N. K. Yıldız
Bu gün burada Romanya Köstence Ovidius Üniversitesi ile Türkiye Cumhuriyeti, Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi arasında 5 Aralık 1999 tarihinde imzalanan Protokole göre Köstence’de Ovidius Üniversitesi bünyesinde kurulan, ROMANYA – KÖSTENCE OVİDİUS ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI ATATÜRK ROMEN – TÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ’ nin kuruluşunun ilanı, tüzüğü ve 2000 yılında yapacağı bazı çalışmalar hakkında bilgi vermek üzere toplanmış bulunuyoruz.
Bu gün 19 Mayıs 2000. Niçin açılışımızı 19 Mayıs’ta yapıyoruz? Çünkü; 19 Mayıs 1919, Türk Milli Kurtuluş hareketinin başlangıç tarihidir. Bu gün aynı zamanda milli kahraman olan ulu önder Atatürk’ün de doğuşu oluyor. Bu yüzden kendisine doğum günü sorulduğunda “Ben 19 Mayısta doğdum” diyor. Türkiye her 19 Mayısı yurt içinde ve dış temsilciliklerinde büyük bir coşku ile 19 Mayıs Atatürkü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Biz de Romanya Köstence Ovidius Üniversitesi Uluslararası Atatürk Romen – Türk Araştırma Merkezi’ nin açılış ve ilanını bu anlamlı günde yapmayı uygun bulduk.
Bu Araştırma Merkezine Romanya – Köstence Ovidius Üniversitesi Uluslararası Atatürk Romen – Türk Araştırma Merkezi adının niçin verildiğinin, ya da merkeze adı verilen Atatürk’ün, Türk milleti ve dünya milletleri için önemi hakkında kısa bilgi arzetmek istiyorum. Merkezin tüzüğü ve çalışma programı hakkında değerli hocam Prof. Dr. Enver Mahmut bey bilgi verdiği için bu konuya girmeyeceğim. Ancak hem kurucu, hem de yönetim kurulu üyelerimizi sizlere tanıtmak istiyorum.
Merkezin Onursal başkanları:
Türkiye Cumhuriyeti Köstence Başkonsolosu Sayın M. Hayati SOYSAL.
Köstence Ovidius Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Adrıan Bavaru.
Yönetim kurulu üyeleri ise:
Merkezin başkanı: Tarih Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Mihai Irimia,
Başkan Yardımcısı: Edebiyat ve İlahiyat Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Marin Petrişor,
Genel Sekreter: Türkoloji Bölümü Sorumlusu. Sayın Prof. Dr. Enver Mahmut.
Genel Sekreter Yardımcısı: Edebiyat Fakültesi Türkoloji Okutmanı Namık Kemal YILDIZ,
Muhasip Üye: Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Eden Mamut,
Veznedar üye: Güzel Sanatlar Bölümü Genel Müdürü, Doç. Dr. İbram Nuredin
Üye: Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi, Doç. Dr. Yusuf Timurlenk
Üyeler:
Edebiyat Fakültesi İlmi Sekreteri, Okutman Sayın Dr. İleana Marin,
Tarih Fakültesi İlmi Sekreteri Okutman Drd. Stoıca Lascu
Romen ve Klasik Diller Uzmanı, Sayın Asistan. Acer ASAN’dır
Denetleme Kurulu:
Başkan: Edebiyat Fak. Romence-Türkçe Böl.Asistanı, Belgiuzar Buliga Kartali,
Üyeler:
Edebiyat ve İlahiyat Fakültesi Asistan. Luminiţa Zaharia
Köstence Ovidius Üni. Tarih Fak..ve N. İorga Tarih Enst. Doç. Dr. Nagi Pienaru
„Atatürk’ü iyi anlayabilmek için yakın Türk tarihine bir bakmamız gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşında müttefikleri ile birlikte yenilmesi ve siyasal alanda parçalanma tehlikesiyle karşılaşması, bu İmparatorluk içerisinde ana unsur olan Türklerin bağımsızlık savaşı yapmalarını zorunlu hale getirmiş, bu zorunluluk olayları, Türk tarihinde „Atatürk Devrimi” adıyla ortaya çıkan köklü değişiklik hareketinin de başlangıcı olmuştur. Bir taraftan işgaci emperyalist dış güçlerle ve diğer taraftan içeride onlarla işbirliği yapan kişi ve kuruluşlara karşı sürdürülen Milli Mücadelede, yeni bir Türkiye Devleti’nin kurulmasıyla, hukuki ve yasal temellere dayalı bir güvence sağlanmıştır.” (1)
Atatürk, Milli Mücadeleye 19 Mayıs 1919 da Samsun’da başlamıştır. Oluşturduğu milli kuvvetlerle de yurdunu düşmanlardan temizlemiştir.
„Atatürk Türk millet hakkında verilen esaret ve ölüm kararına ve bu kararın uygulanışına karşı gelen, isyan eden bir ulusun kurtarıcısı ve yeni bir devletin kurucusu olarak, büyük tarihi görevi yerine getiren yüce bir kişidir. 1919 bunalımından 1922’ nin parlak zaferini çıkaran etkenlerin başında, Türk milletinin azim ve iradesini temsil eden Atatürk’ün üstün kişiliği, sağlam ve kuvvetli azim ve iradesi çok önemli rol oynamıştır.” (2)
Atatürk’ün askeri dehası, devlet kurucıluğu devlet adamlığı ve inklâpçı yönü ile devam eder. Bu yönleri ile de Atatürk, komutan Atatürk kadar ünlüdür. Çağdaş yazarlar ve düşünürler, Atatürk’ün devlet adamlığını ve bu ara köklü reformlarını hâlâ incelemekte ve değerlendirmektedir.
Atatürk, dünyada „Kemalizm”, „Atatürkçülük” veya „Türk İnkılâbı” olarak tanınmış sosyal ve siyasal hareketi yönlendirmede yeni ilkeler ortaya atmış ve kaynağını hayatın gerçeğinden alan uygulamalarda bulunmuştur. Bu uygulamalardan bazıları O’nun sağlığında gerçekleştirilmiş, bazıları da bir amaç veya hedef olarak belirtilmiştir. Atatürk’ün koyduğu ilkelere Atatürk İlkeleri denir. Bunlar “Atatürk İlkeleri” olarak, Türkiye Devleti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturur.
“Atatürk’ün koyduğu ilkeler; belli bir kalıba sokulmaya veya dondurulmaya tâbi tutulmadan, hayat gerçeğinden alınmış ve zamanın gerçeklerine göre yine inklâpçı bir anlayışla, kendi yönlerinde geliştirilmesi gereken prensiplerdir. Atatürkçü düşünce sistemi, tam bağımsızlık yanlısıdır, halkçıdır, demokratiktir, sosyaldir, barışçıdır, müsbet ilme ve hür duyguya dayanır ve dinamiktir.” (3)
Atatürkçülüğün başta gelen unsuru olarak verdiğimiz tam bağımsızlık ilkesinin gücü o derece etkilidir ki, Atatürk’ün bu gücü bütün mazlum milletlere örnek olmuştur. Atatürk, uzağı görüşü ile durumu tesbit eden ve değerlendiren bir kişidir.
Atatürk birleştirici ve toplayıcı bir liderdir.
Atatürk “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” diyerek, bilimin insan ve toplum hayatındaki önemine dikkat çekmiş ve bilimsel ve akılcı düşünceyi Türk toplumunun bütün alanlarına hakim kılma çabasını sürdürmüştür.
Atatatürk, aile hayatına büyük önem vermiştir. “Sosyal hayatın kaynağı aile hayatıdır.” sözü Atatürk’ ündür. Bunun içindir ki, toplumun sağlam ve sıhhatli oluşunu, bu kurumun sağlıklı oluşunda görmüş, Türk aile yapısının temelini Medeni Kanun’la gerçek ve mantıki kurallara bağlamıştır. (4)
Cumhuriyetin ilanından (1923), son nefesine kadar (1938), 15 yıl süresince Atatürk Türkiye Cumhuriyetini her yönü ile çağdaş davlet yapma uğraşı içinde oldu. Bu çabalar başta inkılâp adıyla oldu, sonraları reform adı ile sürdürüldü. Gerçekten genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bünyesine tesir edecek köklü değişiklikler vardır ki, bunlar (inkılâp) idi. Sosyal bünyenin uygarlık alanına girenler ise (Reform) adı altında toplanabilir. (5) Atatürk eğitim, hukuk, kültür ve sosyal alanlarda yaptığı inklâplarla Türk milletini modern ve çağdaş ölçülere çıkarmıştır.
Atatürk’ü evrenselleştiren en önemli görüş, O’ nun insan sevgisi ve insanlık ülküsüdür. Atatürk milleti ile öğünür, ona gurur ve güvenle bakar. Diğer yandan da “Bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı ve ilgi gösterileceğini, onların milliyetçiliğinin bütün gereklerinin tanınacağını” ifade ederek “Bizim milliyetçiliğimiz bencilce ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.” der.
Atatürk, dünya insanlığını bir bütün olarak görür ve Türk milletinin varlığı ve mutluluğu kadar bütün dünya milletlerinin barış içerisinde mutluluğuna hizmet etmeğe elinden geldiği kadar çalışmıştır.
