Senatul Universităţii „Ovidius“ a validat alegerile la noile facultăţi ale Universităţii. La Facultatea de Arte, consiliul profesoral a ales, cu unanimitate de voturi, în calitate de decan, pe Dl. Prof. univ. dr. Ibram Nuredin.
Este pentru noi, etnicii turci, un prilej de mândrie şi satisfacţie că Preşedintele Uniunii noastre are această recunoaştere a calităţilor şi capacităţilor sale manageriale din parte comunităţii academice constănţene.
Personalitate marcantă a comunităţii turce dobrogene, Prof. univ. dr. Ibram Nuredin este autorul unor lucrări, comunicări, studii şi articole de valoare certă din domenii precum: filosofia culturii şi a valorilor, filosofia şi istoria religiilor, istoria, cultura şi civilizaţia turcă, relaţii interetnice.
Prof. univ. dr. Ibram Nuredin a scris: „Dicţionar de concepte şi idei filosofice“ (1994), „Comunitatea musulmană din Dobrogea. Repere de viaţă spirituală“ (1998 şi 1999) – în limba română şi în limba turcă, „Literatură şi filosofie“ (1998) – autor şi coordonator, „Fundamente ale filosofiei“ (2000), „Islamul şi valenţele lui“ (2001), „Filosofia şi istoria esteticii“ (vol. I, 2001), „Filosofia şi istoria religiilor“ (2001).
Prof. univ. dr. Ibram Nuredin are o contribuţie însemnată la revitalizarea învăţământului în limba turcă, sprijinind specializările de turcă – română şi turcă – engleză din Colegiul Universitar „Mustafa Kemal Ataturk“ şi Facultatea de Litere a Universităţii „Ovidius“, este Directorul gazetelor „Hakses“ şi „Genc Nesil“ ale U.D.T.R., autor – în colaborare – a Proiectului Statutului Cultului Musulman din România, membru al Consiliului de conducere al Centrului Internaţional de Studii Română – Turcă „Mustafa Kemal Ataturk“ de pe lângă Universitatea „Ovidius“.
Prof. univ. dr. Ibram Nuredin a primit, în timp, numeroase diplome, distincţii şi premii ce atestă profesionalismul, valoarea sa ştiinţifcă, de om de cultură şi dragoste de oameni, de participant activ la viaţa comunităţii.
La prima ediţie a Salonului Naţional de Carte, desfăşurat la Constanţa, Preşedintele U.D.T.R., Dl. Prof. univ. dr. Ibram Nuredin, Decanul Facultăţii de Arte a primit din partea organizatorilor Premiul Special pentru cartea de ştiinţă – filosofie. Lucrarea premiată se intitulează «Filosofia şi istoria religiilor» şi a apărut la Editura «Ovidius University Press» Constanţa.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Her yıl 29 Ekim’de ulusça bayram yapıyor, sevinç ve coşku içinde Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümünü kutluyoruz.
Bu mutlu güne kavuşuncaya dek ulusumuz çok kötü günler geçirdi. Bir yandan bilgisizlik, yoksulluk içinde kıvranırken bir yandan da düşmanlarla savaşmak zorunda kaldı. Türk ulusu gerçek benliğine, özgürlük ve egemenliğine ancak Cumhuriyet döneminde kavuştu, işte bu nedenledir ki, Cumhuriyet Bayramı bizim en büyük ulusal bayramlarımızdan birisidir.
Cumhuriyetten önce Türkiye padi-şahlar tarafından yönetiliyordu. Ülke yö-netiminin başında padişah adı verilen tek bir insan bulunuyordu. Tüm yetki padi-şahındı. Padişah buyrukları yasa yerine geçerdi. Ulusun ve halkın yönetimde hiç-bir söz hakkı ve yetkisi yoktu. Padişahlık miras yoluyla babadan oğula geçerdi.
Türkiye altı yüzyıllık bir süre içinde padişahlar tarafından yönetildi. Akıllı ve bilgin birer kişi olan ilk padişahlar ülkeyi adaletle yönetmeye çalıştılar. Zamanla-rında ulusumuz uzun yıllar saygınlığını korudu. Fakat son padişahlar ülke sorun-larından çok kendi çıkarlarını düşünmeye başladılar. Çağın yeniliklerine sırt çevirdiklerinden Avrupa ülkeleri ilerlerken biz geri kaldık. Kısa sürede Türkiye ve Türk toplumu yoksullaştı. Savaşlarda eskisi gibi başarı sağlayamaz oldu. Son girdiği Birinci Dünya savaşından da yenik çıkınca; düşmanlar bunu fırsat bildiler. Türk toprağını paylaşmaya karar verdiler. Padişah da onların bu isteklerini onaylamak zorunda kaldı.
Fakat Türk ulusu sahipsiz değildi. Daha doğrusu kendi çıkarlarını koruyamayacak kadar çaresiz değildi. 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkan büyük asker Mustafa Kemal Paşa’nın çevresinde toplandı ve düşmanlardan temizlemek için kararlar alındı. Bu kararları gerçekleştirmek için padişah yönetiminden ayrı bir yönetime gereksinim vardı.
23 Nisan 1920 de Ankara’da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Meclis Başkanlığına Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) getirildi. Türk Ulusu artık geleceği hakkında karar verme yetkisine kavuşmuştu. Türk Ulusunun egemenliğine kavuştuğu tüm dünyaya duyuruldu. Yurdu düşmanlardan temizlemek için kesin karar alındı, iki yıl süren kurtuluş savaşı 30 Ağustos 1922 zaferi ile sonuçlandı. 9 Eylül’de tümüyle yenilen düşman denize döküldü.
24 Temmuz 1923 de Lozan barış antlaşması yapıldı. Bu antlaşma ile Türk Ulusu bu günkü sınırları içinde bağımsızlığına kavuşmuş oldu.
Artık yurt düşmanlardan temizlenmişti. Yeni yönetime bir ad bulmak gerekiyordu. 29 Ekim 1923’te toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihi kararını verdi. Yeni Türk devletinin şekli Cumhuriyet olarak ilan edildi. Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı oldu.
Cumhuriyetin ilanı tüm yurtta, köyde, kentte büyük bir coşku içinde kutlandı. Günlerce şenlikler düzenlendi. Türk Ulusu egemen olmanın, yönetimde söz sahibi olmanın mutluluğunu tadıyor, sevinç ve coşku içinde bayramını kutluyordu.
İşte her yıl 29 Ekimde bu mutlu günün yıldönümünü Türkiye’de de Türkiye’nin dışında yaşayan tüm Türk toplumları tarafından kutlamaktadırç
Cumhuriyet Nedir?
Cumhuriyet en iyi yönetim şeklidir. Kısacası halkın kendi kendisini yönetmesi demektir. Yönetimde gerçek söz sahibi halktır. Halk bu hakkını kendi arasından beğenip seçtiği temsilciler aracılığı ile yerine getirir.
Halk tarafından seçilen bu temsilciler mecliste halk adına ve halk yararına kararlar alır, yasalar yaparlar. Yasama ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Meclis üyeleri her dört yılda bir yapılan seçimlerle yenilenir.
Cumhuriyet Bayramı’nda Neler Yapılır?
Cumhuriyet bayramı her yıl 28 Ekim öğleden sonra başlar ve 30 Ekim gününe kadar devam eder.
Şehir, kasaba ve tüm köylerde resmi ve özet binalar bayraklarla donatılır. Caddelere taklar kurulur. Cumhuriyetin önemini belirten pankartlar asılır. Cadde, sokak ve alanlar ışıklandırılır. Okullarda bayramdan önce sınıflar süslenir. Tören hazırlıkları yapılır. Çeşitli gösteriler düzenlenir.
