“Hayatımıza ayrı bir güzellik, tat, displin ve nizam getiren Ramazan Ayı, kulluk şuurunu derinden hissetmemiz, toplumsal barış ve beraberliğimiz için önemli bir fırsattır.
Kur’an’I, oruç ve zekatı, teravihi ve diğer ibadeteleriyle Ramazan Ayı’nın milletimize, bütünİslam alemine hayırlar getirmesini, insanlığın hidayet ve barışına vesile olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.“
Türkiye / Diyanet AVRUPA / sayı 43, 2002, Aylık dergisinden
Ramazan’da nazil olmuştur Kur’an
Yüce Allah eylemiştir pek çok ihsan.
O’nun ulviyyetini müdriktir müslüman.
Kur’an ayıdır mübarek Ramazan.
Bu mübarek ay doludur bereket.
Evvel rahmettir, ortası mağfiret.
Allah’a yönelenler kurtulur elbet.
Sonu cehennemden azattır Ramazan
Ramazan’da cennet kapıları açılır.
Her Türlü kötülük ve şerden kaçılır.
Sadece iyilikler ve güzellikler saçılır.
Ahlak ve fazilet ayıdır Ramazan.
Orucun sayesinde kırılır gurur ve kibir.
Yapılır Yüce Allah’a şükür ve zikir.
Dillerden eksik olmaz şehadet ve tekbir.
Hamd ve şükür ayıdır yüce Ramazan.
Oruçların iki büyük sevinci vardır.
Bunlardan birincisi zaman-ı iftardır.
Diğeri de mağfiret-I Cenab-I Settar’dır.
Sevap ve mükafat ayıdır Ramazan.
Hasan Demirbağ
- Türkiye -
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Atatürk, „akılcı“ ve „milliyetçi“ dünya görüşüne sahip bir düşünür ve inkilapçıdır. O bu dünya görüşüne dayalı bir „Milli Kalkınma İdeolojisi“ geliştirmiştir. Bu ideoloji tarihe „Kemalizm“ veya „Atatürkçülük“ adları altında geçmiştir.
Atatürkçü düşünce sistemi, temel amaç olarak, Türkiye’de milli, laik, güçlü ve çağdaş bir devlet kurmaya yönetilmiştir. Atatürk’ün çağdaş devleti aynı zamanda demikratik bir devlet olarak düşündüğünde kuşku yoktur. demokrasi ilkesi, Atatürkçü düşünce sisteminin, Cumhuriyetöilik, milli egemenlik ve halkçılık gibi diğer temel ilkeleriyle de çok yakın ilişki içindedir. Ulu Önder Atatürk ana temel ilkeler, kısaca şunlardır: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Birlik, İlmilik.
Cumhuriyet kelimesi Arapça „cumhur“ kelimesinden gelmiştir. Halk, ahali, büyük kalabalık anlamına gelir. Cumhur, toplu bir halde bulunan kavim yahut millet demektir. Cumhur-i devlet veya sadece cumhuriyet iktidarın millet topluluğuna, umuma ait olduğunu öngören devlet şekli demektir.
Avrupa kültüründe, kelime Latince kökenlidir ve „Res publica“ kelimesinden gelmektir. „Res publica“ kamuya ait şey, kamu malı anlamına gelir. „Res publica“ deyimi, siyasal ve tarihsel gelişimin etkisi altında, demokratik bir rejimde kamu ve halk hizmetlerinin görüldüğü bir devlet yönetimini belirlemek için kullanılmıştır.
Cumhuriyet kelimesinin Fransızca karşılılığı „La Republique“, İngilizce karşılığı ise „the Republic“dir. Cumhuriyet „monarşi olmayan tüm devlet sistemleri“ diye de tanımlanabilir.
Cumhuriyette esas kural seçimdir. Cumhuriyet devlet reisliğinde yalnız veraseti değil, kaydı şartını da reddeder. İktidara seçimle olsa bile devlet reisinin bütün ömrü boyunca devlet başkanlığı makamında kalması şartı, cumhuriyet rejiminin mantığı ile bağdaşamaz.
Geniş anlamında cumhuriyette, egemenlik topluluğun bütümüne, millete aittir. Dar anlamında cumhuriyette ise sadece devlet başkanının doğrudan doruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi anlaşılır.
Cumhuriyet bir devlet veya hükümet şekli olarak da ifade edilebilir. 1921 Tüekiye Anayasasında 29 Ekim 1923’de yapılan değişikliğinde, „Cumhuriyet“ bir hükümet şekli olarak ifade edilmiştir. 1924 ve 1961 Anayasalarda, „Cumhuriyet“ bir devlet şekli olarak belirlenmiştir.
Modern anlamında Cumhuriyet demokrasinin en gelişmiş şeklidir. Cumhuriyet bir kişi veya zümre yararına değil, kamu yararına dayanan ve kamu yararına göre yönetilen devlet seklidir.
Türkiye’de Cumhuriyet, tarihi, sosyal, kültürel nedenlerle kurulmuştur.
Cumhuriyet devletin siyasi rejimi olarak 23 Nisan 1920’de kurulmuştur. 29 Ekim 1923’de sadece devlet şekli olarak ilan edilmiştir.
Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı, tarihi bir gelişmenin tabii bir sonucudur. Milli egemenlik ilkesinin devletin siyasi rejiminin temel direği olması, bütün gelişmeleri, Cumhuriyette yönelmiştir.
Türkiye’de Cumhuriyet, demokratik rejimine yönelik, demokratik cumhuriyet olmuştur. Böylece de diktatoryal Cumhuriyetlerden ayrılmıştır.
Cumhuriyet ırk, din, dil ve cinsiyet farkı gözetmeksizin, bütün vatandaşların paylaştıkları ve yararlandıkları siyasi rejiminin adı oömuştur.
Eşitlik ilkesi, herkesin kanun önünde eşitliği, Türk Cumhuriyeti’nin bir özelliğini teşkil etmiştir. Türk kadınlar toplum hayatında eşit haklar sağlama, seçme ve seçilme hakkını eşit şartlarda kullanma Türkiye Cumhuriyeti’nin bir özelliğidir.
Türkiye’de Cumhuriyet istikrarlı bir siyasi rejiminin yerleşmesine neden olmuş, barış ve güvenlik, devlet politikasının esasını teşkil etmiştir. „Yurtta Sulh, Cihanda Sulh“ parolası, bir devlet politikası olduğu kadar, cumhuriyet siyasi rejiminin bir niteliği olmuştur.
Milliyetçilik, Atatürkçü düşünce sisteminin başlıca ilkelerinden biridir. Aynı zamanda devletin temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Milliyetçilik, öteki Atatürk ilkelerinden ayrılamaz.
Milli mücadele, Türk milliyetçiliğine ve Türk milletinin bağımsız yaşama azmine dayanılarak kazanılmıştır.
İnançlı bir milliyetçi olan Atatürk, fikir ve devlet adamı olarak, acı günler yaşayan Türk milletini yeniden güven duygusuna kavuşturmuş. Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemlerinde bir kısım yarı aydınların yüreğini kaplayan aşagılık duygusunu yok edip, bütün millete Türk olmanın mutluluğunu ve gurunu duyurmuş. Türk milliyetçiliğini şahlandırmış ve doğru bir çizgiyle yerleştirmiş olan Önderdir.
Atatürk’ün birleştirici, toplayıcı, yüceltici, çağdaş ve medeni milliyetçilik anlayışı, milli beraberlik ve Türkiye Cumhuriyetin bütünlüğü her türlü saldırıya karşı korumak, Atatürkçülüğe aykırı çeşitli totaliter ideolojiler karşısında ve başka milletlerle ilişkilerde doğru yolu bulmak için sağlam bir rehberdir.
Atatürk’ten önce „vatan“ üzerine çok yazı yazılmış, fakat Türk unsurunun milli menfaatini üstün tutan, gerçek bir „anavatan“ anlayışı bir türlü gelişmemişti. Milli uyanış gecikmişti be bu Türk milletine pahalıya mal oldu. Bunun bilincinde olarak, Atatürk, 20 Mart 1923’te Konyalı gençlere şu anlamlı sözlerle açıklamıştır: „Osmanlı İmparatorluğu içindeki çok çeşitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak, milliyetçilik idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzıu, sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki, kabatimiz kendimizi unutulmuş olduğumuz. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti, hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketinizle gösterelim: bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.“
Yani zamanla, ne yazık ki, Türk unsuru adeta kendi devletinin sınırları içinde bir azınlık durumuna düşürülmüştü.
Milli Mücadele dönemi ve Türkite Cumhuriyeti’nin kuruluş yılları, milliyetçilik inancının somut bir vatan anlayışı ile bütünleştiği dönemdir. Türk milliyetçiliği vatan kavramı ile birleşince açıklık ve güç kazandı.