Atatürk, Büyük Zaferden sonra hep barışçı bir politika izledi. “Yurtta barış, dünyada barış” diyerek, savaştığı milletlerle bile barışmasını bilmiştir.
Yurtta barış; milli birlik ve beraberliğinin sonucudur. Vatandaşlar, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine saygı duyarak yaşamalılar. Dünyada barış ise; devletler arasındaki çeşitli anlaşmazlıkların masa başında görüşülerek, anlaşarak çözümlenmesidir. İnsanlık ideali ancak böyle gerçekleşir.
Atatürk’e göre devletler arası savaşlar sadece kan, gözyaşı ve acı getirir. Kazanan tarafta aslında pek çok şeyini kaybetmiş olur. Esas olan savaş değil, barıştır. Atatürk Lozan Anlaşması’ndan sonra bir çok problemi barışçı yollarla çözmüştür.
„Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa Türkiye ona can atarak karşıladı ve yardımını esirgemedi.” diyen Atatürk’ ün bu barışçı tutumu kendisinden sonra gelen bütün yöneticiler tarafından da sürdürülmüştür. Atatürk’ün „Yurtta barış, dünyada barış” prensibi, Türk dış politikasının temelini oluşturmuştır.
İşte dünya barışına katkıda bulunan ve ünü 20. yüzyıldan taşıp 21. yüzyıla kadar ulaşan nadir liderlerden biri olduğu için Merkezimize Romanya Köstence Ovidius Üniversitesi, Uluslararası Romen – Türk Atatürk Araştırma Merkezi’ adı verildi.
Romanya Köstence Ovidius Üniversitesi, Uluslararası Romen – Türk Atatürk Araştırma Merkezi’ nin ilk faaliyeti, Köstence Ovidius Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü öğretim üyelerinden ve değerli akademisyen arkadaşım Belgiuzar Buliga Kartali ile aynı fakültede Türkoloji okutmanı olarak görev yapan ben Namık Kemal Yıldız tarafından, ulu önder Atatürk’ün yaptığı büyük NUTUK’ un Türkçe’den Romence’ye çevirisine başlanması olmasıdır. Bu yüce görevin sorumluluğunu omuzlarımızda taşımanın gururunu duyuyoruz. Bu şerefli görev bize verildiği için de, kendimizi bahtiyar hissediyoruz.
Merkezin ikinci faaliyeti ise, Köstence Ovidius Üniversitesi’ inde „Özdeyişlerle Atatürk Fotoğraf Sergisi” nin düzenlenmesidir. Bu gün sergimizi de gerçekleştiriyoruz. Biraz sonra sergimizi ziyaret edip, Atatürk’ün fotoğraflarını ve bu fotoğraflar altındaki Türkçe, Romence ve İngilizce’ye çevrilmiş özdeyişlerini (vecizelerini) inceleyeceğiz.
Yılda en az iki defa uluslararası sempozyum düzenlemeyi, tarihin karanlığında kalmış bilinmeyenleri ortaya çıkarmayı düşünüyoruz.
Atatürk’ün Romanya’da bulunan ve henüz Türkiye’de basılmamış fotoğraflarının yayınlanması da faaliyetlerimiz arasında alacaktır.
Romanya Köstence Ovidius Üniversitesi, Uluslararası Romen – Türk Atatürk Araştırma Merkezi’nin, Romen – Türk dostluğuna büyük hizmetler yapacağına ve ileride Romanya yaşayan Türk – Tatar soydaşlarımız ile Romen dostlarımızın ciddi ve başarılı akademik çalışmalarda bulunacağına inancım tamdır.
Konuşmamı bitirmeden önce, Romanya – Köstence Ovidius Üniversitesi Uluslararası Atatürk Romen – Türk Araştırma Merkezi’nin kuruluşunda emeği ve büyük destekleri bulunanlardan, başta Merkezimizin Onursal başkanları, Köstence Ovidius Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Adrian Bavaru ile Türkiye Cumhuriyeti Köstence Başkonsolosu Sayın M. Hayati SOYSAL’a, Genel Sekreterimiz Sayın Prof. Dr. Enver MAHMUT’a, Türkiye Cumhuriyeti, Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi başkanı sayın Azmi SÜSLÜ ve Merkez sekreteri Dr. Hüsamettin YILDIRIM beylere, Atatürk’ün Nutuk adlı eserini Türkçe’den Romenceye çevirisini birlikte yapmaya başladığımız sayın Belgiuzar Buliga Kartali’ ye, “Özdeyişlerle Atatürk Fotoğraf Sergisi” nin düzenlenmesinde bizlere yardımcı olan, sayın Gülten ABDULA’ ya, Romanya Atatürk Gençler Teşkilatı Genel Başkanı sayın Fevzi AYSEL’e, Romanya İsmail Gaspıralı Gençlik Teşkilatı Genel Başkanı sayın Aladin AMET’e ve hem kurucu üyemiz hemde bu açılışta sunucumuz olan Acer ASAN’a teşekkür ederim.
Hepinizi saygılarımla selamlarım
Namık Kemal Yıldız
Romanya Köstence Ovidius Üniversitesi
Uluslararası Atatürk Romen – Türk Araştırma Merkezi
Genel Sekreter Yardımcısı
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Türkiye Cumhuriyetinin dokuzuncu Cumhurbaş-kanı olarak görev yaptığınız süre içerisinde Romanya’da yaşayan Oğuz Türklerinin dil ve din adamı ihtiyacının karşılanması amacıyla, tarihi Medcidiya şehrinde açtığınız Kemal Atatürk Ilahiyat ve Pedagoji Lisesi ile Babadağı şehrinde restaora-syonunu yaptırdığınız Gazi Ali Paşa Külliyesi başta ol olmak üzere, Romanya Türklüğüne ve dostluğuna kazandırdığınız Türk-Islam eserleri ve eğitim kurum-ları halkımızca takdir ve minnetle anılmaktadır.
Romanya’da yaşayan yaklaşık yüz bin Türkün temsilcileri olan bizler, Türk- Romen dostluğuna, Türk kültürüne, bölge ve Dünya barışına verdiğiniz destek ve katkılardan dolayı sonsuz teşekkürlerimizi arz ede-reken, bundan sonraki yaşamınızda aileniz ve zat-ı âlinize sağlık, sıhhat ve afiyetler dileriz.
En derin saygılarımızla,
R.D.T.B. Genel Yönetim Kurumu
Sayın AHMET NECDET SEZERTürkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Ankara
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyetinin onuncu Cumhurbaşkanı olarak seçilmeniz Romanya’da yaşayan biz, yaklaşık yüz bin Türk tarafından sevinçle karşılanmıştır.
Cumhurbaşkanlığına seçilmenizden dolayı sizleri tebrik eder, çalışmalarınızda başarılar diler, yapacağınız Cumhur başkanlığınız süresince, Romanya Türklüğüne,Türk kültürüne, Romen- Türk dostluğuna vereceğinize inandığımız katkı ve desteklerden dolayı şimdiden teşekkür ve şükranlarımızı arz ederiz.
En derin saygılarımızla,
R.D.T.B. – Genel Yönetim Kurumu
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
La invitaţia Camerei de Comerţ şi a Camerei de Navigaţie din Istanbul, în perioada 10-16 aprilie 2000, Camera de Comerţ şi Industrie a municipiului Galaţi a organizat o misiune economică în Turcia, la care au participat reprezentanţi a 9 firme din Galaţi şi Giugiu, din domeniile de activitate „cheie“ cum ar fi: prelucrarea metalului, metalurgie, construcţii-montaj, servicii portuare, comerţ cu ridicata şi cu amănuntul, servicii.
Intâlniri de afaceri, o vizită la Zona Liberă Trakya, schimburi de experienţă, un simpozion de prezentare a judeţului Galaţi şi a mediului economic românesc, sunt doar o parte din reperele care au jalonat programul dens al vizitei delegaţiei gălăţene în Turcia, care a beneficiat, pe lângă colaborarea Camerelor partenere din Istanbul, şi de sprijinul Consilierului Economic al României la Istanbul, dl Ovaghim Stroe, care a acordat asistenţă pe toată durata întâlnirilor de afaceri şi a răspuns întrebărilor legate de cadrul general al economiei turce.
De asemenea, Dl Cristian Vasiliu – directorul Reprezentanţei la Istanbul a Camerei de Comerţ şi Industrie a României, a sprijinit organizarea de vizite şi contacte de afaceri între firmele româneşti şi turce.
Prima etapă a programului deplasării s-a derulat la Zona Liberă Trakya, amplasată la 35 km de Istanbul, la Çatalca, localitate care, ca rezultat al expansiunii rapide a zonelor rezidenţiale ale Istanbulului, a căpătat o mare importanţă. Çatalca oferă investitorilor toate facilităţile necesare, clădiri moderne şi un viitor promiţător.
Zonă Liberă Trakya este amplasată la 3 Km de Autostrada Trakya şi la 20 min de Aeroportul Ataturk.
Informaţii generale asupra Zonei Libere Trakya:
Data înfiinţării: 1998
Sistemul: Zonă Liberă pe o perioadă de 30 de ani (proprietate privată)
Suprafaţa: 387.500 m²
Scopul: mărirea exporturilor, impulsionarea activităţilor de producţie prin transfer de capital şi tehnologie, creşterea competivităţii produselor.