29 Ekimde alanlarda düzenlenen bayram törenine halk, devlet ve özel kuruluşlar, askeri birlikler ve okullar katılır. Günün önemini belirten konuşmalar yapılır. Şiirler okunur. Geceleri fener alayları düzenlenir. Davullar çalınır, ulusal oyunlar oynanır. şarkılar ve marslar söylenir. Şenliklere 30 Ekim gece yarısına kadar devam edilir.
Gülten Abdula
Faydalı zararlı ne?
Düştü Gazi’miz öne,
Sormazlardı kendine.
Koşup dururdu millet,
Sultanın emrine.
Böyle kalmışlık geri,
Uzun yollardan beri.
Düşman yok karşımızda,
Yabancılar girerken,
Hiç durmadan ileri.
Ata’mızın izinde,
Gittikçe daha zinde.
Dünyayı geçeceğiz;
Cumhuriyet devrinde.
Arka çevirip düne.
Otuz yıl önce bizi
Kavuşturdu bugüne.
Sultan yok başımızda,
Milletin hür sesi var;
Yükselen marşımızda.
Devrimler dizi dizi,
Dünya seyreder bizi
Hele bir dokun da gör;
Dalgalanmış denizi
Zeki OZAN
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
„Herkes size selam vermek istiyor. Ama ben öyle düşünmüyorum. Sana selam vermek içimden gelmeli.“
yukarıdaki cümlelerde herkes, size, ben, sana kelimeleri aynen isim gibi, varlıkları anlatmak için kullanılmıştır.
Herkes; isimleri söylenmekte bitmeyen veya söylenmek istenmeyen kişilerin hepsini, birden anlatan kelimedir.
Siz; kendisine söz söylenenleri anlatır.
Ben; söz söyleyeni anlatır.
Cümlede isimlerin yerini tutan ve söyleyenle kendisine söylenen kimseleri hatırlatan kelimelere zamir adı verilir.
Zamirler; şahıs zamirleri, işaret zamirleri, belgisiz zamirleri, soru zamirleri, iyelik zamirleri ve ilgi zamiri olmak üzere altıya ayrılır.
Bir duygu, bir düşünceyi ve bir isteği tam olarak anlatmak için kurulan kelime dizisine cümnle denir.
Bu millet benim gibi daha binlerce Mustafa Kemal (Atatürk) çıkarır.
Cümleler büyük harfle başlar, sonlarına nokta konur. Anlamına göre cümle sonlarına soru ve ünlem işaretleri de konulur.
Cümle kuruluşunda görev alan kelimelere cümlenin öğeleri denir.
Bu öğeler:
Cümlede iş, oluş, eylemi anlatan veya bir hüküm bildiren kelimelerdir. Bunlara aynı zamanda fiil de denir. Yüklem, fiilin cümle kuruluşunda görev almış şekilidir.
Dün bize Ahmet geldi. ? yüklem
Öğretmenimizi yolda gördüm. ? yüklem
Arkadaşlarımızı çok seviyorum. ? yüklem
Çocuklar her zaman güzeldir. ? yüklem
Cümlede yüklemin bildirdiği işi yapan veya bir oluş içinde bulunan kelimedir.
Turgut kitabı açtı.
özne – yüklem
cümlesinde açma işini yapan kimdir? Turgut.
O halde bu cümlede Turgut öznedir. Özneler yalin halde bulunur.
Özne ile yüklemin uygunluğu:
Özne ile yüklem arasında iki türlü uygunluk aranır:
Öznenin yaptığı isten doğrudan doğruya etkilenen varlığı bildiren kelimelere nesne adı verilir.
„Göçmen kuşları çok severiz.“ cümlesinde özne biz, yüklem severiz, kelimesidir. Sevme işinden etkilenen varlık ise göçmen kuşlardır.
Nesneler cümlede, ismin –i hal ekini alırsa belirtili nesne ek almazsa belirtisiz nesne olur.
Yüklemin anlamlı çeşitli yönlerden tamamlayan veya kuvvetlendiren kelimelere tümleç adı verilir.
(Ben) Ayşe’yi okulda gördüm.
gizli özne – nesne – tümleç yüklem
cümlesinde gördüm yüklem, (ben) özne, okulda tümleç Ayşe’yi ise nesnedir.
Örnekler:
Kasım Usta oğlunu hemen dukkana soktu.
özne – nesne tümleç tümleç yüklem
(o) Çocuğun omuzlarını sıvazladı.
gizli özne – nesne – yüklem
Prof. Nermin ASAN
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Tarihin yücesine,
Koşarak kutlu izden,
Erildiği gün, bugün.
Hürriyet bahçesine,
Girildiği gün, bugün.
Koşarak kutlu izden,
İlk hedef Akdeniz’den,
Sonsuz emele giden,
Varıldığı gün, bugün.
Ünlüsü bayramların,
Şereflerin, şanların,
Uğrunda ne canların,
Verildiği gün, bugün.
Alın açık, yüzler ak,
Aydın artık her şafak,
Kalplerin bayrak bayrak,
Girildiği gün, bugün.
Sonucu kara bahtın,
Devrilen tacın, tahtın,
Sultanın, saltanıtın,
Kovulduğu gün, bugün.
Kutlu olsun ey millet,
Canımız Cumhuriyet.
Zaferin demet demet,
Derildiği gün, bugün.
Mehmet İhsan BULUR
Cumhuriyet Bayramı
En sevinçli gün bize.
Diye söze başladı,
Öğretmenim dün bize.
Kurtuluş Savaşı’nı,
Kazanınca ordumuz,
Temizlendi düşmandan,
Baştan başa yurdumuz.
Padişahlık devrini,
Temelinden devirdik.
Yurdumuzu apaydın,
Bir cennete çevirdik.
İsmail Hakkı SUNAT
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În perioada 1-10 septembrie 2002, la Ankara s-au desfăşurat cursuri de perfecţionare pentru profesorii care predau limba turcă şi religie islamică în şcolile din Dobrogea.
Această acţiune a fost finanţată de TIKA (Agenţia Turcă pentru Dezvoltare şi Cooperare), agenţie subordonată direct primului-ministru al Republicii Turcia.
Coordonatoarea proiectului a fost d-ra drd. Neriman Molali, bursieră a statului român in Turcia
Au participat la aceste cursuri 20 de profesori din şcolile româneşti unde se predă limba turcă drept disciplină de învăţământ încadrată în trunchiul comun.
Totodată cu acest prilej o delegaţie condusă de prof. Ervin Ibraim, preşedintele Comisiei de Învăţământ a U.D.T.R. şi prof. Gevat Ismet Nejdet, preşedintele Comisiei de Învăţământ a U.D.T.T.M.R. s-a întâlnit la Ankara cu diverşi reprezentanţi ai unor instituţii de prestigiu din Turcia.
Astfel delegaţia a avut întrevederi succesive la TIKA, cu d-nul Mehmet Ali Erdem, preşedintele instituţiei, la Ministerul Educaţiei şi Cercetării cu d-nul Okan Özcan, director general al Direcţiei Relaţii Externe, la Consiliul pentru Învăţământ Superior cu d-nul Tahsin Kesici, membru în conducerea acestei prestigioase instituţii, la Ministerul Afacerilor Religioase cu d-nul conf. dr. Şamil Dağcı, preţedintele Consiliului Superior al ministerului.
De asemenea delegaţia a fost primită la Guvernul Turciei de d-nul Birol Dok, coordonator din partea primului-ministru al Centrului pentru studenţii din lumea turcă.
În cadrul discuţiilor cu oficialităţile turce, din partea U.D.T.R. a luat cuvântul d-l prof. Ervin Ibraim, care a prezentat situaţia comunităţii turce din România precum şi sistemul de învîţământ pentru minorităţile naţionale din România.
Putem concluziona că au fost 10 zile pline cu întâlniri constructive care sperăm că se vor concretiza în binele turcilor din România şi a unei colaborări fructuoase.