İkinci önemli adım, egenliğin bir şahsa, bir hükümdara değil, millete ait olduğu gerçeğinin açıkça ilan edilmesiydi.
Türk milliyetçiliğin şahlanışı ile, yepyeni bir devir başlamıştır. Bu devir yalnız Türk vatanının kurtuluşunu değil, bütün ezilen Asya ve Afrika milletlerinin kurtuluşunu müjdelemiştir.
Atatürk, daima, devamlı ve net „Biz milliyet perveriz ve Türk milliyetçisiyiz“ derdi. Bunu ardındanda demokrasiye, millet egemenliğine bağlılığını balirtiyordu.
Böyle bir milliyetçilik anlayışı, komunizmle, ırkçılıkla, totaliter faşizmle, şovenizmle, teokratik düzen savunculıyl da bağdamaşaz. Çağdaş milliyetçilik milli kültürü kapseder. Yani kök birliği, dil birliği, ortak bir tarihi paylaşan, ortak iradeye sahip olan, ortak amaçları bulunan bir toplumdur.
Ve son olarak, Atatürkçü Milliyetçilik anlayışı ülke ve millet bütünlüğüne önem verir, milli dayanışma ve sosyal adaletten yanadır.
Atatürk, kendisinden sonra gelen Türk kuşaklarına dinamik ve ilerleyen bir Cumhuriyet, dinamik bir ideal devretmiştir.
„Ne mutlu Türk’üm diyene“ inancıyla yetişen ve yetişecek kuşaklar, O’nun ilkelerinden güç alarak, Türkiye Cumhuriyeti yaşatacak ve yükselteceklerdir. Çünkü Büyük Önder Atatürk, edebi dünyasından onlara seslenmektedir: „Yüksel Türk!
Senin için yüksekliğin sınırı yoktur.“
Din hürriyeti, insanlık için vazgeçilmeyecek tabii hakların başında gelir. Laiklik ilkesi, öğretimi, siyasi, sosyal ve kültürel programların ortak bir temel ilkesidir.
Atatürk’e göre, laiklik, ilmi olmaktır. Dini, devlet işlerine ve siyasete karıştırmamaktır. Dinin birtakım siyasetçiler veya softalar ve dini simsarları elinde bir çıkar aracı olmasına kesinlikle engel olmaktır. Kimseyi inanmaya ve ibadete zorlamamaktır. Nitekim Atatürk der ki: „Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikte karıştırmak isteyenler terakkinin ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz“ (Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962, p. 82).
Laiklik ilkesi, 1924’ten itibaren eğitim ve öğretimde uygulanmaya başlamıştır, fakat 1937’de Anayasa’ya girmiştir. Atatürk 30 Ağustos 1925’de Kastamonu’da yaptığı konuşmada, bu konuda şöyle der:
„Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir.“
Halkçılık, veya demokrasi, kanun önünde eşitlik, hiçbir kişi veya zümreye ayrıcalık tanınmaması, sınıf mücaddelesinin reddi ve devletin sosyo-ekonomik hayata müdahalesiyle sosyal gruplar arasındaki denge ve dayanışmanın korunması (dayanışmacılık, solidarisme) gibi ek anlamlarda da kullanılır.
Halkçılık, Atatürkçü düşünce sisteminin, milliyetçilik, milli egemenlik ve tam bağımsızlık ilkeleriyle birlikte, daha Milli Mücadele’nin ilk günlerinden beri en çok vurgulanan unsurlarından biridir. Sayısız yaptığı konuşmalarında, Atatürk, halkçılık, yeni rejiminin temel yönlendirici ilkelerinden biri olarak yer almıştır.
Halkçılık, Atatürk’ün düşüncesine göre, kuvvetin, kudretin, hakimiyetin, idarenin, doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Aynı zamanda, şüphesiz, halkçılık, dünyanın en kuvvetli bie esası, bir presibidir. Bir kelimeyle, „Yeni Türkiye devleti bir halk devletidir, halk yönetimidir, halkın kendi mukadderatına hakim olmasıdır.“
Halkçılık ilkesi, Milli Mücadele yıllarının en önemli anayasal belgelerinde de ifadesini bulmuştur. 1921 Anayasasına esas olan belge, „Halkçılık Programı“ adını taşımaktadır.
Halkçılık, milli egemenlik ilkesinin sonucudur. Atatürkçülük, sadece hükümdarın kişisel egemenliği yıkmayı değil, onun yerine halk yönetimi yanii demokrasiyi geöirmeyi amaçlamıştır.
Atatürk, demokrasiye ters düşen çağdaş siyasal akımları eleştirecek bunlardan hiçbirinin Türkiye için uygun olmadığı sonucuna varmıştır. Mesela: Rusya’da bolşevik teorisi, Latin Akdeniz ülkelerinde, „ihtilacı sendikalism“, „korporatizm“.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În baza Hotărârii de Guvern 690/1997 privind organizarea si funcţionarea Ministerului Educaţiei Naţionale, modificată şi completată cu Hotarârea de Guvern nr. 57/1998;
În conformitate cu prevederile Legii Învaţământului nr.84/1999, cu prevederile din Ordonanţa de Urgenţă pentru modificarea si completarea Legii învaţământului nr. 84/1995;
Ţinând seama de propunerile Ministerului Educaţiei Naţionale privind implementarea reformei în învăţământul preuniversitar,
Art.1. Se aprobă Instrucţiunile privind studiul limbii materne de către elevii aparţinând minorităţilor naţionale care frecventează şcoli cu predare în limba româna prezentate în Anexa prezentului ordin.
Art.2. Direcţia Generală Învaţământ pentru Minorităţi Naţionale şi inspectoratele şcolare judeţene sunt autorizate să întreprindă măsuri şi acţiuni în vederea punerii în aplicare a prevederilor prezentului ordin.
În baza Legii Învăţământului nr. 84/1995 şi a Ordinului Ministrului nr. 4646/1998, elevilor aparţinând minorităţilor naţionale care învaţă în şcoli cu limba de predare română li se asigură posibilitatea studiului limbii materne.
În conformitate cu art. 180, Titlul VII din Legea Învăţământului, se stipulează:
“Asupra dreptului copilului minor de a urma şcoala în limba româna sau în limba unei minorităţi naţionale hotărăşte părintele sau tutorele legal instituit.”
Studierea limbii materne de către elevii aparţinând diferitelor minorităţi naţionale, care frecventează şcoli cu predare în limba româna, se face pe baza programelor de învăţământ aprobate de minister, a manualelor şcolare elaborate în baza acestora, ori a manualelor autorizate în conformitate cu Ordinul Ministrului nr. 3811/1998.
În studiul limbii materne se va urmări transpunerea în fapt a obiectivelor generale si operaţionale vizate prin reforma învaăţământului din România.
Profesorii au dreptul de a selecta din manualele şcolare textele pe care le consideră adecvate nivelului de cunoştinţe al elevilor, recomandând pentru lectura suplimentară pe cele care nu pot fi studiate în numărul de ore prevăzut.
Avându-se în vedere specificitatea învăţământului pentru rromi, se vor respecta urmatoarele prevederi suplimentare:
Acest material e pus la dispoziţia profesorilor de limba turcă, pentru a-i ajuta în activitatea didactică, de prof. Ervin Ibraim, preşedintele Comisiei de Învăţământ a U.D.T.R.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Întemeietorul Republicii Turcia, marele om politic şi de stat Mustafa Kemal Atatürk, a promovat şi a pus în practică, treptat, pentru modernizarea şi progresul Turciei următoarele principii:
Între măsurile luate amintim:
S-a realizat sistemul educativ naţional şi popular în şcolile de stat.
La 1 octombrie 1928 s-a adoptat Legea alfabetului turc (Türk Harfleri Yasası) şi astfel s-a creat baza pentru adoptarea alfabetului latin.
S-a înfiinţat „Societatea de cercetare a limbii turce“ (1932), „Societatea de cercetare a istoriei turce“ (1931).
Dacă revoluţionarii din Anglia, Franţa, Rusia, nu s-au atins de limbă sau scriere, dacă conducătorii de talia lui Cromwell, Robespierre, Lenin „nu au întreprins nimic pentru a schimba filosofia ştiinţei, sistemul cultural al popoarelor pe care le-au condus“ (Georges Duhamel, „Revoluţia ideologică“). Kemaliştii au realizat reforma scrierii, revoluţia culturală, au purificat limba de influenţă osmană, arabă şi persană, s-au eliberat de concepţia că limba şi cultura turcă ar fi doar un apendice al civilizaţiei arabe, intelectualitatea a devenit parte integrantă a poporului. Noul alfabet a asigurat separarea religiei de politica statului turc. În 23 septembrie 1923 a luat fiinţă primul partid, Partidul Poporului (Halk Partisi).