Investiţia totală: 800 milioane USD
Infrastructura tehnică: electricitate, alimentare cu apă industrială şi potabilă, sistem de purificare biologică a apei, sisteme de canalizare, hidranţi pentru stingerea incendiilor, sisteme de iluminare, reţea telefonică.
Infrastructura socială: servicii tehnice, servicii medicale, servicii de securitate, servicii de transport, servicii sociale.
În Zonă se găsesc amplasate următoarele instituţii ale statului: Directoratul Zonelor Libere, subsecretariatul pentru Comerţ Exterior, Vama, Poliţia, Poşta. Această Zonă Liberă este, până în prezent, unica de acest fel în Turcia, funcţionând pe principiul „achiziţionează şi ia proprietate“ şi nu pe cel utilizat în mod obişnuit „construieşte, funcţionează, transferă“. Mai concret, investitorii din această zonă pot să-şi închirieze sau să-şi vândă proprietăţile achiziţionate în această zonă.
Istanbulul, a cărui cucerire de către Otomani a deschis o nouă epocă în istorie, este amplasat pe două continente, ceea ce îi conferă un caracter de unicitate printre celelalte metropole ale lumii. Oraşul Istanbul şi-a păstrat de-a lungul timpurilor importanţa economică, politică şi militară, fiind astăzi şi unul dintre cele mai mari centre turistice ale lumii, bogăţiile sale istorice reflectând culturile societăţilor care au coexistat în diferite perioade.
Camera de Comerţ Istanbul este practic, cu cei 255.000 de membri, „căminul“ comercianţilor din Istanbul, cărora le aparţine atât în cel mai strict sens legal cît şi moral, chiar dacă nu a fost construită pentru ei.
La întâlnirile de afaceri au participat companii turce din Istanbul şi Izmir, care şi-au arătat disponibilitatea de colaborare şi au transmis oferte de produse şi servicii participanţilor gălăţeni.
Un alt punct al programului misiunii a fost vizita la Camera Turcă de Navigaţie, a cărei denumire completă este Camera de Navigaţie a Istanbulului şi a Regiunilor Mărilor Marmara, Egee, Mediteraneană şi Neagră. Această organizaţie profesională importantă, care reuneşte sectorul marinei comerciale turce, are sediul principal la Istanbul, filiale în Izmir, Bodrum, Marmaris, Antalya şi Iskenderun şi birouri de legătură la Ankara şi Mersin. Camera Turcă de Navigaţie (CTN) a fost înfiinţată în 26 August 1982, acoperind în prezent regiunea Mărilor Marmara şi coasta turcă a Mărilor Egee, Mediterană şi Neagră.
Principalele activităţi ale CTN sunt:
In concluzie, se poate afirma că această misiune a reprezrentat un succes, atât din punct de vedere al contactelor de afaceri avute cât şi din punct de vedere al cunoaşterii mediului de afaceri turc, participanţii gălăţeni având astfel posibilitatea de a lua contact direct cu rigorile şi cerinţele unei economii în dezvoltare.
Gülten ABDULA
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
(Cuvântul a fost redactat în limbile turcă şi română)
Sayın Rektör, Değerli konuklar,
Bugün burada Türk ulusunun yetiştirdiği en büyük devlet adamı, asker ve fikir adamı Mustafa Kemal Atatürk adına tesis edilen araştırma merkezinin açılışı vesilesiyle biraraya gelmiş bulunuyoruz. Hayati Soysal / T.C. Kostence Başkonsolosu |
Stimate domnule Rector, Stimaţi oaspeţi,
Ne aflăm astăzi, aici, pentru a sărbători deschiderea unui centru de cercetare ce poartă numele celui mai mare om de stat, Mustafa Kemal Ataturk, politician, soldat şi înnoitor de drumuri, al poporului turc. Hazati Soysal – Consul General al Turciei la Constanţa. |
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Urmare a Şedinţei comune (Comisii de Învăţământ ale Uniunilor, metodişti, inspector din Ministerul Educaţiei Naţioanale) desfăşurată la data de 03.03.2000, la Constanţa, vă facem cunoscut că numirea candidaţilor suplinitori la disciplinele Limba şi Literatura turcă şi Religie musulmană se va face în baza următoarelor criterii de evaluare:
Inspector principal de specialitate
Ali Leman
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Romanya’da yaşayan Türk toplumuna mensup ailelerin çocuklarından, anadil – Türkçe dersi alan öğrencilerin katıldığı Türk Dili Milli Olimpiyatı’nın III.sü Mecidiye’de 26-29 Nisan 2000 tarihleri arasında, Mecidiye Kemal Atatürk İlahiyat ve Pedagoji Lisesi’nde yapıldı. Şubat ayında yapılan bölgesel olimpiyatlarda dereceye giren 36 öğrenci Milli Olimpiyata katılma hakkı kazandı.
Türk Dili Olimpiyadı, Romanya Milli Eğitim Bakanlığı Türk Dili Genel Müfettişliği, Köstence İl Milli Eğitim Müdürlüğü Türk Dili Müfettişliği, Romanya Müslüman Tatar Türkleri Demokrat Birliği ve Romanya Demokrat Türk Birliği olarak bizlerin ortak organizasyonu ile gerçekleşti.
Romanya Milli Eğitim Bakanlığı Türk Dili Genel Müfettişliğinin teklifi ve T.C.Köstence Başkonsolosu sayın Hayati Soysal’ın uygun görüşleri ile III. Türk Dili Milli Olimpiyatının düzenlenen Komisiyon başkanlığına Köstence Ovidius Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Okutmanı sayın Namık Kemal Yıldız getirildi. T.C.Köstence Başkonsolosu sayın Hayati Soysal diğer eğitim, kültür faaliyetlerinde olduğu gibi III. Türk Dili Milli Olimpiyatlarına manevi desteklerini sürdürdü.
Düzenleme komisyonu başkanı yardımcısı olarak Romanya Milli Eğitim Bakanlığı Türk Dili Genel Müfettişi sayın Ali Leman, öğretmen Ene Ulgean, Gelal Firdes de Preda Sena hanımlar ile Türkiyeden görevli Mecidiye Kemal Atatürk Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri Mehmet Kırmızıgül ile Cuma Dumanlı da görev aldılar. Düzenleme komisyonu, soruların hazırlanmasını, değerlendirilmesini ve yürütülmesini tarafsız bir şekilde ve Romanya Mili Eğitim Bakanlığı Olimpiyatlar tüzüne uygun bir şekilde yapmışlardır. Bu tüzeğe göre XI, ve XII. sınıflarda olimpiyatlarda derece alan öğrenciler Üniversiteye girişlerde bazı avntajlar sağlanmaktadır.
Bu olimpiyata devlet okulları yanında özel okul öğrencileri de katılmışlardır. Olimpiyat etkinilikleri içerisinde Mecidiye şehrindeki tarihi eserler ile Romen kültür eseri olan Adamclisi (Zafer anıtı) ziyaret edilmiştir. Katılan öğrenciler pikniğe götürülmüştür. Ayrıca Kırım Türklerinin oynadıkları Dubaralı düğün adlı tiyatro eseri izlenmiştir.
Yarışma büyük bir coşku ve şenlik içinde geçmiştir. Mecidiye Kemal Atatürk İlahiyat ve Pedagoji Lisesi’nde okul müdürü ile Türk tarafı müdür yardımcısı sayın Ali Bektaş beyler üç yıldan beri orada gerçekleştirilen faaliyetlerimizden yardımcı oldular. Burada görevli Türk öğretmenler ile diğer görevli personel ev sahipliğini çok güzel yaptılar, misafirleri çok iyi ağırladılar. Onlara çok teşekkür ederiz. Ayrıca Olimpiyatlara öğrenci hazırlayan öğretmenleri de kutluyoruz.
Türk Dili Olimpiyatına, Köstence İl Milli Eğitim Müdürü, Romanya Demokrat Türk Birliği Genel Başkanı sayın Ruhan Balcı, R.D.T.B.I. Genel Başkan Yardımcısı sayın Prof. Asan Murat ile Türk toplumunun milletvekili sayın Osman Fedbi, R.D.T.B. Kültür Komisyon Başkanı Gülten Abdula, Romanya Müslüman Tatar Türkleri Demokrat Birliği Başkanı sayın Sali Necat ve Milli Azınlıkar Kurulu Eğitim Komisyon Sekreteri Ervin Ibraim katılmışlardır.
Dereceye giren 26 öğrenci Romanya Milli Eğitim Bakanlığı ve Türk Başkonsolosluğu, tarafından çeşitli para ve kitaplar verilirken, Romanya Demokrat Türk Birliği ve Romanya Müslüman Tatar Türkleri Demokrat Birliği tarafından çeşitli ödüllerle ödüllendirdiler.
Türk Dili Milli Olimpiyatına katılan öğrenciler arasında en güzel kompozisiyon yazan öğrenciye trafik kazasında kaybettiğimiz Mecidiye Kemal Atatürk İlahiyat ve Pedagoji Lisesinin ilk Türk Müdür yardımcısı anısına Mustafa Kesgin ödülü verilmiştir. Olimpiyatı düzenleme komisyonu bu ödülün her yıl düzenlenecek olimpiyatlarda verilmesini bu ödülü geleneksel hale getirilmesi dileğinde bulundular.
Dereceye giren öğrencilerin isim listesi aşağıda yer almaktadır.