Ervin Ibraim
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Comunitatea turcă din Bulgaria este fără îndoială cea mai mare din Balcani, fără Republica Turcia formând mai mult de 10% din populaţia republicii de la sud de Dunăre dând dovada de o mare vitalitate în afirmarea identităţii sale etnice şi religioase. Ceea ce părea de necrezut în urma cu 15-20 de ani într-un stat comunist pregătit să îşi demonstreze puritatea etnică prin orice mijloace are loc astăzi într-un stat democratic, cu adevărat european cu un cadru legal care asigură unele drepturi cultural-lingvistice şi politice, fără însă a recunoaşte un caracter aparte pentru diferitele minorităţi etnice sau religioase. Partidul politic condus de domnul Ahmet Doğan este astăzi partener la guvernare şi una dintre cele mai respectate formaţiuni ale scenei politice de la Sofia. „Mişcarea pentru drepturi şi libertăţi” se bucura de sprijinul marii majorităţi a populaţiei turce din Bulgaria dar şi a unei părţi a populaţiei majoritare, ceea ce poate parea de necrezut intr-o regiune unde afiliaţiile politice se bazeaza mai mult pe criterii religioase şi etnice decât pe considerente privind platforma sau orientările formaţiunii respective. Tragedia din anii `80 când sute de mii de etnici turci au fost expulzaţi în masă de guvernul comunist a lăsat totuşi urmări profunde asupra comunităţii, urmări ce se pot vedea la mai multe nivele: social, demografic, economic etc Estimările privind numărul celor plecaţi au fost făcute de foarte mulţi specialişti variind de la câteva mii la cateva sute de mii, depinzând de sursa. Pentru ca să vadă acest proces cutremurător, pentru a înţelege această catastrofă umană trebuie să se meargă în satele abandonate sau în localităţile rurale unde populaţia turco-musulmană a trăit sute de ani şi să vadă casele sau lăcaşurile de cult părăsite în paragină şi la mila naturii şi a oamenilor. Aceste comunităţi din munţii Rodopi sau din Dobrogea de Sud au suferit enorm, multe din ele fiind astăzi extincte cu membrii împrăştiaţi din Turcia până în Vestul Europei şi în tot Orientul. O situaţie deosebită a suferit-o comunitatea tătarilor turco-musulmani din Dobrogea de sud care a emigrat forţat în Turcia astăzi pierzându-şi aproape orice fel de vitalitate prin dispersarea în lume. Populaţia tătară putea fi găsită în întreaga regiune a Deliormanului dar astăzi cu greu mai poti gasi ceea ce a fost pierdut, o parte a moştenirii noastre comune culturale ca rasă umană indiferent de etnie sau religie. Lăcaşurile de cult musulmane închise în timpul prigoanei comuniste au fost rar redeschise iar construcţia unora noi durează mult datorită unei birocraţii obişnuite micii noastre bucăţi de Terra, dublată de necesitatea unor fonduri materiale destul de mari pentru a putea readuce totul la ceea ce era normalitate. Totuşi nu se poate să nu ramâi adânc impresionat de puterea de rezistenţă a acestor oameni, care de multe ori au luat totul de la capăt reconstruindu-şi familia şi propria identitate, bazându-se într-o măsura mai mică sau mai mare pe identitatea comuna, care ar trebui câteodată să fie înaintea celor personale, pe care suntem atât de obişnuiti să o preţuim mai sus de orice altceva, poate chiar în van. La inceput de mileniu III comunitatea turcă din Bulgaria beneficiază de drepturi aproape de standardele europene, totuşi rămănând încă multe de făcut la nivel local în multiplele probleme cu care o societate moderna se confruntă. Continuitatea ei etnico-religioasă numai este pusă la îndoială şi convieţuirea paşnică alături de majoritatea bulgară nu mai e doar un proiect al bunelor intenţii. Integrarea europeana, proces ce cuprinde încet dar sigur întreaga regiune impune atât majorităţii cât şi minorităţii găsirea unor soluţii de durată pentru convieţuirea comună, în conformitate atât cu legile umane cât şi cu cele divine.
Mihai Isac, Ervin Ibraim
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Amsterdam Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hermann Brijder başkanlığındaki 20 kişilik uluslararası bilim he-yeti, Nemrut‘ta restorasyon çalışması yapmak için Adıyaman’a geldi. Uluslararası Nemrut Vakfı’ nın desteği ve koordinatör-lüğünde yürütülecek resto-rasyon çalışması 2 yıl süre-cek. Uluslararası Nemrut Vakfı Başkanı Maurice Crijns, 2 bin yıllık zengin bir tarihi kurtarmaya çalıştıkla-rını ifade ederek, “Nemrut‘ ta, çok önemli tarihi zenginlikler bulunuyor. Zamana bağlı aşınmalar nedeniyle, bir çoğu tahrip olan heykelleri restore edeceğiz” diye konuştu
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Ne olup bittiğini bile anlamadan okyanusun sularına gömüldük. Dalgalara bir dalıp bir çıkıyordum. Büyük bir dalga beni yine altına aldı. İki saniyelik bir zaman içinde soluk aldım. Dalgalar çakilince kuvvetle ileri atıldım. Ayağamın yere değdiğini hissettim. Kıyıya doğru yürümeye başladım, ama art arda gelen dalgalar beni yeniden sulara gömüyordu. Sonunda düşe kalka kayalıklara varabildim. Bir süre dinlendikten sonra kıyıya ulaştım. Çimenlerin arasına boylu boyunca uzandım. Kendimden geçmişim.
Gözlerimi açıp kendimi bu şekilde emniyette bulunca bakışlarımı göğe çevirip, hayatımı bağışladığı için Tanrı’ya şükrettim. Bütün onlardan hiçbirini görmemiştim. Gördüğüm üç şapka, bir başlık ve iki ayakkabı tekiydi. Kuma oturan gemimiz çok uzaktaydı.
İyice kendime gelince nerede olduğumu anlamak için çevreye bakınmaya başladım. Elbiselerim ıslaktı. Değişecek elbisem yoktu. Üstelik karnım da açtı. Ağzıma koyacak bir tek lokmam yoktu. Ya açlıktan ölecek ya da vahşi hayvanlar tarafından paramparça edilecektim. Bunları düşününce neşem kaçtı. Üstelik yalnız biraz tütün ve bir bıçak vardı. Gece yaklaşıyordu. Bu yerde vahşi hayvanlar varsa ne olacağını düşünmeye başladım.
Şimdilik yapılacak tek şey bir ağaca çıkmak ve geceyi orada geçirmeli. İçecek tatlı su aradım. Bulunca kana kana içtikten sonra açlığımı nasıl gidereceğimi düşündüm. Ama öncelikle bir barınak gerekiyordu, çünkü hava kararmak üzereydi. Çevremi inceledim. Sonunda geniş dallı, iri gövdeli bir ağaca tırmanarak dallar arasına yerleştim. Son derece yorgun olduğum için tatlı ve derin bir uykuya daldım.
Uyandığımda güneş çoktan doğmuştu. Deniz sessiz ve sakindi. Gemimiz sularda sürüklenerek çıktığım kayanın yakınına gelmişti. Tüm ümidim gemideydi. Çünkü orada yiyecek ve işime yarayacak bir şeyler bulacağımı ümit ediyordum.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Milyonlarca yıl önce, yeryüzünde en fazla bulunan hayvanlar sürüngenlerdi. Bunlar, soğukkanlı hayvanlardı. Gövdeleri pullarla örtülüydü. Sürünerek hareket ediyorlardı. Bu devirde yeryüzünde henüz insan yoktu. İlk sürüngenlerden bazılarında kanat ve tüyler gelişti. Uçmayı öğrendiler. İşte bunlar ilk kuşlardı.