Congresul al IV-lea al Partidului Republican al Poporului (Cumhuriyet Halk Partisi – CHP) definea în 1924, poporanismul, „recunoaşterea egalităţii oamenilor în faţa legii şi neacordarea de privilegii nici unei clase, grupări, familii sau om. Noi nu vedem poporul Republicii Turcia ca pe un întreg format din clase diferite, ci ca o societate bazată pe necesitatea diferitelor profesii şi a diviziunii muncii în viaţa socială a poporului turc“.
În statulul CHP, obiectivele poporanismului sunt, în esenţă:
Acest principiu exprimă realizarea separării religiei de politică şi de viaţa statală, de treburile lumeşti, principiu instaurat în statele europene, pregnant în Franţa de după 1789. Legea din 3 martie 1924, prin care s-a desfiinţat Califatul a dus oficial la sfârşitul amestecului religiei în sistemul de stat. Prin intermediul turcilor, Islamul a devenit o religie tolerantă; în Balcani timp de 600 de ani domnia otomană nu a dus la o turcizare sau islamizare forţată, şcolile şi lăcaşurile de cult ale etniilor, popoarelor şi comunităţilor aflate sub stăpânire otomană, s-au păstrat intacte.
Recunoscând libertatea religioasă a popoarelor de pe teritoriile cucerite de Imperiul Otoman firmanul Sultanului Selim al II-lea, din 7 mai 1572, emis cu prilejul ocupării Ciprului spune clar, foarte net:
„Să vă comportaţi cu dreptate şi îngăduinţă faţă de populaţia băştinaşă. Să-i protejaţi în tribunale, în plata impozitelor, în diferite treburi de stat, ca în scurt timp să se redreseze şi să atingă prosperitatea şi fericirea. Ei ne-au fost încredinţaţi de către Creator. Pentru renumele statului nostru se cade să-i protejăm şi să-i susţinem. Trebuie să trăiască mulţumit de cinstea sa, de viaţa sa, de avutul său, să fie stăpân pe munca şi câştigul său. Justiţia va îndeplini această cerinţă. Să fiţi vigilenţi şi atenţi în îndeplinirea poruncilor mele. Dacă voi constata contrariul să nu fiţi surprinşi că nu voi admite nici un fel de scuze“ (op. cit. p. 96)
Într-o ţară cu o populaţie musulmană în proporţie de peste 90%, în Republica Turcia, Islamul nu este o religie oficială de stat, iar kemaliştii nu sunt „duşmani ai religiei“. Pentru M. K. Ataturk, „orice concepţie religioasă face parte din conştiinţă“ şi „republica vede în separarea ideilor religioase de stat, politică, de treburile lumeşti, cauza principalului nostru succes în dezvoltarea modernă a naţiunii noastre“ (ibid. p.97)
Principiul laicismului a adus, de asemeni, libertatea de credinţă şi de gândire; grupările retrograde şi conservatoare au incitat mereu populaţia, chiar au organizat un atentat la viaţa lui Gazi Mustafa Kemal în 16 iunie 1926 la Izmir. Atentat din fericire eşuat.
Legiferarea „Normelor asupra liniştii publice (Takriri Sukun Kanunu) a arătat ţării şi întregii lumi că societatea turcă nu este o societate primitivă (a dervişilor, prozeliţilor, elitiştilor, prezicătorilor, vrăjitorilor, paznicilor de monumente funerare, a inadaptaţilor din tekke-uri şi zaviye-uri), ci o societate care crede în superstiţii, o societate în plin proces de înnoire, de modernizare.
Lucru confirmat de schimbări sociale ca:
Teza solidarităţii şi integrităţii naţionale a avut prin lucrarea „Bazele turkismului“ a lui Ziya Gökalp, unul din liderii mişcării „Junii turci“, un răsunet deosebit în Turcia de început a secolului al XX-lea. Ea s-a conjugat cu eforturile mişcării „Junii turci“ ce a îmbrăţişat şi promovat conceptul de „naţiune turcă“, folosit înainte de Namik Kemal, curentul naţionalist patriotic a devenit foarte puternic mai ales după războaiele balcanice.
Victoria din 1915 de la Çanakkale, împotriva trupelor engleze şi franceze, eliberarea pământului Anatoliei – pământ matrice al Turciei – de ocupaţia puterilor străine (Bătălia de la Sakarya – 23 august 1921, ofensiva din 26 august 1922) a transformat aceste sentimente într-o puternică forţă a salvării şi conservării identităţii naţionale. Proclamaţia de la Amasya – 22 iunie 1919 – a statuat principiul naţionalismului, iar Congresele de la Erzurum şi Sivas (4 septembrie 1919) au unit în cuget, simţire şi acţiune diferitele grupuri care acţionau împotriva ocupanţilor. Sloganul „ori independenţă, ori moarte“ lansat de kemalişti a dus la formarea unei armate naţionale şi a dat o semnificaţie naţională luptei de eliberare. În opoziţie cu panislamismul, panotomanismul şi panturanismul, naţionalismul turc este definit ca „drumul spre progres şi dezvoltare“ prin relaţii internaţionale armonioase cu toate naţiunile moderne, dar păstrând caracteristicile specifice ale societăţii turce şi ale sentimentului de libertate. Turcii care trăiesc în graniţele Turciei au sentimente frăţeşti faţă de turcii, fie şi minoritari, din afara graniţelor. Mai mult, turcii care s-au format prin cultura turcă şi vorbesc limba turcă formează o mare şi trainică familie. O familie care depăşeşte hotarele, strict geografice, ale Turciei de astăzi.
Etatismul – ca principiu – intervine şi direcţionează activitatea economico – socială şi culturală şi este complementar cu iniţiativa şi proprietatea privată economică. În 1923, în dorinţa de a rămâne în afara protectoratului vreunui stat, dar şi în afara ideilor socialiste (de tip leninist din Rusia) şi capitaliste, kemaliştii au ales, potrivit realităţilor din Turcia, un sistem economic mixt. Unele domenii – industria, electricitatea, gazele, trebuiau – şi au fost – lăsate pe seama iniţiativei particulare.
Victoriile economice – spunea M.K. Ataturk – pot face ca victoriile politice şi militare să supravieţuiască, să dăinuie. Programul CHP a inclus in 1931 principiul etatismului. Dacă între 1913 – 1915 50% din capitolul industrial este deţinut de greci, 20% de armeni, 5% de evrei, 10% de alte minorităţi, deci turcii autohtoni deţineau doar 15%, după 1930, situaţia se va schimba radical prin naţionalizarea companiilor străine sau prin controlul acestora de către statul turc. În 1925, statul preia monopolul tutunului, în 1928 monopolul căilor ferate, între 1933 – 1940 sunt cumpărate 9 companii franceze, etc. Lipsa posibilităţilor financiare a îngreunat mult etatizarea, iar datoriile externe nu au fost niciodată, în totalitate, plătite. Etatismul kemalist este la opusul etatismului socialist, nu are nici o legătură cu ideologia proletariatului. În politica economică a Turciei, sarcina industrializării reveneau – spre deosebire de Uniunea Sovietică – capitalului privat. Etatismul kemalist nu trebuie perceput doar ca protecţionism şi imixtiune, ci mai ales ca modalitate de asigurare a modernizării şi democratizării economiei prin sprijinirea – logistică, legislativă şi financiară – a iniţiativei particulare şi de grup. După 1950 liberalizarea economiei, birocraţia şi burghezia industrială şi comercială au un mare rol, dacă nu cel esenţial.
Republica – proclamată la 29 octombrie 1923 – a fost şi rămâne expresia voinţei şi sistemului politic democratic. Ea a răsturnat monarhia care dura de 624 de ani, a deschis drumul modernizării şi progresului prin reforme în sistemul politic, social, economic şi cultural. Ea a adus prin Constituţiile din 1921 şi 1924 în practică principiul separării puterilor în stat, trecerea puterii din mâinile dinastiei suverane în mâinile poporului. Suveranitatea politică a sultanului şi cea religioasă a califului a fost înlocuită cu suveranitatea poporului ce îşi alege, la urne, Preşedintele şi reprezentanţii în Parlament (Meclis). Republica a luat locul Imperiului Otoman semiteocratic. Primul Parlament – T.B.M.M. (Türkiye Büyük Millet Meclisi – Marea Adunare Naţională) a fost creat la 23 aprilie 1920.
Revoluţionarismul a fost factorul de bază al răsturnării vechilor structuri politice şi socile şi rămâne mişcarea generatoare de înnoiri, mult timp după înfăptuirea revoluţiei kemaliste.
