Cercetării direcţia generală – Învăţământ în limbile minorităţilor a vorbit d-na Ali Leman. Dânsa în lucrare a pus problema manualelor şcolare ale minorităţilor ştiindu-se că manualul şcolar defineşte cultura pedagogică a unui popor. Deoarece şi manualul pentru minorităţi este oglinda activităţii de predare învăţare, acesta nu trebuie să aibă conţinut discriminativ. Manualele şcolare pentru minorităţi trebuie să fie concepute pentru toate categoriile de elevi, pentru toate tipurile de inteligenţă şi să faciliteze însuşirea limbii materne.
O lucrare interesantă a avut d-na dr. Maria Ciobanu Băcanu subliniind că politica României privind raporturile interetnice dintre români, care constituie 89,5% din populaţia ţării, şi cele 20 minorităţi naţionale, care deţin o pondere de 10,5% a fost marcată de obiectivul instruirii şi practicării în viaţa de toate zilele a principiilor pluriculturalismului şi interculturalităţii ştiut fiind că pacea, înţelegerea şi cooperarea dintre majoritari şi minoritari, oricare ar fi aceştia, este condiţia primordială a dezvoltării interne şi a acceptării în comunitatea largă europeană, pe plan extern. A trăi împreună grupuri umane cu culturi şi rădăcini istorice diferite înseamnă a accepta diversitatea sub forma pluralismului cultural şi a schimburilor culturale reciproce şi România a acceptat-o şi a practicat-o.
Lucrările expuse au fost multe şi interesante. Tot în prima zi s-a lansat cartea d-nei Emin Emel. Autoarea şi-a recitat poeziile în turcă şi română încântând auditoriul.
Din partea U.D.T.R. Filiala Bucureşti profesorul Abdula Kerim, a prezentat lucrarea „Din istoria reglementărilor internaţionale privind drepturile colective şi individuale din domeniul minorităţilor”. Tot din partea U.D.T.R. Leila Cârciumaru a prezentat „Turcii din România, istorie şi prezent”. Mustafa Uzeir şi Ayşe Gârlan au prezentat „Ada Kaleh, un paradis pierdut, iar Urfet Ablez “În memoriam, Memet Ablay, destinul unui intelectual în România comunistă”