Kuşlar nasıl uçar?Kuşlar havada kalmak için kanat çırpar. Bazı kuşlar ise hava akımlarından yararlanarak kanat çırpmadan, süzülerek uçar. Uçmaya hazırlanan bir kuşun ilk yaptığı şey vücudunu alçaltarak, bacaklarını bükmek ve kanatlarını açmaktır. Sonra bacaklarını düzleştirerek havaya sıçrar. Hemen kanatlarını çırpmaya başlar. Kuşlar, havalanınca yükselmek için kanatlarını aşağı doğru çırpar. Kanat lekeleri aralarından hava geçmesine engel olacak şekilde sıkıca birarada tutar.
Karada yaşayan en büyük kuş hangisidir?Karada yaşa-yan en büyük kuş devekuşudur. Devekuşu 2,7 m. yükseklikte ve 156 kg. ağırlığındadır.
Uçan en ağır kuş hangisidir?Sessiz kuğu uçan kuşların en ağırıdır. Ağırlığı bazen 23 kg.’dan fazladır.
En hızlı kuşDüz uçuşta; kuyruklu kırlangıç saatte 161 km.; yarış güvercini saatte 152 km. Hızla uçabilir. Balık yiyen kuşların hızı saatte 145 km., kuzu kuşunun dalış yaparken hızı ise saatte 128 km.’dir.
Havada en uzun süre kalma rekoru Kırlangıçlar yaşantılarının çoğunu havada geçirir. Yuva yaptıkları zaman bile zamanlarının yarısını uçarak geçirirler. Havada uyurlar. Uçmayı öğrendiklerinden itibaren yuva yapıncaya kadar asla karaya inmezler. Bu süre 21 ay olabilir.Çok sevilen bir meyveyim
Var diğerlerinden farkım.
Bağı olan tek meyveyim
Oluşurum salkım, salkım.
Ya yuvarlak ya da oval
Şekildeyim, bol suyum.
Sirke, pekmez, şarabım var.
Şıram ile pek ünlüyüm.
Beyaz, sarı, yeşil, pembe,
Mor ve siyah renklerdeyim.
İnce, kalın kabuğum var.
Yüzde otuz şekerliyim.
Çeşidime göre vardır
Özel kokum ve hoş tadım.
Çavuş, müşküle, razaki
Türlerimde vardır adım.
Kurutulan bir cinsimdir
Sultane ya da sultanın.
Bende bulunan maddeler;
Azot, tanen ve vitamin.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Cuvintele om sau persoană, în traducere turcă “Hun“, au suferit de-a lungul timpului diferite modificări. La începutul sec I. al anului 1000 î-H aceste cuvinte erau traduse în turcă sub denu-mirea de “Kün“, revenind apoi în sec. III şi IV la varianta de “Hun“
Istoria Hunilor este consemnată începând cu secolul IV. După datele istorice Hunii se împart în trei categorii; 1. Hunii asiatici, 2. hunii europeni (de apus) şi 3. Hunii asiei centrale (hunii albi). Perioada 220 î.H –216 d.H constituie perioada cea mai înfloritoare a Hunilor, consemnată şi în analele istoriei Chinei antice (318 î.d.H)
În consemnările făcute de chineji se spune că conducătorii Hunilor se căsătoreau cu fete din spiţă nobilă. Despre căsătoria lor scrie şi profesorul B. Ogel, într-o lucrare dedicată lui “Dede Korkut şi Oguzii din afară“, adică Hunii.
Iată ce scria autorul B. Ogel: „peţitul, ca şi răpitul fetei erau obiceiuri foarte vechi. Obiceiul încuscrii era un obicei foarte răspândit şi se desfăşura după acelaşi tipic ca la oguzii de azi.” Un alt obicei des întâlnit era cel al căsătoriilor între acelaş grad de rudenie. Acest obicei este frumos prezentat în povestirea prinţului Ci-Ho-Şan. După A. Inan aflăm că prinţul se căsătorise cu una din fetele celei mai apropiate rude. Deci Vu-Şan-Mu, cu familia prinţului Hun era pe de o parte ginere pe de altă parte socru. Cercetătorul şi antropologul B. Ongel scria că fetele care se căsătoreau cu prinţi chineji erau primite în corturi turceşti pe pereţii cărora se scriau versuri frumoase dedicate tinerei mirese. În cazul în care unul din familia regală al hunilor murea, fiul îi lua locul şi haremul îi aparţinea în totalitate. Din acest motiv observăm că exista şi posibilitatea ca mama vitregă să devină soţia fiului.
Căsătoria cu o singură femeie nu exista. Dacă soţiile erau în număr mai mare, una dintre ele devenea persoana cea mai mai de vază. La familiile de huni europeni, prima soţie avea rolul de conducător în harem, adică avea toate privilegiile. În cazul în care fratele cel mare murea, locul de soţ era luat de cel mijlociu, şi tot aşa pe rând. Averea fiului cel mare, după moarte, revenea soţiei şi copiilor acestuia, chiar dacă soţia se căsătorea cu următorul frate. Dacă în familia celui decedat nu exista un alt frate, atunci soţia văduvă avea dreptul de a-şi alege singură viitorul soţ. Dacă nu se recă-sătorea atunci se considera cap de familie. În cazul în care văduva se căsătorea cu o persoană din afara gradului I de rubedenie, atunci averea moştenită era lăsată rudelor soţului decedat.
Toate aceste tradiţii şi obiceiuri erau legate de faptul că averea trebuia să fie la un loc şi familia să prospere. Toate au povestite acum 2150 de ani de către un vezir de spiţă hună.
Türklerde adam, insanü halk manasında olan “HUN“ şeklinde, V. asırdan önce “KUN“olarak, IIIçIVç asırlarda “Hun“ diye telaffuz edilmiştir.
Hunların tarihini ancak IV. Asırdan başlayarak takip edebiliyoruz. Hunlar bellibaşlı üç gruba ayrılırlar:
1.- Asya Hunları, 2.- Batı (Avrupa) hunları, 3.- Ortadoğu Hunları (Ak Hunlar).
Hunların kuvvetli oldukları devre (M.Ö.220-M.S.216) Çinlilerle Hunlar arasında ilk muahade M.Ö.318’de oldu.
Çin kaynakları bize gösteriyor ki Hunlarda hükümdarlar muayyen bir boydan evlenirlerdi. B.Ögel Hocamızın de açıkladığı gibi Dede Korkut’daki Dış Oğuzların evlenmesi gibi. Yine B. Ögel büyüğümüzün eserlerinden öğrendüğümüzü burada yazalım. Hunlarda görücü, aracı usul avlilik olduğu gibi, kız kaçırarak evlenme de vardı. Kız kaçırarak evlenme çok eskidendi. Hunlar’da karşılıklı dünür olma adeti de yaygın. Hep bir boydan evlenme ve hep bir boya kız verme, yani karşılıklı kız değiştirme adeti vardı. Bu adetin Hunlarda olduğunu Çi- Ho- Şan adlı bir prens hakkındaki hikayeden öğreniyoruz. A.İnan hocamızdan öğrendiğimize göre, Hun hükümdarlarının birinin akrabalarından bir kızla evlenmişti. Demek ki Vu-Şan-Mu, Hun hükümdarı sülalesi ile hem güvey, hem de kayınpederdi.
Hunlarda gelin giden Çinli prensler kendi gelin odaları olan kubbeli Türk çadırları için şiirler yazdıklarını yine B. Ögel’den öğreniyoruz. Hunlarda biri öldüğü zaman haremine Ligetti’nin dediğine göre oğlu nezaret ederdi. Bunlarda baba hakimiyeti görüldüğü halde, ana hakimiyetinin izlerine de rastlanmaktadır. Yine Hunlarda üvey anne ile evlenmeye rastlıyoruz. Üvey anne ile evlenme exogaminin icaplarından olduğunu A. İnan hocamız söylüyor.