Fără a avea în mod express o pregătire teoretică şi ideologică, revoluţionarii kemalişti erau oameni activi programatici. Ideologia kemalistă a luat naştere după aplicare a tuturor schemelor. Abia la al II-lea mare Congres CHP (20 mai 1931) a fost întocmit un program al partidului.
După proclamarea Republicii au avut loc un şir de reforme sociale:
În concluzie, principiul revoluţionarismului a facilitat adoptarea, şi prin lege, în folosul naţiunilor turce, a drepturilor omului şi libertăţii.
S-a reuşit după aprecierea marelui istoric al civilizaţiilor, Arnold Toyubee, că în timpul vieţii unui om (M.K. Ataturk), să se realizeze ceea ce s-a reuşit timp de secole în lumea occidentală, anume un program de reformă socială, culturală, ştiinţifică.
PROF. UNIV. DR. IBRAM NUREDIN
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Karagöz oyunu, Türk dünyasında, çok eskiden beri varlığını sürdüren bir Tiyatro oyunudur. Bu sebepten, Karagöz oyununun kökü, tarihin derinliklerine gömülüdür diyebiliriz.
Bazılarına göre, Karagöz ile Hacivat, Anadolu’da ondördüncü yüzyılda yaşamışlardır. Karagöz, bir şahıs adı olmakla birlikte, bir de hayal oyunudur.
Bu oyunda, beyaz bir perdenin arkasında yerleştirilen bir ışıkla, bu ışığın önünden geçirilen şekillerle birtakım gölgeler meydana getirilir. Onun için Karagöz uyununa “HAYAL OYUNU” da denir. Işığın önünden geçirilen şekiller perdeye yansıtılır. Genellikle bu insan veya eşya resimleri renklidir. bu şekilleri oynatan kimseye de KARAGÖZCÜ denir. O şekileri hareket ettirip, sağa, sola gezdiren, onları konuşturup, çekiştirir, onlara kıvrak hareketler yaptırır. Bütün bunlar seyircilerde derin bir zevk uyandırır. Şekiller birer kuklaya benzediklerinden dolayı, Karagöz oyununa “KUKLA OYUNU ”da denir. Anadolu’da, ilk defa, Sultan Orhan zamanında oynandığı söylenir.
Karagöz’ün en yakın arkadaşı, HACİVAT adında biridir. Rivayete göre, ikisinin de Bursa’da inşaat işçisiolduğu söyleniyor. Bu sırada Sultan Orhan Bursa’da bir cami yaptırmak ister. Fakat orada öalışan işçilerin arasından Karagöz ile Hacivat okadar güldürücü, eğlendirici anlatmışlar ki, işçiler onları dinlemekten çalışmazlarmış, bu surretle cami de bir türlü bitmezmiş. Bunu duyan Sultan Orhan da hiddetlenip ikisinide astırır.
Ancak sonra bu yaptığına sonderece pişman olup, üzülür. İşte o zaman, sanatkarlardan biri, Karagöz ile Hacivat’ın hayalini beyaz perdeye yansıtarak padışahın üzüntüsünü gidermeye çalışır. Bununla beraber, Karagöz oyunu bir gelenek haline gelip, etrafa yayılır.
Aslında, Karagöz oyunu, Türk halkının zekasını ifade eden bir vasıtadır. Türkün şen tarafını, güldürücü kudretini sahneye koyar. İnsanların arasında olup biten çeşitli durumlatı dile getirip, onları büyük ustalıkla canlandırır.
Karagöz, temiz ruhlu, olayların gülünç tarafını kolayca yakalayan, karşısındakilerle, özellikle Hacivat la konuşurken, daima alay etmeyi seven, başkalarına ders veren bir kimse olarak karşımıza çıkar.
Hacivat ise, genellikle yabancı tipleri temsil eden bir şahıstır. Karagöz, Hacivat’ın arasında anlaşmazlıklar ve gülünç olaylar bunladan kaynaklanır diyebiliriz.
İşte size bir örnek
HACİVAT: Vay, Karagöz’üm, benim iki gözüm, Merhaba!
KARAGÖZ: Hoş geldin, suda pişmiş balkabağı!
H: yazıklar olsun sana, Kragöz ! adam olmamışsın, şu dünyaya eşek geldin, eşek gidiyorsun.
K: ona Yarabbi şükür!
H: Ne gibi?
K: Ya sen, katır gelmişsin de, hergele gidiyorsun
H: Aman Karagöz’üm, ben senin gibi değilim, ben her nereye gitsem, bana itibar ederler, ayağa kalkarlar.
K: Bana da kalkarlar.
H: Senin nene ayağa kalkarlar? Cahilin birisin
K: Halt etmişsin!..
H: Bak Karagözüm, sen benim kırk yıllık arkadaşımsın;sana birkaç kelime öğreteğinde, her nereye gidersen, sana itibar etsinler.
K: Öğret bakalım!
H: Dinle! Bir kibar yere gittiğinde, sana bir şey sorarlarsa, ne diyeceksin biliyor musun?
K: Yoo!
H: ”Evet efendim”, “Öyledir efendim”, “Münasiptir efendim”, arada sırada: ”Ne buyurursunuz abenim canım efendim?” dersin
K: Sonra ne olacak?
H: İşte, sen adam olacaksın, herkesşn yanında itibarlı olacaksın.
K: Olur ne diyeceğim?
H: ”evet efendim”.
K: Evdedir efendim.
H: Değil canım!
K: Öyle ise, dükkandadır efendim.
H: Canım, Karagöz’üm, ben nasıl söylersem, sen de öyle söyle.
K: Olur yaparım! Nasıl dı o?
H: Evet efendim.
K: Evet efendim.
H: Aferim Karagöz’üm. ”Öyledir efendim”.
K: Hayır ikindidir efendim.
H: İkindiyi bırak, “Öyledir efendim”, de!
K: İkindiyi bırak akşamı yakala! Öyledir efendim.
H: Mönasiptir efendim.
K: Minas’ın (1) değil Agop’undur (2) efendim. (1,2 – ermeni isimler)
H: A Karagözüm Agop’u filan karıştırma!
K: Agop’u karıştırmam Mıgıç’ı karıştırırım.
H: Canım “Münasiptir efendim“ desene.
K: Mönasiptir efendim.
H: Arada sırada :”Ne buyurursunuz, a benim canım efendim?”
K: Arada sırada burnumu yersiniz efendim.
H: Ne dedin?
K: Arada sırada dedim.
H: Şimdi seninle bir kibar konağına gitmişiz, konağın sahübü çok kibar bir adam, sana der ki: Efendüm ne buyurlar? sen ne diyeceksin?
K: Haberim yok, derim.
H: Olmaz.
K: Ya!
H: ”Evet efendim”, “Öyledir efendim”, ”Münasiptir efendim”, “Arada sırada ne buyuruusunuz, a benim canım efendim”, diyeceksin.
K: Boyuna öyle mi diyeceğim?
H: Zahir elbette.
K: Yaparım öyleyse.
H: Efendim, zat-I alinizi çok iyi görüyorum.
K: Evet efendim, öyledir efendim.. sonra neydi?
H: Münasiptir efendim
K: Mönasiptir efendim
H: Arada sırada..
K: Arada sırada ne halt edersin a benim efendim?
H: Öyle halt malt karıştırma!
K: NE buyurursunuz, abenim canım efendim! ha?
H: Aferim Karagöz’üm!
K: Evet efendim! Öyledir efendim! Minasiptir efendim !arada sırada ne buyurursunuz abenim canım efendim!diyerek, durmaksızın konuşmaya başlar
H: Her zaman değil! yani sana
K: Evet efendim! Öyledir efendim! Minasiptir efendim !arada sırada ne buyurursunuz abenim canım efendim!
H: Ama biraz da beni dinle!
K: Evet efendim!
K: Evet efendim! Öyledir efendim !Minasiptir efendim! arada sırada ne buyurursunuz abenim canım efendim!
H: Ama benhi dinlemiyorsun!
K: Evet efendim! Öyledir efendim! Minasiptir efendim! arada sırada ne buyurursunuz abenim canım efendim!
H: Beni adam yerine koymuyorsun!
K: Evet efendim! Öyledir efendim !Minasiptir efendim! arada sırada ne buyurursunuz abenim canım efendim!
H: Ben hayvan mıyım?
K: Evet efendim! Öyledir efendim !Minasiptir efendim !arada sırada ne buyurursunuz abenim canım efendim.
H: Sen eşek misin?
K: Evet
(tokat atarüHacivat kaçar). Yürü!..
Seni gidi idare fitili, mum bacaklı kerata! Az kaldı, beni de eşek yapacaktı.
Seni gidersin de, beni de buraya mıhlamazlar ya!