Ervin İbraim
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Bilim adami ile AyşeÇok tanınmış bir bilim adamı vardı. Gökteki yıldızları tanır, kuşların, çiçeklerin, balıkların adını bilir, uzak ülkelerde ne var ne yok herşeyden haberi olurdu. Çalışmaktan saçları ağarmış, yüzü solmuş, gözlerinin ışığı azalmıştı. |
Inţeleptul şi AyşeTrăia odată, un mare înţelept cunoscut în întegul ţinut. Cunoştea fiecare stea de pe cer, numele fiecărei flori, fiecărei pasăre, fiecărui peşte. Ştia tot ce se întâmplă în lume până în cele mai îndepărtate colţuri. De atâta carte, de atâta studiu, părul albise, faţa i se îngălbenise, iar strălucirea ochilor dispăruse. Cu toate acestea nu înceta să citească o sumedenie de cărţi care mai de care voluminoase â procurate cu multă trudă. Le citea pe rând şi de fiecare dată scotea notiţe, făcea însemnări. Traducere adaptată: G.A. |
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
În perioada 4-9 mai 2000, municipiul Constanţa/Mamaia a găzduit cel de al 7-le Congres al liderilor de tineret din întreaga lume turcă. Dacă până anul acesta, astfel de întruniri s-au desfăşurat în ţările turcice, organizarea congresului în România, a fost o premieră europeană, deoarece ţara noastră a fost prima ţară din lumea occidentală care a acceptat o astfel de manifestare. Congresul a fost iniţiat de OT„Gaspirali“ al UDTTMR şi organizat de Oganizaţia Internaţională a Liderilor de tineret turc, cu sediul central în Ankara (Turcia), Uniunea Democrată Turcă din România, UDTTMR, Organizaţia de Tineret „ATATURK“ şi Organizaţia de Tineret „Gaspirali“.
In deschiderea lucrărilor, Consulul General al Turciei la Constanţa, domnul Hayati Soysal a spus:
„Sunt fericit că particip la cel de-al VII-lea Congres al Liderilor organizaţiilor de tineret din lumea turcă şi am fericita ocazie să fiu alături de dumneavoastră.
Folosindu-mă de acest prilej ţin să mulţumesc uniunii „Türk Ocaklari“, organizaţiilor de tineret ale tătarilor „Ismail Gaspirali“ şi ale turcilor „Ataturk“ care şi-au adus contribuţia la organizarea acestui congres, totodată, urez „Bun venit“ tuturor participanţilor şi vă salut pe toţi cu stimă. după cum este bine cunoscut, în fruntea factorilor care transformă un popor în naţiune se află unitatea de limbă, cultură şi aspiraţiile sale.
Intinsă pe o arie geografică largă de la Marea Adriatică până la zidul chinezesc, lumea turcică înregistrează o populaţie de aproximativ 250 de milioane. Ca reprezentanţi ai organizaţiilor de tineret ale lumii turcice v-aţi reunit astăzi,aici, dumneavoastră, tinerii de astăzi, care sunteţi liderii de mâine ai lumii turce.
In cadrul lucrărilor ce vor urma în perioada celor trei zile veţi avea ocazia să vă cunoaşteţi mai bine, să discutaţi reciproc problemele cu care vă confruntanţi, să stabiliţi posibilitatea de cooperare în toate domeniile şi să pregătiţi pe termen scurt, mediu şi chiar pe termen lung programe de cooperare.
Turcia consideră că aceste reuniuni cu ţările înrudite o vor apropia şi mai mult de ele, acest lucru fiind demonstrat de însăşi participarea dumneavoastră la acest congres.
După cum bine ştiţi, politica externă a Turciei e bazată pe principiul marelui lider, Kemal Ataurk „Pace în ţară, pace în lume“, a egalităţii şi neamestecului în treburile interne şi externe ale tuturor statelor. Această politică are în vedere stabilirea relaţiilor economice, comerciale şi culturale cu statele şi comunităţile turce. Astfel, după căderea cortinei de fier, politica din ultimii zece ani a turciei a fost îndreptată în această direcţie,iar primele rezultate au dat roade.
Este o realitate ca relaţia cu republicile turce şi statele înrudite constituie una dintre pietrele de temelie ale politicii externe turce. Comunităţile turce reprezintă o punte de cooperare şi prietenie între statele pe care le reprezintă şi Republica Turcia. Un exemplu concret este chiar această întâlnire a dumneavoastră.
Cele două uniuni, reprezentante oficiale ale populaţiei minoritare turce (100.000) din România şi organizaţiile de tineret care şi-au adus contribuţia la organizarea acestui congres joacă un rol catalizator în relaţiile de bună vecinătate şi cooperare turco-române.
Cu aceste gânduri vă salut pe toţi cu resprect şi urez succes lucrărilor ce vor urma.“
VII. Dünya Türk Gençleri Birliği liderler toplantısına katılmaktan ve sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duymaktayım. Bu vesileyle bu toplantının düzenlenmesine katkıda bulunan Türk Ocaklarına, Türk ve Tatar birliklerin gençlik teşkilatları olan „Ismail Gaspirali“ ve „Atatürk“gençler teşkilatına huzurunuzda teşekkür ediyorç
Ayrıca bütün katılımcılara hoş geldiniz diyerek hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, milletleri millet yapan ögelerin başında dil, kültür ve ülkü birliği gelmektedir. Bugün buradsa Adryatik denizinden Çin Seddine kadar uzanan büyük bir coğrafy’ya yayılmış yaklaşık 250 milyon kişiden oluşan Türk topluluklarının gençlik örgütlerinin temsilcileri olarak toplanmış bulunuyorsunuz. Sizler bugünün gençleri yarının liderlersiniz.
Önümüzdeki 3 gün içinde yapacağınız yoğun toplantı ve temaslarda birbirinizi daha iyi tanıyacak, karşılıklı sorunlarınızı saptayacak her alanda yapılabilecek işbirliği olanaklarını tespit edip, kısa, orta ve uzun vadede işbirliği programlarını hazırlayacaksınız.Türkiye bu tür toplantıların kendisini kardeş ve akraba devlet ve topluluklarla daha da yakınlaştırdığına inanmakta ve bu inancını bu toplantıya çok seçkin bir heyetle iştirak etmekle kanıtlamaktadır.
Yine bildiğiniz gibi, Türkiye’nin dış politikası ulu önder mustafa Kemal Atatürk’ün „Yurta sulh cihanda sulh“ prensibi çerçevesinde Tüm ülkelerle egemen eşitlik ve işlerine karışmama esaslarına uygun olarak iyi ilişkiler kurmayı hedef edinmiştir. Bu politika tabiyatıyla Türk Devletler ve topluluklarla da yoğun ekonomik, ticari ve kültürel ilişkiler kurulmasını öngörmektedir. nitekim demir perdenin yıkılmasından sonra son 10 yıldır uygulanan politikalar bu amaca yönelik olmuş ve sonuçları alınmaya başlanmıştır. Türk Cumhuriyetler ile sınırları içinde Türk ve Akraba Topluluklar bulunan ülkelerle ilişiler, gerçekten, bugün Türk Dış politikasının Temel taşlarından birini teşkil etmektedir. Bu topluluklar ülkeleri ile Türkiye arasında da adeta bir dostluk ve işbirliği köprüsü oluşturmaktadır.
Nitekim bugün burada bu toplantının düzenlenmiş olması da bunun somut bir örneğidir. dobruca’da yaşayan ve bu toplantının düzenlenmesine katkıda bulunan yüzbin soydaşımızı temsil eden iki soydaş birliğimiz ve gençlik örgütleri Türk – Romen ilişkilerinin daha da geliştirilmesinde adeta bir katalizatör rolü oynamaktadırlar.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi tekrar saygı ve sevgiyle selamlıyor. Toplantının başarılı geçmesini diliyorum.
Hayati Soysal
Köstence – T.C. Başkonsolosu
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Activităţile organizaţiilor civile de tip ONG înfiinţate în ultimul secol în întreaga lume apuseană au demonstrat capacitatea lor dinamică, prin platforma activităţilor că ele pot fi o prezenţă permanentă în viaţa integrării sociale şi umanitare, în rezolvarea multor probleme care cuprind prin dimensiunea lor aceste domenii. Au avut un rol important în oprirea unor cataclisme politice controlînd mecanismele acestora şi prin toate pârghiile de control cum ar fi mass-media, audio vizualul,simpozioane, colocvii şI alte activităţi au dovedit că oamenii se pot uni, pot dialoga şI pot coopera pentru a-şi menţine libertatea spirituală, libertatea religioasă, libertatea socială. Secolul XXI va fi un secol al ONG-urilor care prin activităţile sale culturale, sportive şI intelectuale vor deveni adevăraţi ambasadori ai ţărilor şi statelor pe care le reprezintă.
După cum bine se ştie în lume există un număr de 250 de milioane de turci aparţinând diferitelor popoare turcice. In raport cu acest număr 60/% sunt tineri în jur de 30 de ani. Acest număr arată cât de bine trebuie să lucrăm în domeniile educaţionale pentru a pregăti un tineret sănătos atât fizic, intelectual cât şi politic. Ne revine un rol şi o menire destul de mare. Doar prin efortul comun, printr-o orientare sănătoasă şI prin efort comun să realizăm ceea ce marele nostru lider, Mustafa Kemal Atatürk a dorit să vadă. In anul 1991 turcii din Kafganistan şI-au cucerit independenţa. La fel şi celelalte popoare turce s-au scuturat de jugul sovietic. In urma acestui fapt aproape 250 de milioane s-au aflat în faţa unui vis acela de a fi din nou împreună, din nou uniţi ca origini.
Acum s-a văzut cât de eficient şI cât de necesar este un ONG. Astfel în întreaga lume turcă au apărut astfel de organisme care prin statutele lor de funcţionare au avut în primul rând rolul de a se apropia întreaga lume turcă, de a cultiva şi valorifica bogatul tezair cultural, lingvistic, de artă şi ştiinţă. Alături de ONG-uri au apărut şI alte forme de asocieri cum ar fi cele politice şI cele de tip federaţie sau fundaţie. Desigur că toate erau foarte bune, dar tineretul care avea un potenţial de 60% era de dorit să fie pus la muncă. Tinereţea şi dinamismul tineretului, caracteristice ale vârstei trebuiau să se afirme şi să pregătească viitorul eşalon care avea să pregătească un tineret turc sănătos capabil să ducă mai departe stindardul culturii şI istoriei lumii turce. Astfel, la sfârşitul anului 1991, din dorinţa a 30 de tineri iubitori ai lumii turce, a luat fiinţă această „Asociaţie Internaţională a Tinerilor Turci“. Membrii fondatori ai acestei asociaţii sunt în număr de 30. Şi imediat, în anul 1992, în luna februarie, în capitala Tataristanului.
Mai jos enumerâm cîteva din organizaţiile de tineret aparţând lumii turce: Organizaţia Ecologică a Lumii Turce, Fundaţia Internaţională a Tinerilor Turci, Uniunea Tinerilor Scriitori din Lumea Turcă. Ziarul Bengu, Comitetul Olimpic al Popoarelor Turce, Centru de Cooperare Economică a Asociaţiei Internaţionale a Tineretului Turc ORUC
PREŞEDINTELE ASOCIAŢIEI INTERNAŢIONALE A TINERETULUI TURC
Traducere din limba turcă, Gülten Abdula
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Karada yaşayan Hızır ile suda yaşayan Ilyas’ın 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece ortaya çıkıp su kenarında bir gül dalının altında buluştuklarına bir birlerine kavuştuklarına, hasret giderdiklerine inanılarak coşku ile kutlanır. Bu gün uğurlu, bereketli ve mübarek bir gün olarak kabul edilir.
Çeşitli Kainaklarda: „Çiçeklerden örülmüş hırkalı, kırmızılı pabuçlu ve ak sakallı Hızır ile, keçi derisinden uzun gömlekli, uzun değenekli boylu Iliyas’ın buluşma gecesidir.“
Hızır’ın kelime manası yeşildir. Tabiatın yeşerdiği her tarafa yeşillliğin hakim olduğu günlere de Rız-ı Hızır yani Hızır günleri adı verilir.“ Hızır ve Ilyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan 6 Mayıs günü olarak belirtilen hazırlıkları özellikle kadınlar arasında günler önceden başlar.
Karada yaşayan Hızır Aleyhisselam’ın evlere de uğradığına inanıldığından genel bir temizlik yapılır. Bahçeler temizlenir. Özellikle bahçede bulunan gül fidanın kuru dalları budanır. Vücut temizliğine çok önem verilir. 4 Mayıs günü hamama gidilir.
hıdrellez günü yenmesi için keteler, çörekler, simitler, böreklerö soğan kabuğu konmuş suda haşlatılarak boyanmış yumurtalar, patates haşlamaları ve taze peynirler hazırlanır.
Romanya, Dobruca ve diğer bölgelerde, Türkiye’de Zile bölgesindeki gibi kadınlar toplanıp eğlence tertip edilir.
Hıdrellez gecesi evlere uğradığına inanılan Hızır Aleyhiselam’ın gelebileceği düşüncesi ile evlerin kapısı kilitlenmez. Eskiden bazı, Dobruca bölgesinde Pınar ve çeşme başına durulup dilek dilenir, çocuklara Hızır-Ilyas efsanesi anlatılır. Eski ev eşyaları, (hasır, sepetler, süpürgeler), bahçedeki ağaçların çürük dalları. Evin, avlunun ve bahçenin süpürüldüğü bokluklar, ateşe atılır ve sabaha kadar ateşin üzerinden atlanır. Kötülüklerin ve uğursuzlukların gideceği bir inançtır. Bu inancın da eski şaman inancına dayanır.
Bazı yerlerde yedi pınardan taze su getirilip birbirine karıştırılıp kısmetleri çiksın amacı ile genç kızlara içiliril.
Hıdrıllezin arivesinde küçük kızların eline taze su ile doldurulmuş bir derin tas veya bir bakır verilir. Tam evlenme zamanı yetişmiş kızların evlerini dolaşırlar ve bunlardan birere özel eşyalar (küpe, makas, bilezik, yüzük, cımbız) tasın veya bakırın içine atmasını isterler. Eşyallar koyulduktan sonra içine gül yaprakları ve ya gül çiçekleri konulur ve bir gül fidanın dibine gömülür. Üstüne beyaz bir çemberle örtülür.
6 Mayıs günü kadınlar, kız çocukları ve genç kızlar gülün etrafına toplanırlar ve Martufar açılır, yani tasın içinden birer mani söyleyerek bir kız çocuğuna niyet çektirilir.
Martufarın açılması isin için bir başlangıç manisiyle başlanır.
Önce bir kadın
Ateşleri yakalım
Yumurta haşlayalım
Bugün Hıdrellez günü
Maniye başlayalım veya
Maniyi yarıştırak
Bal ile karıştırak
Bugün Hıdrellez günü
Hasretler kavuşturak.
Arkasından diğer maniler söylenir.
Babadağı’nda Türkler yanına Romenlerde katılır ve Koyun Babaya çıkarlar. Orada Hıdrellezi kutlarlar.
Martufar çıkardılıktan sonra eğlenceler başlar. Bazı yerlerde, Martufar veya eğlence öncesinden camiye gidilir,mezarla gidilir, ölüler için dualar okunur, boza, şerbet, meyve suyu,ayran ile çörek dağıtılır.
Yard. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı
Zile’de 5 Mayıs’a bağlayan gece zengin olmak isteyen para kesesini, cüzdanının gül dibine gömüp sabahleyin erkenden alır. Ev, araba sahibi olmak isteyen gül fidanının dibine ev ya da araba şekli çizer. Evlerinde bolluk ve bereket olmasını isteyen kadınlar 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecenin sabahı bahçelerinden topladıkları çiğlerle hamur yoğurup, yoğurt mayalarlar. Karınca yuvasından getirdikleri toprağı evin eşiğinin altına koyarlar.
Çocuk isteyen kadınlar bahçedeki gül dalının dibine çaputtan yaptıkları oyuncak bebeği bırakılar. Evlilikte kısmetinin kim olduğunu öğrenmek isteyenler niyet tutup rüyaya yatarlar. Bir an önce evlenmek isteyenler de Kepir pınarı, Celep pınarı, gibi suyu kaynaktan gelen çeşmelerden birinden ötekine su taşırlar.
Zile’de kadınlar 6 Mayıs Hıdrellez sabahı erkenden kalkar. Evin önünü bolluk, bereket ve uğur geleceğine inanarak içeri doğru süpürürler. Aç karına da bir bardak su içerler.
Hıdrellez günü önceden kararlaştırılan yere, kıra gidilir. Orada çay yapılıp önceden hazırlanan yiyecekler yenilir. Dertlerin soyulup gideceğine inanılarak bol bol haşlanmış yumurta oyularak hastalara ve çocuklara yedirilir. Sırt ağrısı çekenlerde çayırlara uzanır.
Nişanlılar bu günde saç ve yakalarına gül takıp birbirlerine özellikle beyaz ve yeşil rengin hakim olduğu hediyeler verirler. Kırda salıncak kurulup sallanmak, saklanbaç,yağ satarım bal satarım, el üstünde kimin eli gibi oyunlar oynamak gelenektedir.
Yine gelenek icabı ve şifa dilekleri ile hayırlı kısmet talep eden yazılar küçük kağıtlara yazılarak pınarların ayaklarına ya da bir akarsuya bırakılır.
Hıdrellez günü hiç bir yere gidilmeyip mutlaka evde kalınması gerekiyorsa o gün hiç iş yapılmayıp makas kesinlikle kullanılmaz.
Zile’de de yurdumuzun pek çok yerinde olduğu gibi Hıdrellez eğlencileri, insanları birbirine yaklaştırması, dostluk ve arkadaşlık bağlarını kuvvetlendirmesi, birlik ve beraberlik duygularını pekiştirmesi yönünden halkımızın en önemli harslarından biri olarak yaşamaktadır.
Doç. Dr. Erman Aktun
- Hıdrellez günü uyku uyunmaz. Eğer uyunursa bütün yılın uyuşuk geçeceğine inanılır.
- Hıdrellez günü sağmal bir hayvanın önünden kötü bir kadın geçerse hayvanın sütünün kesileceğine inanırlar.
- Hıdrellez günü ele sabun sürülmez, insanın sabun gibi eriyip zayıflayacağına inanırlar.
- Hayvanların sürünün çok olması için hıdrellez günü süt kaynatılmaz,gece kaynatılır.
- Hıdrellez günü boya badana yapılmaz.
- Unların kutlanmaması için maya yapılmaz.
- Hıdrellez günü evin bereketinin azalmaması, gelecek yıla kadar devam etmesi için ekmek, hamur, un gibi bereketin sembolü yiyecekler kimseye verilmez.
- Makas kesinlikle ele alınmaz, özellikle genç kızlar işlerinin yarım kalacağına inanırlar, el işi yapılmaz.
- Dikiş dikilmez, eğer dikiş dikilirse, dikiş dikenin o yıl çok yılan göreceğine inanılır.
- Çamaşır yıkanmaz, yıkanırsa dolu yağacağına inanılır.
- Un elenmez, elenirse o yıl çok sinek olacağına inanılır.
- Makas tutulmaz, tutulursa hayvanı olanların hayvanlarını kurtların kapacağına inanılır.
- Hamile kadının salıncakta sallanmasına izin verilmez. Verilirse dolu yağacağına inanılır.
- Kıra gidilmez,bahçe işi yapılmaz.
- hıdrellez günü tartışmadan, kavgadan kaçınılır.
- El işi yapılırsa ekşimikler kurtlanır.
- Hıdrellez’e 5 hafta kalana çarşamba günleri çamaşır yıkanmaz.
Gelin kızın duası
Mutlu olsun yuvası
Vakti geldi geçiyor
Hani bunun kınası
Yemenim turalıdır
Kenarı oyalıdır
Dostlara haber verin
Sevdiğim buralıdır.
Gemici başı mısın
Cevahir taşı mısın
Sana bir nişan versem
Koynunda taşır mısın.
Akar sular olayım
Kız destine dolayım
O gümüş kollarına
Bir bileyik takayım.
Yanyana evlerimiz
Asılı fenerimiz
Orta yerde oynayan
O bizim gelinimiz.
Kızın adı Münever
Merdivenden iniver
Sana dünür gelince
Yaşasın küçük deyiver.
Leblebi koydum tasa
Doldurdum basa basa
Hiç yarin kusuru yok
Azıcık boyu kısa
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Tanzimatul poate fi considerat din punct de vedere cultural leagănul spiritual în care s-a format viitorul om de stat şi “creatorul de ţară” Atatürk.
Ultima perioadă a tanzimatului coincide cu copilăria şi cu prima tinerereţe a lui Kemal şi este dominată de ideile burgheze-democratice, pătrunse în Imperiul Otoman în special datorită influenţei politice şi culturale a Franţei.
Scriitori renumiţi ai tamzimatului sunt:Namık Kemal (1840-1888), Ziya Paşa (1825-1880), Ahmet Mithat (1844-1913), Regeaizade Mahmut Ekrem (1844-1914).
Namık Kemal îşi făurise un ideal suprem din ideea libertăţii: ”O, libertate, ce fermecătoare eşti!”, scria poetul.
Întreaga cultură turcă era străbătută şi de sentimentul conştiinţei naţionale, care începuse să se trezesacă. Scriitorii au descoperit cu surprindere că pe lângă limba artificială (compusă din elemente persane, arabe şi turce) care se vorbea de către un cerc foarte strâns de intelectuali din preajma sultanului şi care era inaccesibilă poporului denumită osmană mai exista şi limba turcă în care se poate crea.
Interesul pentru trecutul istoric a devenit în acelaşi timp una din temele centrale care interesa în egală măsură atât pe scriitori şi poeţi, cât şi pe oamenii de ştiinţă. Ahmet Vefik Paşa, scriitor şi om de cultură, atrăgea atenţia generaţiei sale că istoria naţiunii turce nu se confundă cu istoria dinastiei otomane, prima fiind mult mai veche. Tot Ahmet Vefik Paşa a explicat turcilor pentru prima dată că noţiunea de turc nu e sinonimă cu cea de musulman, că turcii se deosebesc ca spirit şi tradiţie de restul lumii islamice. În acest scop a alcătuit primul dicţionar al limbii turce, incluzând în capitole separate cuvintele de origine turcă şi cele de origine arabă şi persană.
Numărul operelor literare şi de altă natură traduse în primul rând din literatura franceză e impresionant. Tot în această perioadă creşte interesul tinerilor scriitori turci şi faţă de trecutul lor cultural. Ei privesc trecutul prin prisma timpului lor, încearcă să evoce acest trecut, clipele glorioase din istoria naţională, figurile marilor sultani cu scopul de a stimula prezentul. Istoria şi scriitorii turci nu insistă asupra faptelor de arme, asupra cuceririlor teritoriale din trecut, ci asupra personalităţii culturale a unor sultani ca Mehmed al II-lea Cuceritorul şi Soliman Magnificul. Sunt semnificative în acest domeniu poeziile „Vizita la mormântul lui Mehmet Fatih” şi “Vizita la mormântul sultanului Selim al III-lea”, de poeţii Namık Kemal şi Abdullah Hamid Tarhan.
Dar nici una dintre amintitele iniţiative nu este sprijinită de guvern; dimpotrivă, iniţiatorii ei sunt persecutaţi, surghiuniţi.
Amintita mişcare avea să fie desăvârşită abia mai târziu, sub conducerea lui Mustafa Kemal, care deocamdată era unul dintre sutele de mii de tineri turci care se adăpau în mod clandestin de la izvoarele acestei culturi, interzisă cu desăvârşire de către sultanul Abdul Hamid al II-lea.
Adrian Nastasia
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Sünnetul este un moment important, obligatoriu şi sfânt în viaţa unui băiat musulman.
Părinţii acestuia planifică din timp sărbătorirea cum se cuvine a acestui eveniment religios. Din nefericire, sărăcia din mediul rural împiedică realizarea acestei dorinţe.
A devenit o tradiţie ca U.D.T.R. să ajute familiile fără posibilităţi financiare să efectueze ceremonialul sünnetului.
Pe data de 20 mai, în satul Făurei (Kalayça) au fost circumcişi 23 de băieţi cu vârste cuprinse între 4 şi 16 ani.
Medicamentele necesare au fost oferite de către dl. Sabit Danis, preşedinte al Asociaţiei Oamenilor de Afaceri Turci Dobrogea.
Filiala U.D.T.R. Băneasa a oferit copiilor cadouri constând în dulciuri, îmbrăcăminte, jucării şi bani.
Slujba religioasă a fost oficiată de către domnii hogi din Turcia: Mustafa Çalışkan şi Necat Sali la geamia din localitatea Făurei unde a avut loc şi ceremonia sünnetului.
Din partea U.D.T.R. au fost prezenţi:
Preşedintele filialei U.D.T.R. Băneasa d-l Osman Zia şi d-l vicepreşedinte Amet Visel au împărţit pachete cu carne de kurban familiilor sărace.
Pe data de 28 mai 2000 la Medgidia a avut loc la salonul de nunţi din cartierul Ali Baba sünnetul a 22 de băieţi turci din familii nevoiaşe.
Sponsorul acestei acţiuni a fost Filiala Constanţa a U.D.T.R. prin domnul Sali Memet (Mancu) care a oferit copiilor cărora li s-a efectuat sünnetul medicamentele, pachete cu îmbrăcăminte, încălţăminte, dulciuri, jucării şi bani.
Slujba religioasă a fost oficiată de către următorii imami: Mustafa Çalışkan, Necat Sali, Şakir Sabri şi Ibram Salim.
Această acţiune a fost organizată de către Filiala Medgidia a U.D.T.R. şi anume de către:
Din partea U.D.T.R. au participat:
Domnul hoge Mustafa Çalışkan, ataşat cultural şi religios pe lângă Consulatul General din Constanţa a oferit copiilor sfânta carte KUR’AN şi cărţi în limba turcă despre religia islamică.
Actul chirurgical modern (circumcizia) – sünnetul a fost efectuat la toţi copiii gratuit de către dl. asistent principal Magit Cocoi. El a fost asistat de fiul său Orhan Ali.
Sünnetçi
Haci-Macit Cocoi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Sonsuz kudret sahibi olan yüce Allah, insanı en güzel bir şekilde yaratmış, şan ve şeref sahibi kılmış, ruhundan ona ruh üflemiş, yeryüzünü insana boyun eğdirmiş ve sayamayacağımız nice nimetleri insanoğlunun emrine vermiştir.
O halde, dünyada yaratılan canlılar arasında en değerli ve en üstün varlık insandır. Hatta, Yüce Allah, insanı meleklerden de üstün tutmuş, bütün yaratıkların en şereflisi konumuna yükseltmiş, çeşitli nimetlerle şerefli kılmış ve yaratılmışların en değerlisi olarak da yeryüzünün idaresini ona vermiştir (Bakara, 34; İsrâ, 70; Tîn, 4).
Kur’an-ı Kerim’in anlamını açıklayan bilim adamlarına göre, insanın şan ve şerefi ve diğer varlıklardan üstünlüğü; Allah’ın ona verdiği beden güzelliği, el, göz, kulak gibi organlarını daha becerikli bir şekilde kullanması, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazması, başka bir takım varlıkları kendi hizmetinde kullanması, âletler icat etmesi, olaylar arasındaki sebep-sonuç alâkasını görmesi ve hazırlıklar yapması, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin kavramlarına sahip olması gibi meziyetleri kendisinde taşımasıdır
İnsanın hizmetine ve istifadesine sunulan nimetler o kadar çok ki, sayılması mümkün değildir. Bu husus bir çok âyet-i kerimede açıklanmıştır. Örnek olarak şöyle ifade edilmektedir:
“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olursanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür” (İbrahim, 34); “Allah, göklerde ve yerde olanların hepsini, kendinden bir lütuf olarak size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır” (Câsiye, 13); “O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah’a ortak koşmayın” (Bakara, 22).
Gerçekten en değerli nimetlerden biri olan akıl nimeti kendisine verilen, belli bir gaye ve hedef için yaratılan, eğitilen ve yaratılış gayesine uygun olarak yetiştirilmiş olan insan, başı boş bırakılmış bir varlık değildir. Ayrıca, insan, sorumsuz, ya da eğlence olsun diye de yaratılmış değildir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de:
“İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” Kıyâmet, 36); “Sizi boşuna yarattığımızı ve huzurumuza çıkarılmayacağınızı mı sandınız?” (Mü’minün, 115); “Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyât, 56); “Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur” (Mülk, 2);
Buyurmaktadır.
Görülüyor ki, bir gaye için yaratılan, sorumsuz olmayan, dünyada yaptıklarının bir gün hesabını verecek olan, yer yüzünün imar edilmesi kendisinden istenen insan, seven ve sevilen, merhamet eden, herkesle hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen; kendisiyle, ailesiyle, içinde yaşadığı toplumla, milletiyle ve bütün insanlıkla barışık olandır. Böylece de, olgun bir insan, hem Allah’a ve hem de yaratıklara karşı görevlerini tam olarak yerine getiren bir ferttir.
Temeli barış, uzlaşma, hoş görüye dayanan ve ismini de bu anlamlara gelen “İslâm” kelimesinden alan yüce dinimiz, birliği, dirliği, sevgiyi, kardeşliği emrederken, zulmü, azgınlık ve fenalığı yasaklamış; zulmün en dehşet verici şekillerinden biri olan terör ve tedhişi ise şiddetle men etmiştir.
Bir hadis-i kutside Yüce Allah “Ben zulmü kendime haram ettim, size de haram kıldım, birbirinize zulmetmeyiniz” buyurmuştur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Müslüman’ı; “Eli ve dili ile başkalarına zarar vermeyen ve şerrinden emin olunan kişi” (Riyazussalihin, 1/197, H. No: 210.) diye tarif etmiş; insanlara zarar vermeyi, zulmetmeyi yasaklamış, onlara merhametli olmayı emretmiş ve “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” (Riyazussalihin, 1/205,H.No:226.) buyurmuşlardır.
Başka bir hadislerinde de sadece insanlara değil, yer yüzündeki bütün canlılara şefkatle yaklaşmamızı emretmiş, Allah’ın rahmetine ulaşmak için, yer yüzündekilere merhamet etmemiz gerektiğini vurgulamıştır (Taç, V/17.).
Açıklanan hususlar gösteriyor ki, yer yüzündeki bütün canlılara merhametle yaklaşmayı öğreten, Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görme anlayışını yerleştiren yüce dinimiz, erkek-kadın, çocuk-yaşlı ayırmadan masum insan kanını akıtan kişilerin hareklerini asla hoş görmemiştir. Bununla ilgili olarak, Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de haksız yere cana kıymayı haram kılmış; cezasının ebedi kalınacak cehennem olduğunu bildirmiştir. (Nisa, 93.). Aynı şekilde haksız yere bir kişiyi öldürmeyi bütün insanlığı öldürmek, bir kişiyi kurtarmayı da bütün insanlara hayat vermek olarak kabul etmiştir (Maide, 32.).
Hz. Peygamber ise, bırakın bir Müslüman’ın kanını akıtmayı savaş ortamında bile Müslümanlarla savaşmayan gayr-i Müslim kadınların, çocukların, yaşlıların, ibadetleriyle meşgul din adamlarının öldürülmesini, hatta ibadethanelerin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini, hayvanların öldürülmesini dahi yasaklamıştır (Muhammed Aleyhisselâmı’ın Peygamberliği, s.88).
Mustafa ÇALIŞKAN
T.C. Köstence Başkonsolosluğu
Din Hizmetleri Ataşesi
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Pe masură ce se instalează modernismul, tradiţiile îşi pierd din importanţă. Spiritualitatea ca ghid al conduitei vieţii de zi cu zi devine de domeniul trecutului. Acum Ştiinţa este cea care dă răspunsuri. În mod ironic, pe masură ce McDonald si Pizza Hut devin o componentă importantă a vieţii noastre, asistăm la o reântoarcere către alimentaţia tradiţională. Ceea ce bătrânii noştri au ştiut în permanenţă, este confirmat acum de ştiinţa modernă; o alimentaţie sănătoasa este cea bazată pe cereale, legume şi fructe, carnea şi produsele lactate fiind consumate ocazional.
Mergând mai departe, unele combinaţii sunt mai sănătoase, altele mai puţin, pentru că se completează reciproc pentru a oferi o alimentaţie echilibrată. Bucătăria turcească oferă un exemplu în acest sens. “Piramida alimentelor”, aprobată în multe ţări cu tradiţie, seamănă cu practicile alimentare deja existente in cele mai obişnuite gospodării din Turcia.
Chiar şi meniurile şcolilor cu internat sau bucătăriile din armată, care nu se pot lăuda cu diversitatea, oferă o alimentaţie excelentă, care poate fi justificată de cele mai bune cunoştinţe ştiinţifice. O asemenea combinaţie la care se face referire mai mult în glumă ca “mâncare naţională” este fasolea şi pilaful, însoţite de murături şi compot de gutui- o combinaţie perfect hrănitoare care oferă proteinele esenţiale, carbohidraţi şi minerale. O altă practică curioasă este combinarea spanacului cu iaurt. Acum noi ştim că organismul are nevoie de calciu care se găseşte în iaurt pentru a asimila fierul din spanac.
Iaurtul, o contribuţie a Turciei către tot globul, a devenit un aliment popular şi sănătos. Un produs de larg consum în alimentaţia turcească, el este cunoscut de asemenea pentru proprietăţile lui de detoxifiere. Alte asemenea credinţe, care nu au însă susţinerea deplină a ştiinţei, includ ceapa, folosită din belşug la toate mâncărurile. Ea ajută la creşterea imunităţii organismului, împreună cu usturoiul care scade tensiunea arterial şi uleiul de măsline. Acesta din urma este folosit ca remediu în numeroase boli. Dezbaterile complicate legate de grăsimi şi colesterol sunt inadecvate pentru a evalua calităţile uleiului de măsline.
Luând în consideraţie ceea ce se cunoaşte astăzi despre alimentaţia sănătoasă, am putea chiar să invidiem prânzul tipic al unui muncitor din construcţii, care mănâncâ pâine, branză feta şi struguri în timpul verii şi pâine şi halva în timpul iernii. Varietatea produselor de patiserie, cu umplutură de branză sau carne tocată sau kebabul sunt feluri de mâncare pentru milioane de muncitori. Toate acestea se pregătesc folosind practici cunoscute din cele mai vechi timpuri.
Una din tarele alimentaţiei moderne sunt gustările al căror scop este să ofere cantităţi mari de zahar pentru a menţine organismul „în funcţie” pentru tot restul zilei. Din nou ştiinţa modernă a sărit în ajutor şi s-au descoperit acele gustări sănătoase. Unele din acestea sunt foarte familiare turcilor. Să luăm de exemplu fructele uscate. Mergeţi în orice prăvălie care vinde fructe uscate şi nuci. Acolo veţi vedea versiunea autentică a caiselor şi strugurilor uscaţi. În aceste prăvălii există şi alte produse care aşteaptă să fie descoperite de un comerciant întreprinzător din Vest. O altă gustare sănătoasă cunoscută tuturor mamelor din Turcia este alcătuită din nuci şi stafide. Cu acest amestec ele umplu buzunarele copiilor lor, pentru a le mânca în timpul pauzelor sau înainte de examene. Unele din aceste practici se găsesc în fabulele antice, unde eroul este la o cură cu alune şi stafide, înainte să meargă să lupte cu uriaşii sau balaurii, înainte să îi ţeasă împăratului o haină din aur. Prinţul încarcă întodeauna pe spatele păsării legendare “Zümrüt Anka” 40 de saci cu nuci şi alune pentru el şi apă şi carne pentru pasărea care îl va duce peste înălţimile munţilor din Caucaz.
Atât cât ne ajută istoria în privinţa alimentelor, este reconfortant să afli că noi redescoperim ceea ce este sănătos pentru organismul nostru. Cu toate acestea, noi vom rămâne cu sentimentul neplăcut că aceste cunoştinte vor fi întodeauna incomplete dacă sunt depăşite de contextul cultural si tradiţiile metafizice. Provocarea căreia trebuie să îi facă faţă Turcia este aceea de a realiza o continuitate într-un moment în care ingineria genetică şi producţia în masă de tehnologie inaltă câştigă teren în gospodăriile populaţiei.
Deocamdată, pieţele sunt încărcate şi alimentele sunt mai gustoase decât oricând, aşa că bucuraţi-vă de ele!
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Femeile reprezintă jumătate din omenire. A fost, şi în parte este, jumătatea cea mai lipsită de drepturi şi supusă abuzurilor. Oricât a progresat modernitatea, care le-a adus condiţii mai bune, femeile au rămas pe planul secund. Ele s-au trezit însă formând cea mai mare mişcare de revendicări a secolului nostru, creând o revoluţie neviolentă, cu efecte mari. Ca orice mişcare, conţine extremisme. Feminismul, un curent intelectual, îşi propune să rescrie istoria civilizaţiei şi culturilor, curăţind-o de seismul lui Shakespeare sau falocraţia doctrinelor elaborate de bărbaţi. Omitem aceste exagerări pentru a considera esenţa unei mişcări ataşată unor drepturi universale. Este ciudat, dar explicabil că în Declaraţia Universală femeia nu e menţionată. Când s-a cerut acest lucru, Eleanor Roosevelt a spus că referinţa la toate fiinţele umane include cu claritate femeile, iar Articolul 2 spune că oricine e îndreptăţit la toate drepturile şi libertăţile din declaraţie, fără vreo distincţie de orice fel, incluzând sexul. De aceea, Decleraţia e citată adesea ca „ Drepturile bărbatului şi femeii“. In scrierile contemporane, când textul e ambiguu, nu se mai omite referinţe la „el“ şi „ea“.
Nu insistăm asupra poziţiei câştigate de această mişcare revoluţionară în sistemul internaţional şi în procesul globalizării. Este suficient să cităm Platforma de acţiune şi Declaraţia uriaşei Conferinţe mondiale a femeilor de la Beijing, în 1995, ultima fiind aceea a guvernelor. Cine citeşte „Cadrul global“ sau „Arii critice de preocupări“ înţelege că este vorba de o temă ce priveşte toate societăţile umane. Ea cuprinde, pentru femei, ca subiecte prioritare sărăcia, inegalităţile, violenţa, efectele conflictelor, instituţiile inadecvate, lipsa respectului şi discriminarea.
Prima observaţie ce se impune din statisticile disponibile este imensul salt al femeilor care formează 80%- 90% din totalitatea mâinii de lucru. Chiar şi unde este în promovarea pe verticală a răspunderilor este subreprezentată, cu puţine excepţii, în toate organismele de decizie ale societăţii, parlamente, guverne, companii şi instituţii economice, administraţie. Dar şi aici expansiunea continuă. Preţul e însă considerabil. Femeia munceşte dublu sau triplu ca înainte. Pe lângă obligaţiile salariatului, ea creşte copii, nutreşte casa, îngrijeşte părinţii, veghează la funcţionarea armonioasă a unei familii. E mult desigur. De aici stress şi uneori crize. Urmările sociale se văd în dezvoltarea copiilor, care cere căldură afectivă aşa cum porumbul are nevoie de căldura solară. În lipsa ei, copiii cresc cu deficienţe. Familia devine fragilă, se destramă şi se reface, afectând din nou copiii. Soluţiile nu aparţin exclusiv statelor ce pot avea legislaţii de sprijin al femeii (financiare, concedii plătite, creşe etc.) nici companiilor, ci societăţii şi organizării ei.
S-a vorbit mult de rolul femeii în perpetuarea nu numai a speciei, dar şi a culturilor. E păstrătoarea de tradiţii, obiceiuri, valori şi credinţe. S-a neglijat însă excepţionalul interes al femeii pentru avansul civilizaţiei. Intr-o ţară sud-europeană aflată în tranziţie o femeie angajată politiceşte, activă şi vocală pe teme sociale şi culturale, a fost întrebată în afara presei, în fond ce aşteaptă ea de la viaţă? Şi răspunsul sincer a fost: vreau să găsesc alimentaţie sănătoasă pentru copilul meu, vreau şcoală bună pentru el, vreau să-l ajut să devină un om liber şi împlinit, vreau locuinţă decentă, cu mediu curat,vreau pace. Toate acestea sunt obiective ale civilizaţiei. Femeia priveşte cu speranţă la „coşul de oferte“ al civilizaţiei, oferte ce-i pot uşura viaţa.
Iată de ce se poate considera că realismul manifestat în organismele neguvernamentale de femei este promiţător pentru geomodernitate. De ce nu recunoaştem o dată cu egalitatea de principiu juridică, politică sau economică, disticţia clară pe care a făcut-o natura între bărbat şi femeie? Bărbatul păstrează ecourile vieţii lui ancestrale de vânător, războinic şi apărător al clanului. Femeia este mult mai paşnică, în ciuda unor excepţii legendare, cum ar fi Amazoanele de la Marea Neagră. Este mai adaptabilă, pentru că mii de ani şi-a părăsit casa pentru o familie necunoscută. dar mai ales este anticipată şi gândeşte pe termenul lung al unei generaţii. Ca mamă a umanităţii ea priveşte un copil mic şi îl vede cum va arăta peste două-trei decenii. E punte între generaţii. Infruntă mai uşor durerea şi rezistă mai bine şocurilor. Practică de mult o raţionalitate lărgită cu intuiţia şi cunoaşterea oamenilor. Poate conduce cu succes, fără să uităm că Lady Macbeht reânvie la fiecare generaţie şi chiar ediţii inculte şi suburbane.
Globalizarea poate să se bucure de contribuţia femeilor, mulţi neezitând să spună că noua eră prin trăsăturile ei e „feminizată“. Este mai important însă să ne gândim la soluţii. Există o revoluţie schiţată şi întrevăzută pe care o va aduce geomodernitatea. Este „dubla elice“ a educaţiei şi muncii, conform căreia viaţa omului între 16 şi 86 de ani va fi formată din două linii segmentate una de perioada muncii formale şi neformale, cu posturi pline sau cu timp parţial şi alta de perioadele intermitente ale educaţiei continue. ele se completează reciproc: când munca se opreşte temporar,se intră într-un nou ciclu educaţional şi invers. Pentru femei, formula va fi ideală.Ele practică deja „ part-tim jobs“, din necesitate. Femeile lucrează în regim redus într-o proporţie de cca 3-5 ori mai mare ca bărbaţii în ţările Europei occidentale. Dar societatea viitorului va oferi din plin şanse de urmărirea mai multor vocaţii, iar segmentele specifice vieţii unei femei, vor cuprinde ceea ce astăzi ea face în afară şi peste norme, cu multe sacrificii.
Mircea MALIŢA
(Zece mii de culturi – o singură civilizaţie)
▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲
Există trei expresii celebre folosite ca figuri de stil de oratori acum patru sute de ani: “Bogat precum Cresus”, “Am venit, am văzut, am învins” şi “A tăia nodul gordian”. Ţara de origine a acestora este Turcia. Prima se aplică unui rege din Lydia; cea de a doua a fost spusă de Cezar, după o luptă în Anatolia, în 47 e.n., în care el l-a înfrânt pe Pharnaces II, rege în Pontus; ultima se referă la o veche legendă din Phrygia antică.
Oraşul Gordium, acum numit Gordion, se află la aproximativ o sută de mile de Ankara. Era capitala Phtygiei antice. Oraşul a căpătat acest nume de la un ţăran Gordius, după ce acesta a îndeplinit una din prezicerile oracolului lui Zeus.
Părintele zeilor a dat poruncă ca atunci când va veni timpul pentru muritori să îşi aleagă regele, ei trebuie să aleagă prima persoană care va ajunge la templul lui Zeus într-o căruţă. În mod inocent Gordius a indeplinit prezicerea oracolului şi astfel a fost făcut rege. Se pare că sistemul a fost mult mai bun decât sistemele de alegere din zilele noastre. In mod sigur el a eliminat campaniile politice. Dacă s-ar folosi o metodă similară de alegere în zilele noastre, cei care ar ştii secretul mai mult ca sigur îl vor impărtăşi prietenilor apropiaţi. Astfel, în ziua alegerilor, mai mult ca sigur jumătate din comunitate va conduce căruţe. Orice am spune se pare că Gordius s-a descurcat foarte bine. Unul din primele sale acte a fost să dedice căruţa lui Zeus şi să o amplaseze în apropierea templului, legând-o de un stâlp cu un nod foarte complicat. Un alt oracol a prezis că acea persoană care va reuşi să dezlege nodul va deveni cuceritorul Asiei. Nodul a stat legat până la sosirea lui Alexandru cel Mare. Apoi, aşa cum ştie toată lumea, el a păcălit oracolul tăiând nodul cu sabia în loc să îl desfacă. Zeus a onorat profeţia făcând-o să devină reală.
Cu toate că în momentul de faţă Rhodos nu mai aparţine Turciei, el se afla aproape de extremitatea sud-estică a Turciei şi a aparţinut timp de mai multe secole de Imperiul Otoman. Acolo s-a construit o altă minune a lumii antice: cea mai mare statuie din bronz dedicată zeului soare, Apollo Helios. Ea a fost sculptată de Chares, un băştinaş din Rhodos, care a muncit timp de 12 ani la statuie. Ea avea 70 de coti (3.150 m) înălţime. Vapoarele treceau printre picioarele sale, indreptandu-se spre un port ferit, călăuzite de un far ce se afla în mâna statuii. Ea a fost distrusa în 224 I.Ch.
(Materialele „Nodul gordian“, „Alimentaţia şi sănătatea: probleme ale zilelor noastre“ şi „Colosul din Rodos“ au fost preluate de pe internet în limba engleză şi traduse în limba română de doamna Bediha Cocoi)