Tek kadınla evlenme olmazdı. Bir erkek birden fazla kadınla evlenince, bunlardan biri baş zevce olurdu, Batı hınlarında ilk evlenen kadın, en üstün mevkide tutulurdu. Bunlarda büyük kardeş ölünce ondan sonra gelen kardeş, ölen kardeşının karısı ile çocuklarını, eğer dul isterse alıp, kendi ailesine katabilirdi. B Ögel in açıkladığına göre, bunun miras hukuku bakımından açıklanması şöyle yapılmıştı;Kalını verilen gelin, artık erkek ailesinin malı olmuştur. Dolayısıyle ailedeki kişiler arasında, gelin ve çocukları üstüne bir miras hakkı doğmuştu. Bundan dolayı büyük kardeş ölünce, karısı küçük kardeşe düşmektedir. Dingelsedt e göre kocası ölen dulun, aile içinde başka birine varması, ancak dulun isteğine bağlı idi.
Dul istemezse, çocuklarını başında koruyucu olarak kalabilirdi. Kocasını malından ise iki pay oranında bir miras hakkı vardı. Dul dışardan da evlenebilirdi. O zaman yeni kocası kalımı eski kacasının ailesine verirdi. Hunlarda kalım geleneği insani ve ailenin bölünmezliği gibi yüksek his ve düşünceleye dayanıyordu.
Bu görüşü zamanımızdan 2150 yıl önce bir Hun Veziri nin ağzından duymuştuk. Hun veziri durumu gayet açık, kesin ve derin bir söyleşiyle anlatmıştır.
M. Ziya BİNLER
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Bu günleri kardeşçe kutlamak için Mecidiye’nin Belediye Başkanı Mircea Pintilie ile Belediye Başkan Yardımcısı Marian İordache, Yalova’dan kardeş şehrimizden misafirler davet ettiler. Yalova’nın Belediyesinden delegasyon Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Gör Bey’le birlikte katıldılar; Yafem’den delegasyon Ticaret ve Sanayı Odasından Grup ve Eğitim Komisyonun Başkanı Fatih Satıroğlu Bey katıldılar.
Misafirlerimiz şehrimize şeref verdiler, onur getirdiler. Onlara teşekkür ediyoruz ve kardeşliğimiz sonsuza kadar devam etmesini arz ediyoruz.
Bu haftanın önemli bir faaliyeti Mecidiye’deki „Constantin Brâncuşi“ ile Yalova’da „Rahmi Tokay“ okulları kardeş oldular ve bu Protokol 24 Eylül’de güzel bir torenle imzalandı. Bu faaliyete Mecidiye Belediye Başkanı Mircea Pintilie, Belediye Başkan Yardımcısı Marin İordache, T.C. Başkonsolos sayın Serap Ataay Hanım, R.D.T.B. Eğitim Komisyonun Başkanı Ervin İbraim Bey, R.D.M.T.T.B. Eğitim Komisyonu Başkanı Nejdet Gevat – İsmet Bey ve Mecidiye’deki okulların müdürleri katıldılar.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Mübarek geceler zincirinin bir halkasını teşkil eden Miraç Kandili, 03/10/2002 Perşembe gününü 04/10/2002 Cuma gününe bağlayan gecedir.
Bir çok hikmeti ve ilahi sırları içinde barındıran, feyz ve bereketiyle gönüllerimizi dolduran Miraç Kandili’ne, kavuşmanın sevincini yeniden yaşamaktayız.
Kelime anlamı ile, “gece yolculuğu” manasına gelen İsra ve “yükseğe çıkmak, yükselmek ve yükselmeyi sağlayan vasıta” anlamına gelen Miraç, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin; gecenin bir kısmında Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürldüğü ve oradan da kendisine yüce makamların gösterildiği mübarek bir gecedir.
Yüce Allah, İsra Suresinin ilk ayet-i kerimesinde: “Kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu O, gerçek anlamda işitir ve görür” buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) için pek çok şan ve şereflerle dolu olan Miraç mucizesi, biz Müslümanlar için de sonsuz rahmet ve bereketlerle doludur. Çünkü, Hz. Peygamber’in hiç kimseye nasip olmayacak şekilde Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alınıp Kudüs’deki Mescid-i Aksa’ya götürülmesi ve oradan da manevi makamlara çıkartılarak, maddi ve manevi anlamda yüceltilmesi, en büyük mucizelerden biridir. Bu mucize, Resulullah’ın şahsında insanlığın önüne açılan sınırsız bir yükseliş ufkudur. Aynı zamanda Miraç mucizesinde, maddi ve manevi yükselişe, bütün kötü duygu ve düşüncelerden, her türlü kötülüklerden temizlenerek, gerçek insanlığa ve en yüce makamlara kavuşmaya davet de vardır.
Gereği gibi çalışan, üreten ve zamanını iyi değerlendiren herkes, hangi dinden olursa olsun, çalışmasının karşılığını alır ve yükselir; çalışmayan, insanlık için bir şeyler üretmeyen mümin de olsa yükselemez. Bunun için fertlerin ve milletlerin yükseliş ve düşüşlerinin özü, Kur’an-ı Kerim’de “
Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (Ra’d Sûresi, 13/11) şeklinde ifade edilmektedir
Miraç aslında; süreklilik içinde gelişmenin ve değişmenin, her sahada ilerlemenin, toplumsal uzlaşmada, ahlakta, sevgi ve saygıda, kısaca hayatın her alanında bulunulan durumdan daha yükseğe ve ileriye atılan bir adımdır.
Dolayısıyla, unutulmamalıdır ki; toplumun huzuru, ülkenin kalkınması, devletin yükselmesi ve bekası için yapılan her türlü müsbet hareket ve atılan her adım karşılıksız kalmayacak ve Yüce Allah tarafından mükafatlandırılacaktır.
Öte yandan, Dinimizin direği durumundaki beş vakit namaz bu gece farz kılınmıştır. Bu nedenle, beş vakit namaz bize bir Miraç hediyesidir. Bunun için namaz Mü’minin miracı olmuştur. Eğer Mü’min, günde beş vakit farz namazı dikkatle ve huşu içinde kılarsa, kıldığı namaz onun için bir Miraç’dır.
Miraç gecesinde, Peygamberimiz (s.a.v)’me vahyedilen ilâhî prensiplerin bir kısmı İsra Suresi’nin 23-37. Ayetlerinde şöyle beyan edilmektedir:
“Allah’a şirk koşmayın; Ana-babaya iyilikte bulunun, saygıda kusur etmeyin; Akrabaya, fakir ve kimsesizlere, yolda kalmışlara haklarını verin; Elinizdeki imkanları saçıp savurmayın, müsrif olmayın, elinizi boynunuza bağlarcasına cimrilik de etmeyin; Çocuklarınızı geçim sıkıntısı korkusuyla öldürmeyin; Toplumu temelinden sarsan zinaya yaklaşmayın; Haksız olarak adam öldürmeyin, cana kıymayın; yetimin malına iyi niyet dışında el sürmeyin; Ahde vefa gösterin ve sözünüzde durun; Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, doğru terazi ile tartın; Bilmediğiniz şeyin ardına takılmayın. Çünkü kulak, göz, kalp.bu azaların hepsi sorumlu tutulacaktır; Yer yüzünde kibirlenerek yürümeyin”.