Ben de çekilir giderim
Kaynak: Türk Dili ve Edebiyatı (Cevdet Kudret)
Değerleyen Sheilla İaia
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
29 Ekim 2002 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Bayramı dolayısıyle Medcidiye’deki “Constantin Brancuşi“ okuldaki öğrenciler güzel bir program hazırladılar. Şarkılar, marşlar ve şiirlerle beraber sınıfa “Atatürk Kçşesi“ diye bir pano hazırladılar. Panoda Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençlere hitabesi, resimler ve şiirler yer aldı.
Öretmelerin Bormambet Vildan ve Molakay Leyla, destek olan okul m müdürü Cruceru Eleni Hanım öğrencileri tebrik edip şeker ikram edildi.
Bormambet Viladn
“Constantın Brancuşı“ müdür yardımcısı
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Cu prilejul celor 79 de ani de la proclamarea statului de drept, Republica Turcia. Conducerea UDTR şi comisia de cultură au organizat acţiunea culturală “Mustafa Kemal Ataturk şi Turcia în perspectivă europeană“. Activitate s-a desfăşurat pe două componente; seminar şi program omagial compus din cântece, versuri şi montaj literar. La seminar au participat cu lucrări atât personalităţi din cadrul UDTR cît şi din cadrul UDTTMR- Prezenţa şi luările de cuvânt ale domnişoarei consul Serap Ataaz şi celorlalţi membri ai Consulatului Turc a subliniat încă odată relaţiile de bună vecinătate şi cordialitate existente între România şi Turcia. Acest lucru a fost subliniat şi de moderatorul seminarului, doamna Gulten Abdula
Tarık ORHAN
Atatürk benim
Başöğretmenim.
Ne çğrendimse
Ondan öğrendim.
Baktım ki asker,
Ben de askerim,
Kars’ta, Kore’de
Nöbet beklerim
Baktım kursude,
Nutuk söyluyor,
O’nun sesini,
Dünya dinliyor.
Ne heyecanlı
Ne heybetli O,
Türk tarihinde
En kudretli O,
Tarih okudum,
Baktım başta O,
Her iyi işte,
Her savaşta O,
Bu devrimleri
Hep O düşünmüş.
Milleti için,
Ağlamış gulmüş.
O semamızda
Edebi güneş;
O gönlümüzde
En harlı ateş.
Çocuk kalbimle,
İlk O’nu sevdim.
Atatürk benim
Başöğretmenim.
Okumayı yazmayı,
Sayıları saymayı
Güzel resim yapmayı,
Sensin bana öğreten.
Büyükleri saymayı,
Küçükleri sevmeyi,
Yurda hizmet etmeyi,
Sensin bana öğreten.
Kasabamı, köyümü,
Vatanımı, yurdumu,
Ulusumu soyumu,
Sensin bana öğreten.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Sure, ayettlerden oluşan belirli bölümlerin adıdır. Kuran’da 114 sure vardır. Geleneksel-resmi sıralamaya göre bunların ilki Fatiha, sonuncusu Nas suresidir. İniş sırasına göre ise ilk sure Alak, son sure Nasr suresidir.
Suretlerin ilk kısmı sayfalar uzunluğunda olduğu halde, bir kısmı sadece bir satır tutmaktadır. Ama hiçbir sure tek ayet değildir. En kısa sureler olan kevser ve İhlas sureleri, birer satır olup birincisi 3. Ikincisi 4 ayetten oluşmaktadır. Buna karşılık, en uzun sure olan Bakara, 286 ayet ve 48 sayfadır.
Sureler, bir tanesi hariç, Besmele ile başlar. Surenin lügat anlamı yüksek yer, rütbe ve bir şehri kuşatan sur demektir. Bu anlamları değerlendiren Türk müfessiri Elmalılı, sure ile ilgili şu sonuca varıyor:“ Birinci anlamı dikkate alırsak, Kuran göklere ve her sure bu göklerin yüksek seviyelerde bulunan sistemlerine benzetilmiş olur ki bu da, her ayetin bir yıldız demek olacağına işarettir. İkinci anlama göre, Kuran yeryüzünde yüksek bir medeniyet kuracak ve onun her suresi biyik bir surla çevrelenmiş bir kente ve her ayeti bu kentin bir binasına denk düşecek demek olur.“(Bk. Elmalılı, Tefsir, 23)
Surelerin adları, Hz. Peygamber tarafından konmuştur. Bunun praktikte ifade ettiğianlam, sure isimlerinin Kuran metninden olmadığıdır.
Peygamber aleyhisselam, hayatı boyunca yetim ve dulları korumak için pek çok bağlasyıcı örnek vermiş ve kendisi bu özelliğile de dikkat çekmiştir. Onun maddi ve ruh güzelliklerini anlatmak için bir şiir kaleme alan amcası Ebu Talip, bu ünlü şiirlerinde peygamberler sultanının seçkinlerinden birini de şöyle ifadeye koymaktadır:
“O pembe yüzlü gül çehreli Çöl kuraklarında yağmur beklenirken Kendi Dilinden Son Peygamber adlı kitabımızda geniş açıklamasını verdiğimiz bir hadisede, küçük yavrusunu bağrına basan dul bir kadın için şöyle diyor: “Ben ve şu, yavrusunu bağrına basan, yanakları güneş ve rüzgardan yanıp kavrulmuş kadın, kıyamet günü iki parmağım gibi yan yana olacağız“. (Bk. Adı geçen eser, 86.nolu hadis)
İslam’ın beş temel esasından birinin Zekat olduğunu belirten Başkanlık, zekatın bir çok hikmetinin bulunduğuna işaret etti. Zekatın, toplumun sosyal güvenlik şemsiyesi olduğunu, cimrilik hastalığını tedavi ettiği, cömertlik duygularını geliştirdiğini kaydeden Başkanlık 15 Kasım’da okutulacak Cuma hutbesinde, “Zekat, hayır-hasenat kapılarını açar. Mülkiyeti emniyet altına alır. Gelir dağılımdaki dengesizliğin giderilmesine katkıda bulunur. Servet düşmanlığını azaltarak zengin fakir arasında köprü oluşturur ve toplumda huzur ve birliği sağlar” mesajını iletecek.
Her zengin Müslüman’ın kazancında fakirlerin de hakkının bulunduğunu, zekat vermemenin fakirin hakkını gaspetmek olduğu kaydedilen hutbede, bunun Allah’ın huzurunda büyük bir vebali gerektirdiği belirtilecek.
Zekat, sadaka ve diğer yardımların fakirleri incitmeyecek şekilde verilmesinin önemi vurgulanan hutbede, “Riya ve gösteri maksadıyla fakirin onurunu zedeleyecek tarzda yapılan yardımlardan sevap elde edilemeyecektir” deniliyor.
Bu haftaki Cuma hutbesinde Müslümanlara şu mesajlar iletilecek:
”Mal ve mülkün hakiki sahibi Allah’tır. Bizler O’nun emanet olarak lütfettiği malın ve mülkün geçici bekçileriyiz. Şeytanın, zekat verdiğimiz taktirde fakir düşeceğimiz vesvesesine kapılmadan zekatlarımızı verelim. Yüce Rabbimizin rızasını gözeterek ve yoksul kimselerin onurunu incitmeden yapacağımız yardımların sevaplarımızı çoğaltmanın yanında malımıza bereket, yuvalarımıza, huzur getireceğini unutmayalım.”
Kendi Dilinden Son Peygamber adlı kitabımızda geniş açıklamasını verdiğimiz bir hadisede, küçük yavrusunu bağrına basan dul bir kadın için şöyle diyor: “Ben ve şu, yavrusunu bağrına basan, yanakları güneş ve rüzgardan yanıp kavrulmuş kadın, kıyamet günü iki parmağım gibi yan yana olacağız“. (Bk. Adı geçen eser, 86. nolu hadis)
Ben yururum yana yana
Ask boyadi beni kana
Ne deliyem ne divane
Gel gor beni ask neyledi
Gah eserim yeller gibi
Gah tozarim yollar gibi
Gah akarim seller gibi
Gel gor beni ask neyledi
Akar sularin caglarim
Dertli cigerim daglarim
Seyhim anuban aglarim
Gel gor beni ask neyledi
Ya elim al kaldir beni
Ya vaslina erdir beni
Cok aglattin guldur beni
Gel gor beni ask neyledi
Ben yururum ilden ile
Seyh anarim dilden dile
Gurbette halim kim bile
Gel gor beni ask neyledi
Mecnun oluban yururum
O yari duste gorurum
Uyanip melul olurum
Gel gor beni ask neyledi
Miskin YUNUS bicareyim
Bastan ayaga yareyim
Dost ellinde avareyim
Gel gor beni ask neyledi
YUNUS EMRE
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
İlahi rahmetin bol bol ihsan edildiği Ramazan ayına veda ederken, yaptığımız ibadetlerin sevap ve mükafatının sevinci içerisinde, daha nice Ramazanlara sıhhat, afiyet ve gönül huzuru ile tekrar kavuşmamızı Cenab-ı Allah’dan niyaz ediyorum. Bilindiği üzere, 1 Aralık 2002 Pazar gününü 2 Aralık 2002 Pazartesi gününe bağlayan gece Kadir Gecesidir. Ramazan Ayı’nın son günleri, Kur’anın ifadesiyle “Bin aydan daha hayırlı olan” Kadir Gecesinin yaklaştığını göstermektedir.
Kadir gecesi, hiçbir geceye nasip olmayan bir olayın meydana geldiği gecedir. Çünkü hakkında Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sure bulunan tek gece Kadir Gecesi olup, Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son mesajı Kur’an-ı Kerim, bu gecede Peygamberimiz (s.a.v.)’me inmeye başlamıştır.
Yüce Allah, Kadr Suresi’nde şöyle buyurmaktadır: “Biz, Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?. Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir”
Kur’an-ı Kerim, son ilahi kitap olarak gönderildiği için emirleri, yasakları ve diğer esasları da bütün insanlığı içine alacak şekilde evrensel hükümleri ihtiva etmektedir. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim, her şeyden önce Allah’ın varlığını, birliğini, O’nun yüksek ve eksiksiz sıfatlarını, yaratılmışlara olan rahmet ve bağışlamasının genişliğini tespit eden; insanı dünya ve ahirette mutlu kılacak her şeyi içine alan kutsal bir kitaptır. O halde O’nu kendisine rehber olarak kabul eden insan yanılmaz; O’na sımsıkı sarılan sapıklığa düşmez ve O’nun gösterdiği yoldan yürüyen şaşırmaz. Bu sebeple, bütün insanlık için bir kurtuluş kaynağı olan Yüce Kitap Kur’an-ı Kerim’in, böyle bir gecede inmeye başlaması, o geceye müstesna bir şeref kazandırmıştır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren Allah’tır. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir”; “Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir, iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler”; “Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki O, müminler için şifa ve rahmettir”.
Toplumda adâletin sağlanması, kötülüklerin önlenmesi, aç olan insanların doyurulması, elbisesiz olanların giydirilmesi, hasta olanların tedavi ettirilmesi ve kimsesizlerin imdadına yetişilmesi İslâm Dini’nin ana hedefleri arasındadır. Kadir Gecesi münasebetiyle Müslüman kardeşlerimize yardımlaşma konularında daha hassas olmalarını, fakir ve muhtaçların ellerinden tutmalarını, imkanlar ölçüsünde ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmalarını tavsiye ediyorum.
Kadir Gecesi’nin ibadetlerle değerlendirilmesi çok büyük bir kazançtır. Zira bu gecede yapılan ibadet bin ayda yapılan ibadetten daha hayırlıdır. Bu gece; Kur’an okumak, namaz kılmak, dua etmek, günahlardan tevbe ve af dilemek mü’minler için en kazançlı ibadetlerdendir.
O halde, bu gece; Cenab-ı Hakk’a açılan ellerin, O’na yönelen dua ve niyazların geri çevrilmeyeceğini düşünerek, bu geceye en büyük hususiyeti veren Kur’an-ı Kerim’i okuyarak, tevbe ve istiğfar ederek, dua ve niyazda bulunarak, kaza ve nafile namazı kılarak bu gecenin ihyasına çalışıp, bayram sabahına kavuşmayı Yüce Mevla’mızdan dileyelim.
Bu duygu ve düşüncelerle, Romanya’da yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın Kadir Gecelerini en iyi dileklerimle kutlar, bu gecenin tüm Romanya halkının ve İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
Mustafa ÇALIŞKAN
T.C. Köstence Başkonsolosluğu
Din Hizmetleri Ataşesi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Prima zi a Ramazanului este 06.11.2002
Ultimul mesaj al Măreţului Allah care a luminat inimile oamenilor, Kur’an-i Kerim adresat Profetului Muhammmed a început să coboare din ceruri în acastă lună. Cea mai importantă noapte din această lună este “Kadir Gecesi”.
“Luna Ramadan, este luna în care a fost trimis Coranul, drept călăuză pentru oameni, sunt dovezi limpezi pentru drumul cel drept şi un bun îndreptar”; “Noi am coborât (Coranul) în noaptea al-Qadr. Noaptea al-Kadir este mai bună decît o mie de luni!”.
Profetul Muhammed a spus: “În luna Ramazan Allah a poruncit ca ziua să se ţină post, iar noaptea să se roage (Teravihi). Dacă în această lună cineva se apropie de Allah făcând o faptă bună, atunci şi pentru cei din jurul lui el este este un exemplu. Favoarea cîştigată pentru 70 de fapte bune în celelalte luni îi conferă dreptul la respect. Ramazanul este luna răbdării. Virtutea răbdării este raiul. Ramazanul este luna binefacerii şi întrajutorării. În acestă lună se înmulţesc proviziile credinciosului. Prima parte a lunii ramazan este considerată iertare, mijlocul, iar ultima parte, eliberarea din focul iadului”
Rugăciunea Postului s-a instaurat în cel de al doilea an al trecerii profetului Muhammed de la Meca la Medina. De la Adam încoace postul a fost lăsat tuturor profeţilor si credincioşilor.
“O, voi cei care credeţi, v-a fost statornicit vouă Postul, aşa cum le-a fost prescris şi celor dinaintea voastră“
Luna ramazan este luna postului. Iată cum descrie Profetul Muhammed postul. “Cel care posteşte sau se raogă de Ramazan din propria iniţiativă, cu voia lui Allah i se vor ierta toate păcatele”
În timpul postului, credinciosul se fereste să spună minciuni, să aibă ură şi invidie, se freşte să facă păcate.
Profetul a spus: “Dacă cineva care ţine
post se debarasează de minciună, dacă rabdă de foame şi sete numai pentru Allah, va fi iertat de păcate
”
Din punct de vedere al sănătăţii specialiştii au afirmat că postul este izvor de sănătate prin eliberarea toxinelor, paralel cu acesta primul sfat pentru cei bolnavi care ţin regim regim.
Postul dă oamenilor fineţe si sensibilitate. În acestă perioadă oamenii se gândesc la cei săraci, se naşte sentimentul de ajutorare, fără ca cel ajutat să se simtă jignit se realizează acel echilibru social.
Luna Ramazan şi postul reprezintă credinţă şi evlavie.
Credinciosul Musulman are parte de, izvor de bine şi prosperitate. Fiecare credincios trebuie se debaraseze de rele si se îndreaptă spre fapte bune şi frumoase. În acestâ lună crediucioşii citesc mult din Coran şi se roagă din tot sufletul.
În acesta lună, mâinile care se deschid către Allah, rugănciunile care i se adresează, nu sunt refuzate
Cu aceste sentimente trebuie să ne rugăm pentru pârinţi, copii, vecini, rude şi pentru întreaga omenire.
Cu aceste gânduri şi sentimente vă felicit pe toţi cu ocazia lunii de Ramazan pe toţi care trăiesc în Romania şi doresc ca acestă lună să aducă întregii lumi Islamice, unitate şi prospesitate şi pace întregii omeniri.
Mustafa Çalışkan
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Bilindiği üzere, Yüce Allah’ın insanlığa en son mesajı Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi bu ayda bulunmakta ve İslâm’ın beş temel esasından biri olan oruç ibadeti de bu ayda yerine getirilmektedir. Bu yıl Ramazan orucuna 6 Kasım 2002 Çarşamba günü başlanacaktır.
Oruç ibadeti, Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicretinin ikinci yılında farz kılınmıştır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun”; “Biz O’nu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik
Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır” buyurmaktadır.
Oruç ibâdeti, Hz. Adem (a.s.)’dan beri bütün peygamberlere ve ümmetlerine farz olan bir ibadettir. Cenab-ı Hak, bir âyet-i kerimede mealen; “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki oruç sayesinde fenalıklardan korunursunuz” buyurmuştur.
Ramazan ayı, oruç ayıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) bu ayda oruç tutmanın faziletini şöyle açıklamaktadır: “Bir kimse Ramazan’ın farziyetine inanarak ve mükâfatını umarak oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”
Allah, insanı bedenle ruh, madde ile mânânın iç içe olduğu en üstün bir varlık olarak yaratmıştır. Bunun için insanın mutluluğu ve huzuru bu iki farklı unsurun dengede tutulmasına bağlıdır. Maddi yönümüz daha belirgin olduğu için, rûhi güçlerimizi gölgelemek ve ona üstün gelmek eğilimindedir. Bu eğilim sürekli ve etkili olursa insanın ruhunun olgunlaşması engellenmiş olur. Bunun için beden ile ruhun dengesini çok iyi ayarlamak gerekir. Bu gayeye ulaşmak için de, açlık, susuzluk, cinsel arzuları sınırlama; dilin, kalbin, zihnin ve öteki organların denetim altına alınması ile mümkündür.
Çünkü mide yemek içmekten korunduğu gibi; dil de yalandan, kötü sözden, boş laftan uzak tutulmalıdır. Göz yanlış yerlere bakmamalı, kusur aramamalıdır. Kulak gıybet, dedikodu ve boş şeyler dinlememelidir. En önemlisi de gönül ve zihin güzel şeyler düşünmelidir. Gerçekten organlarının tamamını oruca iştirak ettirmeyi başaramayan kimse, şeklen oruç tutmuşsa da, orucun özünü yakalayamamış demektir. Peygamberimiz (s.a.v.) in; “Kim yalan söylemeyi ve yalancılıkla iş görmeyi bırakmazsa, Allıh’ın, o kimsenin yemesini, içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur”; “Oruç tutan öyle insanlar var ki, ellerine açlık ve susuzluktan başka bir şey geçmez” ve “Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şayet biri kendisine söver veya çatarsa, “Ben oruçluyum” desin” sözü de bu gerçeği vurgulamaktadır.
O halde bütün organlarıyla oruç tutan kimse daha dikkatli ve daha samimi olacak ve kendisine sataşanlara bile “Ben oruçluyum” diyerek onlara uymayacaktır.
Öte yandan bütün organlar gibi sindirim sisteminin de dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bu bakımdan sıhhi açıdan orucun şifa kaynağı olduğu tıp uzmanlarınca da ifade edilmektedir. Buna paralel olarak, hastaların çoğuna ilk tavsiye edilen şeyin perhiz olduğu da bilinmektedir.
Diğer bir açıdan oruç insanların kalbinde incelik ve vicdanlarında duyarlılık meydana getirir. Bu sayede fakirlerin, yoksulların hallerini düşündürerek insanlarda yardımlaşma duygusunu harekete getirir ve Müslümanlar arasında sosyal dengenin sağlanmasına yardımcı olur
Bu nedenlerle, Ramazan ayının ve orucunun; Mü’minler için hayır ve huzur kaynağı olduğunu bilmeliyiz, her ne suretle olursa olsun kötü alışkanlıklarımızı terk edip iyi ve güzel davranışlara yönelmeliyiz. Bu mübarek ayda yerine getirilecek ibadetlerin, verilecek zekat ve sadakaların, yapılacak hayırlı işlerin daha çok kabul edileceğini bilmeliyiz.
Bu nedenle, Ramazan ayı boyunca Mü’minler; bol bol Kur’an-ı Kerim okumalı, varsa geçmiş namazlarını kaza etmeli, yoksa nafile namaz kılmalı, tevbe ve istiğfarda bulunmalı ve içten dua etmelidir.
Dolayısıyla, bu ayda; Cenab-ı Hakk’a açılan eller, O’na yönelen dua ve niyazlar geri çevrilmeyecektir.
Bu düşüncelerle; kendimizi, anne-babalarımızı, çocuklarımızı, yakınlarımızı, komşularımızı, bütün din kardeşlerimizi düşünelim, milletimize ve bütün insanlığa olan sorumluluklarımızı hatırlayalım ve bütün bunlar için dua edelim.
Bu duygu ve düşüncelerle, Romanya’da yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın Ramazan ayını kutluyor, bu ayın tüm İslâm âleminin huzur, birlik, beraberlik ve dirliğine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını diliyorum.
Mustafa ÇALIŞKAN
T.C. Köstence Başkonsolosluğu
Din hizmetleri Ataşesi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Ünlü düşünür ve mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rumi ile ilgili Konya’da yayınlanan en son kitapta, Mevlana’nın, atomun parçalanabi-leceğine, atomun içindeki çekirdek ve etrafında dönen elektronlara işaret ettiği öne sürülüyor.
"Mevlana ve Mevlevilik" isimli kitap, Konya’da Karatay Belediyesi’nin desteği ile Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler’in editörlüğünde, öğretim üyesi ve dalında uzman 12 kişiden oluşan Bilim Kurulu tarafından yayına hazırlandı.
Geniş kapsamlı hazırlanan kitap, Mevlana ve Mevlevilik ile ilgili çok sayıda yazı, fotoğraf ve belgeyi biraraya getiriyor. 7 asırdır fikirleri ve ünlü "gel" çağrısı ile çeşitli felsefi görüşleri etkileyen Mevlana’yı anlatan kitapta yer alan "Semadaki Sırlar" başlıklı yazıda, "ünlü düşünürün semasında birçok ilmi gerçeğin de saklı olduğu" görüşüne yer veriliyor.
Mevlana’nın semasında, ancak 20. yüzyılda bilimsel olarak yapısı çözülen "atom ile alemin yapısının aynı anda sembolleştirildiğinin" anlatıldığı kitapta, ‘’düşünürün, bir cezbe (tarikat ehlinin kendinden geçmesi) halindeyken alemin ve atomun iç yüzünü keşfettikten sonra, buna uygun olarak semaya başladığını ve bu yapıyı da semasının şekline taşıdığı" savunuluyor.
Uzayın ve atomun bugünkü yapısının hayal bile edilemediği bir dönemde Mevlana’nın, atomun parçalanabileceğini bildirdiği iddia edilen kitapta, Mevlana’nın en ünlü eseri Mesnevi’den "Eğer bir zerreyi (atomu) kesersen, ortasında bir güneş ve güneş etrafında durmadan dönen gezegenler bulursun’’ şeklinde Türkçe’ye çevrilen ifadeleri örnek gösteriliyor.
Bu ifadelerde, "güneş (atomun çekirdeği) ve onun etrafında dönen gezegenlerle (elektronlar) bilimsel bir gerçeğe yüzyıllar öncesinden vurgu yapıldığı" anlatılarak, şu görüşlere yer veriliyor:
"Böylece Mevlana, bir yandan merkezi güneş olan gezegenler sistemine ve onların güneş etrafında dönüşlerine, diğer yandan atomun parçalanabileceğine, atomun içindeki çekirdek ve etrafında dönen elektronlara işaret etmiş; her şeyin durmaksızın hareket halinde olduğunu anlatmıştır. Bu durum semanın şekline de yansımıştır. Mevlana’nın semasında ortada bir semazenbaşı ve onun etrafında dönen semazenler vardır. Ortadaki semazenbaşı hem dünyanın güneşini, hem de atomun çekirdeğini (nötron ve protonları), onun etrafındakiler dönen gezegenleri (atom çekirdeği etrafında dönen elektronları) temsil etmektedir." Konya’da her yıl 10-17 Aralık günleri arasında Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin sema gösterileri ile anıldığı törenlere, yerli ve bir bölümü Müslüman olmuş çok sayıda yabancı geliyor. Mevlana’nın mezarının bulunduğu Mevlana Müzesi ise Topkapı Sarayı’ndan sonra en çok ziyaretçi alan müze olma özelliğini taşıyor.
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Madde 10 – “ Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Madde 24 – “ . Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır ..”
Madde 42 –
Öğrenim hakkının kapsamı yasayla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.
Devlet, maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları, topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.
Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.
Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar yasayla düzenlenir. Milletler arası antlaşma hükümleri saklıdır.
Madde 62 – Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin, çocuklarının eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlantılarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gereken tedbirleri alır.
Madde 130 – Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde, milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler, Devlet tarafından kanunla kurulur.
Hazırlayan Ervin İbraim
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Uzunluklar metre ile ölçülür.
Uzunluk ölçüsü temel birimi metredir.
Metre kısaca „m“ sembolü ile gösterilir.
Metre diye okunur.
Metrenin aksatları:
Bir metrede 10 desimetre vardır.
Desimetreye kısaca „dm“ sembolü ile gösterir, desimetre diye okuruz.
1m = 10 dm dir.
Desimetreden daha küçük uzunlukları santimetre ile ölçeriz.
Metre üzerinde bulunan iki rakam arasındaki uzunluğa santimetre denir. Kısaca „cm“ sembolü ile gösterilir.
Bir desimetre 10 cm, bir metre 100 cm dir.
1 dm = 10 cm 1 m = 100 cm dir.
Santimetreden daha küçük uzunluklar santimetrenin onda biri olan uzunluk ölçüsü birimi milimetre ile ölçülür.
Milimetre kısaca „mm“ sembolü ile gösterilir.
Milimetre diye okunur.
1 cm = 10 mm
1 dm = 100 mm
1m = 1000 mm dir.
Metrenin katları
Dekametre = 10 m. dekametreyi kısaca „dam“ sembolü ile gösterilir.
1 dam = 10 m dir.
1m = 0,1 dam.
Hektometre = 100 m. hektometreyi kısaca „hm“ sembolü ile gösterilir.
1 hm = 100 m dir,
1 hm = 10 dam dir
1 m= 0,01 hm dir
metreden daha büyük uzunluklar kilometre ile ölçülür.
1 kilometre kısaca „km“ sembolü ile gösterilir.
1 km = 10 hm 1 km = 100 dam
1 km = 1000 m dir
1 m = 0,001 km dir
Örnek:
3 m = 30 dm = 300 cm = 3000 mm
5 km = 50 hm = 500 dam = 5000 m
584 cm = 5 m 8 dm 4 cm
8767 m = 8 km 7 hm 6 dam 7 m
3000 m = 3 km
54 km = 54000 m
uzunluk ölçüleri onar, onar büyürler ve onar, onar küçülürler.
Alan ölçüsü temel birimi metrekaredir.
Metrekare kısaca „m²“ sembolü ile gösterilir.
Kenar uzunluğu 1 m olan karesel bölgenin (karenin) alanına metrekare denir.
Metrekareden küçük yüzeylerin ölçülmesinde kullanılan ölçü birimlerine metrekarenin aksatları denir. Bunlar desimetrekare, santimetrekare, milimetrekare dir.
Desimetrekare
Kenar, uzunluğu 1 dm olan karesel bölgenin alanına desimetrekare denir. Kısaca „dm²“ sembolü ile gösterilir.
1 m² = 100 dm²
1 dm² = 0,01 m²
Santimetrekare
Kemar uzunluğu 1 cm olan karesel bölgenin alanına santimetrekare denir. Kısaca „cm² “ sembolü ile gösterilir.
1 dm² = 100 cm²
1 cm² = 0,01 dm²
1 m² = 10000 cm²
Milimetrekare
Kenar uzunluğu 1 mm karesel bölgenin alanına milimetrekare denir. Kısaca „mm²“ sembolü ile gösterilir.
1 cm² = 100 mm²
1 dm² = 10000 m²
1 m² = 1000000 mm² dir
1 mm² = 0,01 cm² = 0,0001 dm² = 0,000001 m²
Dekametrekare Bir kenarın uzunluğu 1 dekametre olan karenin alanına dekametrekare denir. Dekametrekare kısaca „dam“ biçiminde yazılır.
1 dm² = 100 m²
1 dam ² = 10 m × 10 m = 100 m²
Hektometrekare Bir karenin uzunluğu 100 m olan karenin alanına hektometrekare denir.
Hektometrekare „hm² “ olarak yazılır
1 hm² = 100 dam²
1 hm²= 10000 m²
Denizler, şehirlerü devletler gibi büyük yüzeylerin ölçülmesinde kilometrekare ölçü birimi kullanılır.
Kilometrekare Bir kareninin uzunluğu 1000 m olan karenin alanına kilometrekare denir. Kısaca „km²“ biçiminde yazılır.
1 km² = 100 hm²
1 km² = 10000 dam²
1 km² = 1000000 m²
Alan ölçüleri yüzer, yüzer büyür ve yüzer, yüzer küçülürler.
Tarla, bağ, bahçe ve arsa gibi alanların ölçülmesinde kullanılan olçüler arazi ölçüleridendir.
AR100 m² lik alana bir „ar“ denir. Kısaça „a“ sembolü ile gösterilir. Ar diye okunur.
1a = 100 m²
1000 m² lik alana bir dekar denir. Kisaça „daa“ sembolü ile gösterilir. Dekar diye okunur.
1 daa = 1000 m²
1 daa = 10 a
10.000 m² lik alan bir hektar denir. Kısaca „ha“ sembölü ile gösterilir.
1 ha = 10.000 m²
1 ha = 100 a
1 ha = 10 daa
Örnek
500 m² = 5 a 7000 m² = 7 daa
80000 = 8 ha
12 a = 1200 m²
10 ha = 100000 m².
Suö doğal gazö kumö kerestenin ölçülmesinde hacim ölçüleri kullanılır. Hacim ölçüsünün temel birimi metreküptür.
Ayrıtlarının uzunluğu 1 m olan küpün hacmine metreküo denir. Kısaca m³ biçiminde gösterilir.
Desimetreküp
Ayrıntılarının uzunluğu 1 dm olan hacim ölçüsü birimine desimetreküp denir. Kısaca „dm³“ biçiminde gösterilir.
1 m³ = 1000 dm³
1 dm³ = 0,001 m³
Santimetreküp
Ayrıntılarının uzunluğu 1 cm olan küpün hacmine santimetreküp denir. Kısaca „cm³“ biçiminde gösterilir.
1 dm³ = 1000 cm³
1 cm³ = 0,001 dm³
Milimetreküp
Ayrıntılarının uzunluğu 1 mm olan küpün hacmine milimetreküp denir. Kısaca „mm³ “ biçiminde gösterilir.
1 cm³ = 1000 mm³
1 mm³ = 0,001 cm³
Dekametreküp
Ayrıntılarının uzunluğu 1 dam olan küpün hacmine dekametreküp denir. Kısaca „dam³“ biçiminde gösterilir.
1 dam³ = 1000m³
1m³ = 0,001dam³
Hektometreküp
Ayrıntılarının uzunluğu 1 hm olan küpün hacmine hektometreküp denir. Kısaca „hm³ “ biçiminde gösterilir.
1 hm³ = 1000 dam³
1 dam³ = 0,001 hm³
Kilometreküp
Ayrınlılarının uzunluğu 1 km olan küpün hacmine kilometreküp denir. Kısaca „km³ “ biçiminde gösterilir.
1 km³ = 1000 hm³
1hm³ = 0,001 km³
hacim ölçüleri birimleri biner biner büyür, biner biner küçülür.
Büyük birimleri, bir küçük birime çevirmek için, verilen birim 1000 ile çarpılır.
Örnekler:
3 dam³ = 3 × 1000 = 3000 m³
7 km³ = 7 × 1000 = 7000 hm³
Küçük birimleri bir büyük birime çevirmek için, verilen birim 1000’e bölünür.
Örnekler:
6 m³ = 6 : 1000 = 0,006 dam³
5000 cm³ = 5000 : 1000 = 5 dm³
Prof. Murat ASAN
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Anlamı olan veya cümle kuruluşuna yardım eden ses ya da ses topluluklarına kelime denir. Kelimeler birbirleriyle olan ses benzerliklerine veya anlam ilişkilerine göre çeşitli adlar alır.
Alıştırmalar:
Prof. Nermin ASAN
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Praga, 21 noiembrie 2002
Reporter: Din punctul de vedere al României NATO este important. Ce le puteţi spune criticilor care afirmă că este Alianţa este inutilă şi depăşită.
Adrian Năstase: NATO este importantă pentru România, în primul rând pentru că multe generaţii după al doilea război mondial au considerat nedrept faptul că România a fost ţinută în afara familiei euro-atlantice. Înţelegerea de la Yalta, apoi perioada comunistă a însemat pentru mulţi români o paranteză în istorie. După admitere românii, al căror ataşament pentru valorile familiei euro-atlantice îl reafirm aici, doresc să se alăture Europei şi Statelor Unite într-un efort care are dimensiune politică dar şi o dimensiune de securitate. De aceea 80 % din populaţia României susţin acest efort al Guvernului român.
Reporter: Domnule Prim-ministru, aveţi o armată puternică de aproximativ 170.000 de soldaţi. Aţi fi dispus, ar fi dispusă România să trimită trupe la Bagdad dacă se va ajunge la aceasta?
Adrian Năstase: Noi am hotărât după 11 septembrie să acţionăm ca membru de facto al Alianţei şi după aceea noi am acceptat să trimitem trupele noastre în Afganistan. Acest lucru a constituit un test adevărat pentru armata noastră şi, din câte am înţeles, a fost unul de succes. Acum, odată ce am devenit membri al Alianţei, nu putem aştepta să primim doar drepturi, trebuie să ne asumăm şi responsabilităţile care descurg din această calitate. De aceea, vom urma, bineînţeles, strategia Alianţei referitoare la Irak.
Cabinet Adrian Năstase – DAIS
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Osmanlılar çekildikten sonra Balkanlar’da çok sayıda Türkler kalmaya devam ettiler. Böylece Bulgaristan, Makedonya, Moldaviya Gagauz bölgesi, Kosovo, Romanya, Batı Trakya, Arnavutluk, vs. ülkelerinde Türk toplumu büyük bir ölçüde görmek mümkündür. Türk çocukları okula gidip Türkçe öğreniyorlar. Hem de ne güzel, Türk dilini konuşuyorlar hiç bilmezsiniz. İşte Bulgaristan’dan ve Gagauz Yerinden Türk çocukları sizinle mektuplaşma ve temasa geçmek için dergilerini gönderdiler. Adres isteyenler Hakses gazetesine baş vurabilirler.