Görülüyor ki, bu gece bir çok kötü alışkanlıkların terkedilme-sinin gerektiği, geleceğe ait hayırlı işlerin ortaya konulacağı bir gecedir. Zira, İnsan bu dünyada nasıl yaşamışsa, kıyamet gü-nünde öyle dirilecek ve Allah’ın huzuruna dünyada yaptıklarıyla birlikte varacaktır. Bunun için Cenab-ı Hakk “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve her kes yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” (Haşr Suresi: 59/18) buyurmak suretiyle zaman zaman davranışlarımızı kontrol etmemizi istemektedir
Buna göre, bu gece; Cenab-ı Hakk’a açılan eller, O’na yönelen dua ve niyazlar geri çevrilmeyecektir. Bu düşüncelerle; kendimizi, çocuklarımızı, anne-babalarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar için dua edelim
Böylece de, hayatımızın her safhasını gözden geçirerek, bugüne kadar geçen ömrümüzün bir muhasebesini yapalım; bizi yaratan Yüce Rabbimize ve Peygamberimizin “İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olanıdır” düsturuna uyarak, Allah’ın yarattığı bütün insanlara daha yakın ve faydalı olabilmenin yollarını arayalım.
Bu duygu ve düşüncelerle, Romanya’ da yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın Miraç Kandillerini kutluyor, bu gecenin tüm İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve esenliğine vesile olmasını diliyor, Yüce Allah’ın bizleri sıhhat ve âfiyet içerisinde Berat Gecesine de kavuşturmasını niyaz ediyorum.
Mustafa ÇALIŞKAN – T. C. Köstence Başkonsolosluğu, Din Hizmetleri Ataşesi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În limba arabă, mirac înseamnă ascensiune, înălţare spirituală. În noaptea de 26 spre 27 a lunii Regep, când Profetul Mohammed a aţipit, a venit îngerul (Ce-brail) Gavril, i-a deschis pieptul, l-a spălat cu apă sfinţită (Zemzem), l-a umplut cu înţelepciune, apoi prin voinţa lui Allah a fost urcat pe un cal înaripat (Burak) şi dus de la Mescid-i Haram (Marea Moschee din Mecca la moscheia cea mare din Ierusalim (Aksa), unde împreună cu Adam, Noe, Abraham (Avram), Moise (Musa), Iisus (Isa) au făcut o rugăciune colectivă pentru iertarea păcatelor şi binele lumii. Cartea sfântă Coranul mai spune că în acel moment din cer s-a lăsat o scară pe care toţi au urcat. Aşa Profetul nostru a văyut paradisul dar şi infernul. În această noapte s-au scris şi versetele 22-29 din Sura Isra ca şi cele douăspre-zece principiile Islamului:
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Üç ayların ikincisi olan Şaban Ayı’nın on beşinci gecesine rastlayan ve mübarek gecelerden birisi olan Berat Kandili, 20/10/2002 Pazar gününü 21/10/2002 Pazartesi gününe bağlayan gecedir.
Berat, borçtan ve suçtan kurtulma anlamında olup aynı zamanda günahlardan temizlenme demektir. Zira Berat Kandili Müslümanların, sınırsız af ve merhamet sahibi olan Yüce Allah’a yalvararak günahlarından temizlendikleri, Yüce Yaratıcının affına ve bağışlamasına eriştikleri bir zaman dilimidir. Müminler için bu gece aynı zamanda birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını en yoğun bir şekilde yaşadıkları; kırgınlıklara son verdikleri; birbirlerinin gönüllerini aldıkları ve diğer kutsal geceler gibi, dini hayata canlılık kazandırdıkları müstesna gecelerden birisidir.
Bizlere her yönüyle örnek olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), böyle gecelerde dua ve ibadetle meşgul olmuşlar ve yapılacak duaların kabul olacağını bildirmişlerdir.
Hz. Aişe Validemizden rivayete göre, Efendimiz (s.a.v.), Berat gecesini ibadetle geçirmiş ve kıldığı namazın secdesinde: “Allah’ım! Senin gazabından senin rızana sığınırım. Cezalandırmandan affına sığınırım. Allah’ım! Başka değil, senden yine sana sığınırım. Zatını övdüğün ölçüde seni anmaktan aciz olduğumu itiraf ederim. Senin komşuluğun azizliktir. Senin övülmen yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen va’dettiğin şeyde, va’dinden dönmezsin. Senden başka İlah, Senden başka mabud da yoktur” şeklinde dua etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v), diğer bir hadislerinde de: “Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, o geceyi ibadetle geçiriniz ve gündüzünü de oruçla geçiriniz. Çünkü Allah Teala o gece güneş doğuncaya kadar dünya alemine rahmet nazarıyla tecelli eder ve buyurur ki: Yok mu istiğfar eden, bağışlayayım?; Yok mu rızk isteyen, rızklandıralım?; Yok mu dert ve musibete duçar olan, şifasını verelim?; daha ne gibi dilekleri olanlar varsa istesinler, verelim” diyerek bizleri bu gece ibadet etmeye ve akla en uygun her şeyi istemeye teşvik etmişlerdir..
Berat Gecesinin bir özelliği de, Kıblenin değişmesi bu gecede meydana gelmiştir. Çünkü, İslâm’ın ilk yıllarında Kabe putlarla dolu olduğu için Peygamberimiz, namazlarını Kudus’teki Mescid-i Aksa’ya yönelerek kılıyordu, fakat kıblenin değişmesini de arzu ediyordu. Bu durum Mekke’den Medine’ye hicret edinceye kadar devam etmişti. Hicretin ikinci senesi Şaban Ayı’nın on beşinci gecesi günü öğle namazını kıldırırken, ikinci rek’atında kıblenin değiştiğini bildiren âyet nazil olmuştu.
Cenab-ı Hak, “Ey Muhammed! Yüzünü göğe doğru çevirdiğini görüyoruz. Hemen seni hoşlanacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü (namazda) Mescid-i Haram yönüne döndür ve nerede bulunursanız (namazda) yüzünüzü o tarafa çeviriniz” Bakara Suresi,2/144) buyurmuştur.
Böylece de, kıble değiştirilmiş oluyordu. Peygamberimiz de derhal namaz içinde Kâbe tarafına dömüş, cemaat de Kâbe’ye yönelmişlerdi. Görülüyor ki, birliğin sembolü olan bu tarihi olay, Berat gecesinde meydana gelmişti.
Dua her zaman için makbul olmakla birlikte, bu gibi zamanlarda dualar daha çok kabul edilir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: Ey Muhammed! Kullarım beni sana sorarlarsa bilsinler ki, ben şüphesiz onlara yakınım. İsteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim” (Bakara Suresi, 2/186) buyurmaktadır.
O halde bu gece, ibadetin özü olan dualarla en güzel bir şekilde değerlendirilmeli, günahlardan temizlenmek için Yüce Allah’a el açarak tevbe ve istiğfarda bulunulmalıdır. Çünkü Ruhi bakımdan olgunluğun en yüksek derecesine yükselmiş peygamberlerle diğer insanlar arasında bu bakımdan fark yoktur. Peygamberimizin günde 70’den fazla tevbe etmesi de, be sebepledir
Berat gecesine mahsus bir ibadet yoktur. Bu gece yapılacak ibadetlerin başında namaz kılmak gelir. Bu nedenle, bu geceyi ibadetle geçirmek isteyen Mü’minler; bol bol Kur’an-ı Kerim okumalı, varsa geçmiş namazlarını kaza etmeli, yoksa nafile namaz kılmalı, tevbe etmeli, içten dua etmeli, diğer taraftan anne babanın hayır duaları alınmalı, akrabalarla olan ilişkiler güçlendirilmeye çalışılmalı, günlerinin hayırlı olmasını dilemeli, kusur ve yanlışlardan dönmeye kesin olarak söz verilmelidir
Dolayısıyla, bu gece; Cenab-ı Hakk’a açılan eller, O’na yönelen dua ve niyazlar geri çevrilmeyecektir. Bu düşüncelerle; kendimizi, çocuklarımızı, anne-babalarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar için dua edelim.
Bu duygu ve düşüncelerle, vatandaş ve soydaşlarımızın Berat Kandillerini kutluyor, bu gecenin tüm İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını diliyor, Yüce Allah’ın bizleri sıhhat ve âfiyet içerisinde Ramazan Ayına kavuşturmasını niyaz ediyorum.
Mustafa ÇALIŞKAN – T. C. Köstence Başkonsolosluğu, Din Hizmetleri Ataşesi
În această noapte care se sărbătoreşte în cea de a cinsprezecea noapte a lunii de Şaban, credincioşii se roagă pentru iertarea păcatelor. Ziua se ţine post, iar noaptea se spun rugăciuni, se citeşte din Coran şi din alte cărţi religioase.
În cartea “Islamul şi valenţele lui“ autor Prof. Dr. Ibram Nuredin, la capitolu Zile şi nopţi sfinte în Islam, atunci cînd scrie despre noaptea de Berat autorul consemnează. “Însuţi Allah ar fi spus: Nu este nimeni care să ceară să fie iertat, ca să-l iert? Nu este nimeni care să vrea mijloace de subexistenţă ca să i le dau? Nu este nimeni bolnav şi în necaz, ca să-l însănătoşesc şi să-i alung necazurile? Nimeni nu are alte dorinţe ca să i le îndeplinesc?“
cunoaşterea semnificaţiei acestor nopţi sfinte va aduce, credem noi, o cunoaştere mai bună a ceea ce înseamnă Islamul în esenţa lui şi vom putea să reducem acea neîncredere, care din păcate a încolţit în ultima vreme în sufletul creştinilor.
Nu ne rămâne decât să dorim tuturor credincioşilor musulmani nopţile sfinte să le fie cât mai aproape sufletele lor, llumina să coboare peste ei, şi Pacea şi Înţelepciunea să domine planeta.
rubrică realizată de: A. G.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Her insanın yetişmek istediğibir ülkedir İspanya;ancak eğlencenin doğduğu ülkeye etişmek hiç te kolay değil, çok çalışmamız gerekiyor. Bundan dolayı, kendimi dünyanın en şanslı insanlarından biri hissediyorum.
Bu yıl Türk Dili Milli olimpiyatında birinciliği elde ettiğimden dolayı, 6eylül-15eylül tarihleri arasında, Romanya Milli Eğitim Bakanlığı ve Köstence Gençlik ve Spor kurumunun düzenlediği Ispanya gezisine katıdım.
6 eylül cuma sabahı, tüm gebçler Ovidius Tiyatrosu’nun önünde toplanarak Bükreş’e doğru yol aldık. Aır France’ın yaptığı grevden dolayı Ispanya’ya uçuşumuz iki saat gecikti, ama bu bizi hiç rahatsız etmedi, aksine birbirimizi tanıyıp, kaynaşmamıza vesile oldu. Keyifli geçen ğç saatlik bir uçuştan sonunda Barcelona’ya indik.
Otelimize yerleştikten sonra, soluğu Ispanya sokaklarında aldık, etrafı tanıyıp, Akdeniz’in pırıl pırıl sularında yüzüp, güneşin parlaklıüıyla ısındık.
İspanya’da geçirdiğimiz ikinci gün, bu ülkenin en canlı halk geleneği olan “Fiesta Şenlikleri” yaşanıyordu. Belirli bir dinsel, anlam taşımakla birlikte toplu bir eğlence biçimi olan Fiesta’da çok eğlendik. Geç saatlerde otele dönerek, günlerin nasıl geçtiğinin farkına varamadık.
Dolu dolu geçen günlerimizde tabii ki Ispania’nın önemli geleneği olan boğa güreşlerini ayrı bir yeri var. Boğa güreşleri seyirilik bir eğlence olarak, İspanya kültürünün önemli bir öğesini oluşturuyor.
Ispanya ‘nın tarihi okadar zengin ki
Ülkenin çeşitli yerlerine yayılmış olan müzeler, zengin kültür ve sanat birikimini çokça yansıtıyor. Yaptığımız her şehir turunda bir çok tarihi yerleri gezip gördük. Pablo Picasso’nun evinde yapılan resim sergisi gerçekten felvkaladeydi.
Akdeniz üzerinde vapurla yaptığımız gezi aracaılığıyla şehri denizin ortasından görmek müthişti. Eski Saray, Kristophor Kuolumb’un dev heykeli, Barcelona Parlamentosu muhteşem bir manzara sergiliyordu.
Gitme vakti geldiğinde önce hepimiz üzüldük ancak sonra anladık ki insan her zamam ait olduğu yere dönmeli.
Bu geziyi düzeleyen Milli Eğiti Bakanlığına, Köstence Gençlik ve Spor Kurumuna, onun gerçekleşmesinde emeği geçen tüm insanlara, başta hacam olan Gelal Ferdis hanıma, Romanya Türk Demokrat Birliği kültür komisyon başkanı olan öğretmen Ervin Ibraim beye, bana gösterdiği ilgiden ve yaptığı yardımlardan ötürü ve en önemlisi sponsorluğumu üstlenen İüsein Kadir (Mamaş Kadir) beye, cani gönülden teşekkürlerimi sunuyorum
Sheilla Iaia
Spania este una dintre cele mai fermecătoare ţări ale Europei, însă este foarte greu de atins. De aceea mă simt una dintre cele mai norocoase persoane din lume. Anul acesta în urma obţinerii premiului întâi la Olimpiada de Limba şi Literatură Turcă, faza naţională, am participat la programul realizat de Ministerul Educaţiei Naţionale şi Direcţia de Sport şi Tineret – Constanţa. Programul a constat într-o călătorie în Spania, alături de toţi olimpicii naţionali din judeţul Constanţa.
Plecarea s-a făcu din faţa Teatrului Ovidius, în dimineaţa de 6 septembrie. Datorită grevei organizate de compania de zbor Air France, zborul spre Spania s-a realizat cu o întârziere de 2 ore, timp în care am reuşit să ne cunoaştem cu toţii şi să legăm chiar prietenii.
După un zbor de 3 ore, în cele mai bune condiţii, iată-ne ajunşi în Barcelona. După ce ne-am odihnit am făcut turul staţiunii Costa Brava. Toamna se instalase deja. Dar ploile şi temperaturile scăzute nu ne-au speriat şi soarele, care a strălucit pentru noi, ne-a îndemnat să ne scăldăm în apele nu prea calde ale Mediteranei.
A doua zi, marele bal al Fiestei, care se organizează în fiecare an în majoritatea oraşelor din Spania, ne-a primit cu braţele deschise. Totul a fos atât de frumos încât nici nu am realizat cum s-a scurs timpul.
Spania nu este numai oraşul nopţilor albe, este şi un important centru istoric şi cultural. În turului oraşului am vizitat faimoasa catedrală Sagrada Familla, ce impresionează prin înălţimea sa uriaşă, Catedrala Sfânta – La Santa Catedral, Flacăra Olimpică, renumitele Grădini Botanice, stadionul şi bineînţeles Fântânile.
Croaziera pe Mediterana mi-a dat posibilitatea să realizez că imaginea oraşului privit de pe mare e cu totul deosebită. Când a sosit momentul plecării, tristeţea s-a instalat în sufletul fiecăruia dintre noi. Însă omul nu pote trăi într-un univers căruia nu-i aparţine. Pe scurt, tot acasă e mai bine.
În încheiere doresc să mulţumesc din suflet celor ce au pregătit şi concretizat această activitate, adică Ministerului Educaţiei Naţionale, Direcţia de Sport şi Tineret Constanţa, d-lui profesor Ervin Ibraim şi nu în ultimul rând d-lui Iusein Kadir-Mamaş Kadir pentru sprijinul material pe care mi l-a acordat.
Şheila Iaia
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Ankara başkent olmadan önce ağaçsız, çorak, bozkırın ortasında bir Anadolu şehriydi.
Bir gün Atatürk, Çankaya Köşkü’nün bahçesinde yakın arkadaşlarıyla dolaşırken onlara şöyle bir soru sordu:
- Ankara’yı başkent yapmakla iyi mi ettim acaba?
Bu soruya herkes olumlu cevap verdi. Arkasından:
- Neden? diye sordu.
Yanındakiler aşağıdaki cevapları verdiler:
- Yurdun savunması bakımından iyi oldu.
- Ankara Türkiye’nin ortasındadır. Ulaşımda kolaylık sağlanmış oldu.
Bunun üzerine Atatürk:
- Söylediklerinizde gerçek payı var. Ancak yeterli değil. Bir gün gelecek, bu çorak topraklar yeşil alanlarla bezenecek, eski evlerin yerini apartmanlar alacaktır. Hem de pek yakında. Bunu hepimiz göreceğiz. Böylece milletimizin büyüklüğünü ve çalışkanlığını bir daha ispat edeceğiz. Ankara’yı başkent yapmaktaki gerçek amacım budur.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În perioada 1-10 octombrie 2002, la Galaţi s-au desfăşurat lucrările celui de al 9-lea forum al O.N.G.-urilor sub genericul «Interferenţe» desfăşurat sub patronajul Prefecturii, Primăriei şi Consiliului Judeţean Galaţi. Uniunea Democrată Turcă din România – filiala Galaţi a avut cinstea de a fi organizatoarea segmentului aparţinând minorităţilor etnice din zonă şi de a susţine material această organizare, care s-a bucurat de aprecieri deosebite din partea participanţilor şi a minorităţilor, precum şi din partea domnului prefect Traian Mândru, domnul primar Dumitru Nicolae şi preşedintele C.J.G. Lilion Gogoncea. Dăm mai jos cuvântul de încheiere expus de doamna Gulten Abdula, preşedinta U.D.T.R. – filiala Galaţi.
Într-o lume a contrastelor, într-o Europă care se vrea unită în diversitatea sa culturală, spirituală şi naţională, într-o Românie care luptă pentru integrarea în structurile europene, Forumul ONG-urilor din Galaţi desfăşurat sub genericul “INTERFERENŢE“ a dat posibilitate tuturor organizaţiilor neguvernamentale din zonă, de a se afirma şi a fi percepuţi de toţi locuitorii municipiului nostru ca fiind un tot diversificat.
Uniunea Democrată Turcă – filiala Galaţi, organizatoarea şi susţinătoarea financiară al segmentului interetnic, a reuşit în cele trei zile de dezbateri, întâlniri şi dialoguri, de o cunoaştere amplă a comunităţilor etnice. Serile de poezie şi cântece în limbile comunităţilor etnice, lansarea de carte şi prezentările de cărţi au scos în evidenţă valoarea spirituală a fiecărei etnii în parte şi contribuţia lor la viaţa culturală, economică şi socială a oraşului nostru, de la începuturi şi până în prezent. Ne-am fi dorit ca impactul cu locuitorii municipiului Galaţi prin intermediul audiovizualului şi a mass-mediei să fie mai pregnantă, dar, din păcate, nu am simţit acest lucru. Poate multitudinea de manifestări din această perioadă nu au dat posibilitate impactului scontat. Totuşi prezenţa cadrelor didactice de la Şc. Gen nr. 43 din Galaţi, prin proiectul “Într-o lume diversă, suntem toţi ela fel“ lansat cu acest prilej este un pas spre cunoaştere spre dialog, ceea ce ne face să credem că activitatea minorităţilor etnice din cadrul forumului a trezit sensibilitate şi interes.
Seminarul dezbatere “Impactul legislaţiei actuale asupra evoluţiei sectorului neguvernamental aparţinând minorităţilor naţionale din România, în particular din judeţul şi municipiul Galaţi“ a cadrul juridic care a reglementează problematica minorităţilor naţionale şi contribuţia lor la integrarea României în structurile euroatlantice.
Fără falsă modestie putem spune că segmentul minorităţilor din Galaţi a fost cel mai bine organizat. Seara culturală “Sunetul limbilor“ a subliniat tezaurul cultural din zonă cât şi ţară, tezaur care reprezintă deopotrivă valorile spirituale ale popoarelor de origine căreia aparţin minorităţile precum şi zestrea valorilor cultural-spirituale din ţara noastră. Poezia eminesciană spusă în 10 limbi, câte minorităţi sunt în municipiul nostru este o dovadă a felului cum percep minorităţile să fie buni ambasadori culturali.
La aceiaşi cotă s-a ridicat prezentarea de carte “Papucii lui Mahmud“ de Gala Galation, ediţie bilingvă română şi turcă, în traducerea Doamnei Abdula Gulten (România) şi Erol Ulgen (Turcia). Istoricul şi filologul Dan Râpă Buicliu, scriitorul Victor Cilincă precum şi traducătoarea Abdula Gulten, au scos în evidenţă mesajul de toleranţă spirituală care a existat pe acest pământ, prietenia care a domnit între minorităţi.
Ideea Uniunii Democrate Turce din România – comisia de cultură în colaborare cu Centrul de Cercetare, dezvoltare, educaţie şi cultură “Dunărea de Jos“ de a realiza o întâlnire cu cineaştii din România, Turcia şi Izrael în vederea transpunerii romanului pe peliculă a fost întâmpinată cu viu interes.
După cum se ştie un forum nu are girul soluţionării unor probleme sau do-leanţe existente dar poate să semnaleze mai departe, forurilor competente anumite sesizăzi sau doleanţe apărute în cadrul lucrărilor. Seminarul dezbatere ca şi toate celelalte activităţi din segmentul minorităţi s-a propus sensibilzarea presei pentru realizarea unei pagini culturale săptămânale pentru minorităţi.
De asemenea ne doreim realizarea unei emisiuni TV ţi radio, locale, de o oră în care minorităţile să se prezinte. S-a propus o casă a minorităţilor cât şi un Consiliu Local al Etniilor. Vom fi prezenţi la toate manifestările culturale solicitate de instituţiile administrative locale şi fundaţii care doresc să colaboreze cu noi.
Mulţumim Muzeului de Istorie care ne-a găzduit în aceste zile. Sperăm în-tr-o colaborare mai amplă, deoarece noi, minorităţile suntem şi vom fi ambasadori loaiali ale culturilor pe care le reprezentăm; română şi turcă, română şi greacă, română şi italiană etc.
Mulţumim tuturor organizatorilor şi comunităţilor etnice pentru încrederea pe care aţi acordat-o Uniunii Democrate Turce – filiala Galaţi în organizarea segmentului dedicat etniilor.
Doresc tuturor participanţilor un an bun, şi în continuare înţelegere şi încredere reciprocă.
Gülten Abdula, Preşedinte U.D.T.R. – Galaţi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Atatürk’e göre, milletler arasında düşmanlıkların yerini akrabalık bilinci almalı idi. Kıta’alar ve milletler arasında ırkçı ve şoven yaklaşımlar, yerini bütün insanlığın paylaştığı bazı ortak değerlere terk etmeli idi. “İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirine yaklaştırarak, onları birbirlerine sevdirecek karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarıyan hareket ve enerji idi. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olmasıyla mümkün olacaktı. Dünya vatandaş (arı kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmeli, insanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerini almalıydı.” Bütün milletlerin çağdaş uygarlık düzeyinde birleşmesi, bu ortak uygarlığa dahil olması Atatürk’ün en samimî arzusu idi. Çünkü O, insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı sayıyordu.
Atatürk’e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıtaları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lâzımdı. Çünkü insanlığın yükselmesi, insanlık idealinin gerçekleşmesi bu şuurun ayakta tutulmasına bağlı idi. İşte Atatürk, görüş ve düşünceleriyle, bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmektedir.