♦ Cuprins ♦ İçindekiler ♦ Contents ♦


KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

În cea de-a doua zi a Sfintei Sărbători de „Kurban Bayram“, Comisia de cultură, Comisia de femei, Organizaţia de tineret a U.D.T.R. a organizat la clubul S.N.C., spectacolul „Tradiţii şi obiceiuri de Kurban Bayram“, la care au participat formaţiile vocal – instrumentale şi de dansuri tradiţionale turceşti ale U.D.T.R.
Programul artistic a impresiionat prin muzicalitate, frumuseţea costumelor şi ritmul dansurilor. Au participat:

De asemenea, la succesul spectacolului au contribuit formaţiile vocal – instrumentale conduse de Arif Mugelip, filiala Mangalia, de Abdula Beiadin, filiala Constanţa, grupul vocal format din Ismail Macbule şi Memet Iaşar, şi apreciatul cântăreţ de muzică turcă Sunai Ciolacai.
Organizatorii au oferit mici cadouri celor care au contribuit la realizarea acestui proiect cultural. Pe această cale mulţumim tuturor celor care au pus suflet în realizarea acestui spectacol de ţinută artistică.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

9’NCU TÜRK DEVLET TOPLULUKLARI DOSTLUK, KARDEŞLİK VE İŞBİRLİĞİ KURULTAYI KURULTAY SONUÇ RAPORU

Türklük bayrağını, mavi göklerde dalgalandıran Türk Dünyasının saygı değer delegeleri,
TÜDEV’in her yıl icra ederek geleneksel hale getirdiği Türk Kurultayları’ndan dokuzuncusunu yapmanın mutluluk ve huzuru içerisinde hepinizi saygılarımızla selamlıyıoruz.
Bu Kurultay’da 9’ncu Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman DEMİREL başta olmak üzere bizlerden desteklerini esirgemeyen herkese ve kurultayımıza katılan bütün delegelerimize en derin sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Kurultayımızın 21 Aralık günü yapılan Genel Kurul Oturumuna 1500 delege misafir katılmıştır. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Moğolistan yanında, Altay, Başkurdistan, Balkarya, Çuvaşistan, Gagauz Yeri, Karaçay, Kırım, Saha, Tataristan, Tuva Özerk Cumhuriyetleri ile Kumuk ve Nogay Türkleri, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, İran ve Batı Trakya’da yaşayan Türkler, Avrupa ve ABD’de yaşayan Türkler ile Türkiye’de yaşayan Doğu Türkistan, Kuzey Irak Türkmenleri katılmışlardır.
9’ncu Türk kurultayı dört ana komisyon halinde çalışmalarına devam etmiş bu Komisyonlarda alınan tavsiye kararları Komisyon Başkanlarınca sizlere sunulmuştur.
Kurultay genel Kurulu Sonuç Raporları ışığında ve bu raporlarda vurgulanan aşağıdaki tavsiye kararlarını almıştır.

  1. Türk Devlet ve toplulukları arasında eğitim-öğretim işbirliğinin temel şartının ortak alfabe kullanımı, ortak dil, edebiyat ve tarih ders kitaplarından mevcutlarının geliştirilmesi, eğitim-öğretim diğer kademelerini kapsayacak şekilde hazırlanması, Türk lehçelerine aktarılarak bu amaçla Türk devlet ve topluluklarının mümkün olanlarında bir an önce uygulamaya geçilmesini; komisyonumuz daha önceki Kurultaylarda da belirtilen bu hususu bir kez daha tekrarlamış; ayrıca Türk devlet ve topluluklarında konunun yasal çerçevesinin belirlenmesi, takibi ve uygulanması için Milii Eğitim Bakanları arasında her yıl düzenlenecek bir MİLLİ EĞİTİM BAKANLARI ZİRVESİ yapılmasını teklif etmiştir.
  2. Bütün çocuk ve gençlerimizle öğrenme ve eğitilmeye muhtaç yetişkinlerin ferdi kabiliyetlerini ortaya çıkaran bir eğitim sisteminin Türk devletleri ve topluluklarında yapılanması, üstün zekalı ve dahi çocuklar için özel ve özendirici eğitim-öğretim kurumları, bilim, sanat ve sporda kabiliyetli çocuklar tespit edilmeli, aileleri desteklenmeli, bu konuda ciddiyetle eğilinmelidir. Türk dünyasının yetenekli gençleri yaratıcı düşünce, keşif yapma ve teknolojik icatlarda bulunma imkanlarından mahrum edilmemelidir. Türk ülkelerinde ileri teknoloji enstitüleri, teknoparklar ve bilim kentleri projelendirilip, yetenekli gençlerin çalışacağı biçimde hayata geçirilmelidir.
  3. Türk devlet ve toplulukları arasında, başta Türk Dili, Edebiyatı Tarihi, Sanatı ve kültürü olmak üzere, fen ve sağlık birimlerini de kapsayan öğrencilerin katılacakları BİLİM OLİMPİYATLARI düzenlenmelidir. Bunun için Türk Cumhuriyetlerindeki bilimler akademileri ile Türkiye’deki TÜBİTAK ve Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu gibi kuruluşların irade ortaya koymasının zamanının geldiğine inanmaktayız.
  4. Türk Cumhuriyeti ve Türk topluluklarının yaşadığı yerlerde her türlü donanımı haiz Türk Kültür Merkezlerinin açılmasını ve söz konusu merkezlerde ortak amaçlar doğrultusunda nitelikli personel istihdamı ile Türkiye Türkçesi, Türk kültür ve sanatıyla ilgili kurs ve çalışmaların ilgili kurum ve kuruluşların dikkatine sunmayı önemli bir vazife olarak görmektedir.
  5. TV ve Radyonun kültür, eğitim ve öğretim hizmetlerinde kullanılması hususunda azami çaba gösterilmeli, TRT-TÜRK’ün yayın muhtevası, saati ve alanları yeniden gözden geçirilerek, amacına uygun hale getirilmelidir. Bu cümleden olarak Türkiye Türkçesi ile yapılan yayınlar, her cumhuriyet ve topluluğun milli kanallarından uygun saatte yayınlanması için de gerekli girişimlerde bulunulmalı, Türkiye Türkçesi’nin söz varlığı dikkate alınmak suretiyle ilgili lehçede alt yazıyla verilmelidir. TRT-TÜRK Kanalında Türk dünyasında ve dünyaya öne çıkan haberler, Türk sanatını yansıtan drama eserleri, milli kültürüne yönelik flimler, belgeseller ve eğlence programlarının yanı sıra belli saatlerde Türkiye Türkçesi ortak Türk tarihi ve edebiyatı dersleri verilmelidir.
  6. Türk Cumhuriyetleri’nde ve toplulukları çok uluslu yapının milli kültürdeki etkilerini ve ortak kültürde milli unsurların çok dikkatli bir şekilde işlenmesi gerektiği ve bu hususta mitolojiden günümüzdeki canlı kültüre kadar, kültürümüzün temel dinamiklerinin gözden uzak tutulmamasına,
  7. Bağımsızlığını kazanamamış Türk bölgelerindeki kültürel eritme politikalarının göndeme tutulması BM ve UNESCO gibi uluslar arası kuruluşların dikkatlerini çekmek üzere, bu problemleri sürekli takib edecek ve şikayetleri anında bu kuruluşlara aktarabilecek bir merkez tesisi için komisyon kurulmasına karar verilmesine,
  8. Günümüzde bçlge ülkelerinin bazıları kültür havzaları oluşturmaya çalışmaktadır. Bu havzalar içine bazı Türk gruplarını da almaya çalıştıkları ve onlar üzerinde kültürel haklar iddia ettikleri görülmektedir. Bunu önlemek için yeni yöntemlerin araştırılmasına ve Türk medeniyet havzaları oluşturulmasına,
  9. Türk kültürünün tapuları mahiyetinde olan (Çeşme, köprü, cami, mascit gibi milli damgamızı vurduğumuz maddi kültür unsurları) yapılar, özellikle yok edilmeye çalışmaktadır. Mesela bu yapılardan eski olanlar yıkılmakta, yerine Türk sanatına tamamen uzak, bize ait olmayan uslupla yenileri yapılmaktadır. Bu faaliyetler Balkanlar, Afganistan, Ortadoğu ve Kafkaslar gibi sıcak çatışmaların bulunduğu bölgelerde daha yoğun olarak yapılmaktadır. Böylece oradaki Türk izleri silinmeye çalışmaktadır. Bu gibi faaliyetlerin önlenmesi ve bunun için oralardaki eserlerin insanlığın ortak mirası sayıması için gayret gösterilmesine; ve biran önce bu eserlerin envanterlerinin yapılmasına,
  10. Türkiye Türkçesi’nin ortak iletişim dili olabilmesi için, başta TV’ler olmak üzere, haber, belgesel, drrama vb. Programlarda bu amaca yönelik yayınlar, ayrıca daha önceki kurultaylarda temenni olarak yer alan bütün Türk dünyasında ortak yayın yapan bir radyo ve televizyon vericisinin kurulmasına,
  11. Orta Asya’da ve Balkanlar’da 70 yıllık sosyalist sistemin getirdiği dini boşluğu doldırmak üzere, başta Hristiyanlık olmak üzere değişik siyasi ve dini hizipler maddi imkanları da kullanarak çeşitli faaliyetler yapmaktadırlar. Bu cümleden olarak Türk İslamının bu bölgelerde kaybolmaması için laik ve bilimsel İslam’ın o bölgelerde korumnasına özen gösterilmesine ve bu konuda tedbirler alınmasına;
  12. Semavi dinler dışında olan Türk toplumlarının misyonerlik faaliyetlerinden korunabilmesi için stratejiler geliştirilmesine, uzmanlar yetiştirilmesine gerekirse araştırma merkezlerin kurulmasına,
  13. Türk Dünyasında ortak bilgi bankası kurularak elektronik iletişim imkanlarının Türk Dünyasının hizmetine sunulmasına, Türk dünyası kurultayoı gibi büyük organizasyonların internet ortamında açık bir foruma dönüştürülmesine,
  14. Türk Cumhuriyeti ve topluluklarında gençlerin birbirlerini daha iyi tanımaları ve ortak kültür değerlerine sahip olmaları için yaz kampları, değişik konularda turnuvalar (zeka oyunları, satranç vb.) düzenlenmesine;
  15. Bundan önceki kurultaylarımızda defalarca dile getirdiğimiz gibi, Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) kanunlarının ve dış ticaret mevzuatının en kısa zamanda dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) normlarına göre düzenlenmesi gerekmektedir.
  16. Ayrıca, Türk Cumhuriyetlerinde ekonomik gelişmenin önünde büyük bir engel teşkil eden idari bozukluklar ve suistimallerin asgari düzeye indirilebilmesi için, şeffaf ve Avrupa Birliği normlarına uygun bir ihale sistemi oluşturulmalı ve mevzuattaki mevcut idari boşluklar ortadan kaldırılmalıdır.
  17. Türk Cumhuriyetleri arasındaki mal ve hizmet mübadelesini kolaylaştıracak ve dünya ticaretiyle rekabet edebilecek bir noktaya getirebilmek amacıyla „Türk Dünyası Standartlar Enstitüsü“ kurulmalıdır.,
  18. Özel sektörün örgütlendiği oda ve borsalar kanalıyla ticari ilişkilere daha fazla etkinlik kazandırabilmek için „Türk Dünyası Ticaret Odası“ kurulmalıdır.
  19. Türk Cumhuriyetlerinde faaliyet gösteren küçük vr orta ölçekli işletmelerin sadece internetle sınırlı tutulmamalı, resmi ve özel sektöre ait kitle iletişim araçları etkin bir şekilde kullanılmalıdır.
  20. Başta Bulgaristan, Romanya ve Makedonya olmak üzere Bölge ülkeleri hızla Yunanistan sermayesinin etkisi altına girmekte ve adeta Türkiye ile Yunanistan bölgede yerdeğiştirmektedir. Onun için, TİKA ve DEİK gibi kuruluşların desteği ile Türk Dünyasının genç müteşebbislerine eğitim verilmeli, karşılıklı ekonomik fırsat ve imkanlar değerlendirilmelidir.
  21. Ülkelerimizin tamamı tarım ağırlıklı ekonomiye sahiptir. Tarımsal üretim yapan işletmelerin verimliliğini arttırabilmek ürünlerden alınan gümrük vergileri en düşük seviyelere indirilmeli ve Türk Dünyasının tarımsal ürünleriyle ilgili ortak borsa oluşturulmalıdır.
  22. Rusya Federasyonu’ndabulunan Türk kökenli halkların özellikle Kafkasya’da gerek çarlık döneminde gerekse bolşevik döneminde elde ettikleri yasal hürriyetlerinin tekrar kendilerine iade edilmesi istenmiştir.
  23. Afganistan’da yeni yapılanma esnasında Türk kökenli halkların her türlü halkları korunmalı ve yönetimde güçlü olarak yer almalıdır. Ayrıca Türk kökenli halkların yoğun olarak yerleşmesi için resmi ve özel okullar, televizyon ve radyo yayın istasyonlarının Türkiye tarafından acilen kurulması görüşü dile getirilmiştir.
  24. Çin Devleti’nin Doğu Türkistan halkına insan hakları evrensel beyannamesine uygun şekilde davranması istenmiştir. Ayrıca değişik ülkelere sığınan Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin Çin’e iade edilmemesi için gerekli girişimleri Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Bağımsız Türk Cumhuriyetleri’nin yapması istenmiştir. Şu anda Almanya’da tutuklu bulunan Çin vatandaşı Doğu Türkistan Türkleri’nden Abdullah AYYUP’un Çin’e iadesinin önlenmesi için girişimlerin yapılamsı istenmiştir.
  25. 1963’den bu yana her türlü haksızlığa uğramış, şehitler vermiş fakat boyun eğmeyerek, uluslararası anlaşmaların sapladığı hakları savunarak hürriyetini kazanmış olan Kıbrıs Türklerinin Rumlarla eşit, Rumlar kadar egemen – self-determinasyon hakkına sahip bir halk olduğunu; Kıbrıs Türk halkının bu hakka dayanarak 1983 yılında KKTC’ni kurmuş bulunduğu;

Yeni kurulacak bir ortaklıkla, 1960 anlaşmaları ilr kurulmuş olan iç ve dış dengelerin korunması gerektiğini, 1975 nüfus mübadelesi sonrasında, her şeylerini Güney’de bırakarak Kuzey’e göç etmiş olan Türk halkının yeniden yerlerinden edilmemesi gerektiğini;
Mal- mülk mübadelesi ile iki kesimli, iki milli, eşit ve egemen halkın, iyi komşuluk içinde işbirliği yapabileceği bir ortamın oluşması için tüm tarafların işbirliğinin kaçınılmaz olduğunu;
Bir tarafın, diğerine hükmedemeyeceği bir uzlaşmanın temellerini teşkil eden 38 yıllık gerçeklerin kaale alınarak iki milletten ve iki devletten oluşan Kıbrıs adasını, dış dünyaya karşı etkin bir yeni ortaklık sistemi içinde takdim etmenin Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir Siyasi Barışın esası olması gerektiğini vurgular ve taraftarı Doğu Akdeniz Bölgesinde barış, istikrar ve huzurunun tesisi ve korunması için 16 Ocak 2002’de başlayacak yüz yüze görüşmelerde bu esasları göz önünde bulundurarak sonuç alacak gerçekçi bir tutum izlemeğe davet eder.
KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a, risk üstlenerek, cesaretle aldığı yüz yüze görüşme insiyatifi dolayısıyla takdirlerini sunar ve görüşmelerde kendilerine tam desteğini beyan eder.
Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı hiçbir kurum ve kuruluşla organik bağlantısı olmayan Türklük için çalışan bir vakıftır. Türk Devlet ve Topluluklaır arasında sosyal, kültürel, ekonomik, teknik ve benzeri iletişim sağlamayı amaç edinmiş bir sivil toplum örgütüdür.
Atatürk ilke ve inkılaplarının ışığı altında bilhassa Türk Milliyetçiliğinin ön gördüğü tüm manevi değerlere karşı daima hassas olan vakfımız, bu görevini sonuna kadar sürdürmaya devam edecektir.
Sonuç olarak komisyon toplantılarına katılan delegelerin ortak kanaatlerini bildiren komisyon raporlarında daha önce yapılan Kurultaylarda alınan kararların büyük bir kısmının hayata geçirildiği, bir kısmının da geçirilme safhasında bulunduğu belirtmiştir.
Bu sonuç mutluluğumuzun en büyük sebebi ve başarı ümidimizin görünür en büyük delili olmaktadır., bu düşünce ve duygularımızla hepinizi selamlar, 10’ncu Türk Kurultayı’nda buluşmak temennisi ile saygılarımı sunarım.

Atilla ŞİMŞEK – TÜDEV, Genel Sekreter

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

RUBRICA JURIDICĂ-ECONOMICĂ

ACTELE NECESARE PENTRU AJUTORUL DE ŞOMAJ

Probabil sunt multe persoane care, deşi doresc şi sunt îndreptăţite să beneficieze de ajutor de şomaj, nu cunosc care sunt actele necesare depunerii dosarului la Agenţia Judeţeană pentru Ocuparea şi Formarea Profesională Constanţa. În materialul care urmează, dorim să venim în ajutorul dumneavoastră, informându-vă asupra actelor pe care trebuie să le depuneţi.
Pentru înscrierea la ajutorul de şomaj aveţi nevoie de: buletinul de identitate, certificat medical (apz de muncă), acte de studii şi calificare (original şi copie), adeverinţă de la Consiliul Local cu terenul agricol deţinut împreună cu membrii familiei (domiciliul stabil), adeverinţă de la organele financiare teritoriale cu veniturile proprii sau cu veniturile realizate din prestarea unor activităţi autorizate. Pentru persoanele provenite din muncă sunt necesare: carnetul de muncă (copie şi original) şi adeverinţă cu salariul de bază brut avut în ultimele trei luni, vechime în muncă, modul de încetare a activităţii şi alte informaţii conform model Oficiul Forţei de Muncă. Pentru femeile care au întrerupt activitatea pentru îngrijirea copilului şi pentru persoanele depensionate sunt necesare: negaţie de la ultimul loc de muncă, din care să rezulte că nu mai poate fi încadrat, carnetul de muncă şi certificatul de naştere al copilului (copie şi original). Pentru absolvenţii minori sunt necesare: acte doveditoare privind lipsa susţinătorilor legali sau insolvabilitatea acestora, actul care consemnează rezultatul anchetei sociale efectuate de Consiliul Local sau de Oficiul de Asistenţă Socială, actele de deces ale părinţilor sau altor susţinători legali, actele eliberate de organele competente din care să rezulte imposibilitatea susţinătorilor legali de a presta obligaţia de întreţinere a minorului.

Extras din „Independentul, 28.01.2002“

PRIMĂRIA MUNICIPIULUI CONSTANŢA

ANUNŢ PRIVIND MODALITATEA DE ACORDARE A AJUTOARELOR SOCIALE CONFORM LEGII 416/2001 PRIVIND VENITUL MINIM GARANTAT

Familiile şi persoanele singure, cetăţeni români, au dreptul la un venit minim garantat ca formă de asistenţă socială.

Nivelul lunar al venitului minim garantat este de:

  1. 1.134.000 lei pentru familiile formate din 2 persoane
  2. 1.575.000 lei pentru familiile formate din 3 persoane
  3. 1.953.000 lei pentru familiile formate din 4 persoane
  4. 2.331.000 lei pentru familiile formate din 5 persoane
  5. câte 157.500 lei pentru fiecare altă persoană peste numărul de 5 persoane, care face parte din familie, în condiţiile prezentei legi.

În situaţia persoanelor singure, nivelul lunar al venitului minim garantat este de 630.000 lei.
Cuantumul ajutorului social se stabileşte ca diferenţă între nivelurile prevăzute mai sus şi venitul lunar al familiei sau al persoanei singure. Dacă din calcul rezultă un ajutor social mai mic de 50.000 lei, se acordă 50.000 lei.
Familiile şi persoanele singure cu venituri nete lunare până la nivelul minim garantat beneficiază de o majorare cu 15% a cuantumului ajutorului social pe familie, în cazul în care cel puţin un membru al familiei face dovada că lucrează pe bază de contract individual de muncă sau convenţie civilă de prestări de servicii. Majorarea cuantumului ajutorului social cu 15% se aplică o singură dată, indiferent de numărul membrilor familiei care lucrează pe bază de contract individual de muncă sau convenţie civilă de prestări de servicii.

Spre exemplu:
O familie formată din 2 persoane, care realizează un venit lunar de 1.000.000 lei (venitul net total al întregii familii), va primi 1.134.000 lei – 1.000.000 lei = 134.000 lei ajutor social, lunar, la care se adaugă o majorare de 15%, în situaţia în care cel puţin un membru al familiei face dovada că lucrează pe bază de contract individual de muncă sau convenţie civilă de prestări de servicii.
Persoanele apte de muncă din familiile beneficiare de ajutor social, precum şi persoanele singure apte de muncă beneficiare de ajutor social, care nu realizează venituri din salarii sau din alte activităţi desfăşurate conform legii, ca membru asociat sau persoană autorizată să desfăşoare o activitate independentă, au obligaţia de a efectua, lunar, cel mult 72 de ore, la solicitarea primarului, acţiuni sau lucrări de interes local. Pentru perioada sezonului rece, 1 noiembrie – 31 martie, persoanele singure şi familiile beneficiare de ajutor social potrivit prevederilor prezentei legi primesc, o dată cu aceasta, un ajutor pentru încălzirea locuinţei.

Ajutorul pentru încălzirea locuinţei se cuprinde în ajutorul social, prin majorarea nivelului lunar al venitului minim garantat, după cum urmează:

  1. cu 500.000 lei/familie sau persoană singură, în cazul în care utilizează pentru încălzirea locuinţei
    energie termică furnizată de sisteme centralizate;
  2. cu 250.000 lei/familie sau persoană singură, în cazul în care utilizează pentru încălzirea locuinţei sisteme de încălzire cu lemne, cărbuni, gaze naturale şi combustibili petrolieri.

Spre exemplu:
O familie formată din 2 persoane, care realizează un venit lunar de 1.000.000 lei (venitul net total al întregii familii), va primi, numai pe perioada 1 noiembrie – 31 martie, 1.634.000 – 1.000.000 lei = 634.000 lei ajutor social lunar, la care se adaugă o majorare de 15% din cuantumul ajutorului social, în situaţia în care cel puţin un membru al familiei lucrează pe bază de contract individual de muncă sau convenţie civilă de prestări de servicii.

Ajutorul pentru încălzirea locuinţei se acordă în perioada 1 noiembri-31 martie familiilor sau persoanelor singure beneficiare de ajutor social, după cum urmează:

  1. prin achiotarea la furnizor a cheltuielilor pentru consumul de energie termică pe familie sau persoană singură care utilizează pentru încălzirea locuinţei energie termică în sisteme centralizate;
  2. prin achitarea la furnizor al cheltuielilor pentru consumul de gaze naturale pe familie sau persoană singură care utilizează pentru încălzirea locuinţei gaze naturale;
  3. în lei şi în natură, prin acordarea de lemne, cărbuni sau combustibili petrolieri, pe familie sau persoană singură, în cazul în care acestea sunt utilizate pentru încălzirea locuinţei.

Ajutorul social se acordă începând cu luna următoare celei în care s-a înregistrat cererea.

Primarul poate organiza acordarea ajutorului social în bani, în natură sau prin plata unor cheltuieli de întreţinere şi de încălzire a locuinţei.
Data plăţii ajutorului social şi modalitatea de plată a acestuia se stabilesc de către primar prin dispoziţie care se aduce la cunoştinţa titularilor.

Actele necesare în vederea constituirii dosarului de ajutor social sunt:

Depunerea dosarelor se va face începând cu data de 21 ianuarie 2002, la sediul Primăriei de pe strada Titulescu nr. 34.

Extras din „Independentul“, 22.01.2002

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Relaţiile turco-aromâne în secolul 20

- privire generală -

Existenţa în acelaşi spaţiu geografic pentru mai multe sute de ani atât a poporului turc cât şi a aromânilor a dus la formarea unui întreg complex de relaţii care diferă de la perioada la perioada şi mai ales de la o situaţie politică la alta. Secolul al XIX-lea a însemnat începutul afirmării statelor naţionale din Balcani presărat din plin cu lupte sângeroase bine documentate de istoricii vremii şi de către cei moderni.
Distrugerea de către trupele lui Ali Paşa a multor dintre oazele de cultură aromâne din Balcani inclusiv a oraşului Moscopole (Voscopole) a dus la o migraţie crescânda către Ţările Române, oraşele comerciale ale vremii dar şi către comunitaţii aromâne deja stabilite în Istanbul, Adrianopole, Bursa sau Izmir şi care aveau legături comerciale în întreg Imperiul Otoman. Unii cronicari au afirmat că voluntari aromâni au luptat de partea trupelor imperiale otomane trimise de către sultan să învingă rebeliunea condusa de Ali Paşa de Ianinna dând exemplul aromânilor farşeroţi.
Susţinerea pe care grecii l-au avut din partea aromânilor în războiul lor de independenţă este bine cunoscut chiar dacă istoricii lor preferă a ignora acest capitol. În acest timp relaţiile turco-aromâne cunosc perioade alternative de dezvoltare şi cooperare mai ales comerciale, dublate de multe ori de perioade sângeroase ce înveninau pentru mult timp contactele interetnice. Deschiderea şcolilor româneşti în localitaţile aromâne cu sprijinul guvernului de la Bucuresti mai ales în Imperiul Otoman a creat un climat propice dezvoltarii culturii armâneşti spre deosebire de alte state balcanice care căutau să îşi întărească fiinţa naţională prin asuprirea minorităţilor de pe teritoriul lor.
Perioada ultimului război dintre Grecia şi Imperiul Otoman şi a Republicii de Kruşevo, precum şi transformările democratice din Imperiu fac Înalta Poarta să acorde în 1905 statutul de millet separat aromanilor, fapt serbat azi cu fast de o parte a comunităţilor mai ales in Republica Macedonia. Tot în acest timp mulţi scriitori şi călători consemnau faptul că un neguţator aromân avea mai multă încredere intr-un turc decât în orice alt neam. Această tradiţie s-a pastrat şi azi când de pildă la Skopje (Uskup in turcă) multe firme sunt mixte turco-aromâne.
Războaiele balcanice şi primul război mondial au dus la disparitia Imperiului Otoman şi la apariţia statului naţional turc care a primit ca refugiaţi pe mulţi megleni musulmani în urma schimbului de populaţii cu Grecia ce a urmat razboiului turco-grec şi victoriei de la Sakarya a armatei turce de sub comanda lui Mustafa Kemal Ataturk, şi care au fost bine trataţi. O seama întreagă de istorici şi oameni de cultură au arătat diferenţele în felul în care erau trataţi aromânii în Imperiul Otoman şi starea în care sunt astăzi în statele care i-au luat locul. Guvernul Republicii Turcia pe lângă susţinerea legitimă a populaţiei turce din provincia greacă Tracia de Vest a prezentat şi cazul minorităţii aromâne din Grecia care este supusă unei deznaţionalizări continue şi organizate la nivel de stat fără nici un respect faţă de normele Uniunii Europene din care face parte.
Azi relaţiile turco-aromâne se manifestă în multiple planuri culturale, economice şi sociale atât în Dobrogea cât şi în Bulgaria sau Macedonia. Lipsa unor motive de diferend între cele doua comunităţi va duce sperăm la o întărire a tuturor formelor de colaborare mai ales cele culturale şi la o mai bună înţelegere reciprocă într-o vreme când graniţele statale şi spirituale au devenit din ce în ce mai vagi permiţându-ne atingerea unor noi culmi ale cunoaşterii.

Isac Mihai

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Ciprul la răscruce

La 16 ianuarie 2002 preşedinţii celor două state ale insulei se vor întâlni pentru a relua trativele în vederea rezolvării situaţiei politice complicate in care se afla întraga zona. Preşedintele ciprioţilor turci, Rauf Denktaş şi preşedintele ciprioţilor greci Glafcos Clerides au astfel posibilitatea să ajungă la o întelegere atât de necesară în aceste momente.
Având în vedere că integrarea europeana bate la uşă pentru unele state ale Europei prezenţa Ciprului în următorul val are o importanţă covârşitoare pentru toate parţile interesate. Renunţarea la unele pretenţii greu de îndeplinit pare a fi cheia întregii probleme. Incapacitatea elitei politice greceşti cipriote de a accepta situaţia existentă şi dorinţa de a îşi impune dominaţia politico-economica cu orice preţ asupra nordului insulei au cauzat şi în trecut mari neînţelegeri între cele două comunităţi ajunse de multe ori în prag de război din diferite motive. Achiziţia de către guvernul grec de la Nicosia a rachetelor sol-aer nu a făcut decât să încingă spiritele. Nimeni nu neagă dreptul suveran al grecilor ciprioţi să se apere dar tot asa nu putem nega acelaşi drept turcilor ciprioţi care încă păstrează în memorie masacrele anti-turceşti dinainte de 1974 când această comunitate a fost redusă la statutul de cetăţean de clasa a doua, nesocotindui-se orice drept cultural si politic. Mulţi în partea de nord a insulei se intreabă ce ar putea împiedica repetarea situaţiei dacă comunităţii turcesti (cel putin 20% din populaţia insulei) nu i se garantează drepturile consfinţite in atâtea tratate.
Republica Turcă a Ciprului de Nord este o entitate statală funcţională, chiar dacă nerecunoscută decât de Turcia, cu un parlament ales democratic şi cu o larga sustinere in lumea musulmana, dispunând de un sistem multipartit şi de o constituţie mult mai avansată decât în multe alte ţări ale lumii care trec drept „democratice“. Izolarea la care a fost supus nu a făcut decât să crească ostilitatea la o posibilă reunificare cu partea greacă a Ciprului. O soluţie pe care au recomandat-o mulţi analişti politici a fost o formă de stat federativ fiecare cu o largă autonomie în anumite domenii. Dorinţa conducerii greceşti de la Nicosia de a decide singură în domeniile politicii externe, apărării, etc. neţinând seama de populaţia turcă, dorinţa de a lua înapoi proprietaţile din Nord care au aparţinut grecilor fără a se pune un accent mare pe înapoierea celor turceşti din sud au reprezentat serioase împedimente în rundele de negocieri anterioare şi s-ar putea să ţina din nou cap de afiş.
Poziţia comunităţii turce este uşor de inţeles iar stabilitatea relativă atât politică cât şi în alte domenii pe care le-au avut în ultimii 28 de ani în cadrul Republicii Turce a Ciprului de Nord nu o vor pierdută iar o unificare a nordului cu Turcia în cazul neacceptării de către partea greacă cipriotă a drepturilor lor nu pare străină de comunitatea turcă. Aceasta ar putea fii poziţia lor dar si interesele Turciei şi Greciei trebuie luate in considerare de către cei doi oameni de stat.
Dacă şi această runda de negocieri eşuează situaţia în zona atât economică cât mai ales politica se poate deteriora aproape iremediabil. Sperăm ca domnul Rauf Denktaş şi domnul Glafcos Clerides să ajungă la un consens atât de necesar mai ales celor doua comunităţi care merită pe deplin să trăiască în pace şi înţelegere.

Isac Mihai – Student anul 3 al Şcolii Naţionale de Studii Politice şi Administrative

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Ion Luca Caragiale

S-a născut în satul Haimanale de lângă Ploieşti, astăzi I.L. Caragiale, în ziua de 30 ianuarie 1852, ca fiu al lui Luca Caragiale, actor, apoi administrator de moşie şi avocat. A murit la Berlin, 1 februarie 1912. Şcoala primară (1860 – 1864) la Ploieşti, unde face şi gimnaziul între 1864 şi 1867; cursuri de mimică şi declamaţie (1868 – 1870) la Conservatorul bucureştean. A ocupat o vreme posturi de mai mică importanţă precum cel de copist în cadrul tribunalului Prahovei (1870), sufleur al Naţionalului bucureştean (1871 – 1872). Redactor la „Timpul“ (1878 – 1881) împreună cu Eminescu şi Slavici, revizor şcolar (1881 – 1884), director general al teatrelor (1888 – 1889). Activitatea în presă înregistrează, pe lângă colaborări la „Ghimpele“, „România literară“, „Universul“, „Luceafărul“, „Convorbiri critice“, „Flacăra“, etc., îndeplinirea susmenţionatei funcţii de redactor al gazetei conservatoare „Timpul“, şi conducerea unor publicaţii („Alegătorul liber“ între 1875 – 1876; „Naţiunea română“, 1877) sau iniţierea altora („Claponul“, 1877; „Moftul român“, 1893). A debutat (1873) la „Ghimpele“, afirmarea ca scriitor producânduse odată cu reprezentarea scenică (1879) a Nopţii furtunoase. Comediile caragialiene, O noapte furtunoasă, Conul Leonida faţă cu reacţiunea, premieră în 1880; O scrisoare pierdută, premieră în 1884 şi D’ale carnavalului, premieră în 1885, oferă imagini apăsat satirice ale societăţii româneşti a timpului fără a se îndepărta însă de veridicul de adâncime şi de adevărul uman al tuturor timpurilor, contribuţii în sensul relevării acestui ultim grup de trăsături aducând un Titu Maiorescu (Caragiale a frecventat o vreme „Junimea“), Paul Zarifopol sau Pompiliu Constantinescu. Probleme de psihologie abisală şi patologie psihică atinge Caragiale în drama Năpasta, reprezntată în premieră la 1890, ori în nuvelele Păcat…, În vreme de război, O făclie de Paşte, Două loturi. Resursele prozei sunt exploatate şi în direcţia resuscitării tipologiei comediilor (volumeme Schiţe, 1897 şi Momente, 1901) ori a fantasticului şi fabulosului balcanic sau oriental din Kir Ianulea, La Hanul lui Mînjoală, calul dracului, Pastramă trufanda, Abu-Hassan, creaţii târzii. Răscoalele ţărăneşti de la începutul secolului îl prilejuiesc accentele pamfletare şi notele de sinceră compasiune prezente în 1907 – Din primăvară până-n toamnă (1907).

Material prelucrat de Iomer Subihan

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

LUNA DEASUPRA CIMITIRULUI TURCESC

Deasupra cimitirului
O rază de lumină
Peste sufletele moarte
O rază de lumină-n noapte.

Peste inscripţiile arabe
Şi turbanele de piatră
Palida faţă a lunii
Rece, tristă se arată.

Semilune încremenite
Poartă-n ele acum vecia
Unor suflete adormite
Ce şi-au stins de mult făclia.

Dobre Silvian, 28-30 ianuarie 1978, Măcin – Tulcea

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

STIRI – HABERLER

İLK ÖDÜLÜ KLASİS OTEL

Belçika’da birçok bankanın genel merkez binası onun eseri. Başkent Brüksel’in en önemli alışveriş merkezi “City2 Center” da…. Birkiye ilk ödülünü İstanbul’da yaptığı Klassis Otel ile kazandı. Fransa’nın Cannes kentinde her yıl düzenlenen 58 ülkeden 160 projenin yarıştığı Dünya Emlakçılar Fuarı’nda 1998 ve 2000 yıllarında ‘Mimarlık Oscar’ı olarak bilinen büyük ödülü iki kez alarak başarılarını taçlandırdı.
New York, Chicago, Berlin, Amsterdam, Brüksel ve Kahire gibi başkentlerde bir çok başarılı projeye imza atan Oscar’lı mimar Şefik Birkiye, şu sıralar her biri birbirinden muhteşem üç proje üzerinde çalışıyor: Monaco Prensi Rainer için su üzerinde inşaa edilecek son derece lüks bir otel, Mısır’ın başkenti Kahire’de üç gökdelen ve Paris’teki Euro-Disneyland’ın yeni bölümleri..
Birkiye, mimari yaklaşımını şöyle özetliyor: “Geçmişi reddetmeden geleceği kucaklamayı hedeflerim. Mimaride esas olan insanlara iyi, kaliteli yaşam alanları yaratmaktır. Dürüstlük ve şeffaflık benim için çok önemli. Bir projenin gerçekleştiğini görmek uzun zaman alıyor ama sonunda kalıcı bir şey yaratıyorsunuz. Bu müthiş bir tatmin.”

Fikret AYDEMİR

Oscar’lı Türk mimar

Şefik Birkiye…Dünyanın en önemli kentlerinde, en prestijli binalara imzasını atan bir Türk… İki kez ‘Mimari Oscarı’nı kazandı, yaratıcılığı sınırları aşıyor…
Ankara’da Dışişleri Bakanlığı’nda memur bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi Şefik Birkiye… Türkiye’de mimarlık eğitimini tamamladıktan sonra Belçika’da Leuven Katolik Üniversitesi’nde okudu. 1979 yılında Brüksel’de Atelier D’art Urbain adlı mimarlık şirketini kurdu. 85’i mimar, 106 kişinin çalıştığı şirket bugün Belçika’nın en büyük mimarlık bürosu… ‘Mimarinin Oscar’ı da dahil pek çok ödül sahibi Birkiye, dünyanın en iyi mimarlarından biri olarak kabul ediliyor ama çok mütevazı: “Başarılı olmak için özel bir çaba harcamadım. İşimi en iyi şekilde yapmaya çalışırım, başarı kendiliğinden gelir.”

14 ŞUBAT – SEVGILILER GÜNÜ

14şubat yaklaşmaktadır. Revolusiyondan sonra, zannediyorum bu gün kutlanmaya başlanmıştır ve sevgiye ait bir bayramımız olmuştur.
Aşk nedir sorusuna çoğumuz tıkanıp kalmaktayız. Kelimelerle bence anlatmak çok zordur sanıyorum. Nice şairlerimiz nice yazarlarımız bu konuyu çeşitli şekillerde belkide bu duyguyu en güzel ifadelerle anlatmaya çalışmışlardır… Ve neden olmasın?
Aşk duyguların en yücesi olmakla beraber, aşk GÜZELLİĞE ilham kaynağıdır. Çoğumuz biliyoruz, AŞK herşeyi içermektedir: heyecanı, mutluluğu, özveriyi, fedakarlıgı, bazen anlaşılmayan gururu, kimi yerlerde eziyeti, saflığı, kimi yelerde göz yaşları veya mutluluk göz yaşları v.s… Fakat, şunu kesin bilmekteyim: Aşkta, özseverliğin yeri yoktur ve yaş sınırı yoktur. Bunlar hesaba alındığında, Aşktan söz edemiyoruz.
Tüccarlar her bayramı maddiyata çevirmektedirler. Bunu art niyetle söylemiyorum fakat bence, herşey para demek değildir ve gençlerimiz bunun bilincinde olmalılar… Aşk para ile ölçülemez…
Affınıza sığınarak, izin verirseniz eğer, ben 14 şubat gününüzü en güzel şekilde kutlamanızı diliyorum. Bu yazdıklarıma ek olarak, Veronika Miklenin ünlü şairimize içten yazdığı sözleri size aktarmak istiyorum: „Ölümden hayata geçişi kalbime o kadar büyük bir iz bırakıyor…Sanki yeniden doğmuşum gibi…“
Elbette, 14 şubat günümüzü bu güne sınırlamamalıyız bu günü bütün sene yaşamalıyız ve neden olmasın Nice Yıllara dileklerim izinizle sizide ve özellikle Nar Tanemi öpüyorum efendim. Tekrar yazılarda buluşuncaya dek, kendinize iyi bakın…

İLMİYA SÜLEYMAN

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

UNUTMAKİ

Sen uykusuzluk nedir bilir misin
Tırnaklarınla yastığını parçaladın mı
Gözlerini tavana dikip
Düşündüğün oldu mu bütün gece
Ve bütün bir gün
Belki gelir ümidiyle bekledin mi hiç
Gelmeyince
Seni aramayınca
Ölesiye ağladın mı
Sonra çekilip en koyusuna yalnızlıkların
Ona ait ne varsa
Bir bir hatırladın mı

Sen günden güne erimeyi bilir misin
Dev bir ağacın vekarı içinde ölmeyi
Bir teselli aramayı
Issız parklarda, tenhâ sokaklarda
Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda
Deli divâne yollara düşüp
Yaşlanmış bir köpek gibi
Eskimiş bir gömlek gibi
Atılmışlığını hissettiğin oldu mu
Sevmekten
Günler geceler boyunca yürümekten
Elin, ayağın, kalbin yoruldu mu

Sen yalnızlığın acısını bilir misin
Unutulmak bir hançer saplandı mı sırtına
İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı
Bütün gururunu çiğneyip
Sevdiğinin geçtiği yollarda
Bastığı toprakları eğilip öptün mü
Yanan başını
Duvarlara vurup parçalamak geldi mi içinden
Sen her gün bin defa öldün mü

Böyleyim diye ayıplama beni
Bir gün kendimi
Sonsuzluğun koynuna bırakırsam
Yaralı ve yenik bir asker gibi
Darılma
Unutma ki
Her seven adsız bir kahramandır
Unutma ki
İnsan; sevebildiği kadar insandır

Ümit Yaşar Oğuzcan

ADSIZ BİR ÇİÇEK

Rengini dunyaya ilk defa sunan
Adsiz bir cicek gibi parliyorsa gozlerim
Sevgilim
Bana ‘sen bir sairsin’ dedigin zaman.
Yalniz sana yaziyorum bu siiri
Istersen bir siir gibi okuma
Cunku her yil yeniden yazacagim onu
Sogukllar baslayince havalanip
Millerce yol katettikten sonra
Guneyi tadan bir kusun sevinciyle.

Ve yazmis olacagim bir de
Her donemde her cagda
Sevdanin kendine ozgu diliyle

Edip Cansever

8:10 VAPURU

Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahcenin ortasi var
Mavi ipek kis cicegi
Sigara icmek icin
Ust kata cikiyorsun

Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Turkce var
Isinden memnun degilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun
Eski opusler var
Banyonun buzlu cami
Birkac gun gorunmedin
Okul sarkilari var

Sesinde ne var biliyor musun
Ev daginikligi var
Ikide bir elini basina goturup
Ruzgarda dagilan yalnizligini
Duzeltiyorsun

Sesinde ne var biliyor musun
Soylemedigin sozcukler var
Kucucuk seyler belki
Ama gunun bu saatinde
Anit gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun
Soyleyemedigin sozcukler var

Cemal Süreyya

BENİ UNUTMA

Bir gun gelirde unuturmus insan
En sevdigi hatiralari bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurdugu zaman
Beni unutma
Cunku ben her gece o saatlerde
Seni yasar ve seni dusunurum
Hayal icinde perisan yururum
Sen de karanligin sustugu yerde
Beni unutma
O saatlerde serpilir gulusun
Bir avuc su gibi icime, ey yar
Senin de basinda o cilgin ruzgar
Deli deli esiverirse bir gun
Beni unutma
Ben ayagimda carik, elimde asa
Senin icin su yollara dusmusum
Senelerce sonra sana donusum
Bir mahser gunune de raslasa
Beni unutma
Hala duruyorsa yesil elbisen
Onbir gun benim icin giy
Saksidaki penbe karanfilde cig
Ve bahcende yorgun bir kus gorursen
Beni unutma
Buyuk acilara tutustugum gun
Cok uzaklarda da olsan yine gel
Bu olurcesine sevdigine gel
Ne olur Tanriya kavustugum gun
Beni unutma

Ümit Yaşar Oğuzcan

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Masallari Severiz

Bir varmis bir yokmus

Masalları severiz. Hele şu yaşadığımız kış mevsiminin, uzun, karlı, rüzgârlı gecelerinde… Eskiden masal anlatan ninelerimiz ve dedelerimizin yerini çoğunlukla annelerimiz dolduruyor şimdilerde. Ya da masal kitabını kaptığımız gibi bir solukta okuyuveriyoruz. Hangi ülkenin masalı olduğuna dikkat bile etmiyoruz çoğu zaman. Hepsi ayrı ayrı heyecan veriyor, güldürüyor, şaşırtıyor…
Yine de Doğu ülkelerinin zengin masal mirası, dünya masalları arasında çok başka bir yere sahip. Bu masallar, dünyanın her yanında çocuklar ve büyükler tarafından zevkle okunuyor. Kelile ve Dimne, Tutiname, Şehrazat’ın anlattığı Binbir Gece Masalları, Dede Korkut Masalları ve Doğu ülkelerine ait sayamadığımız kadar çok masal… Şimdi size bir peri masalı olan “Kara İnek Masalı”nı yayımlayacağız. Aslında bu masal okudukça tanıdık gelecek sizlere. Zira, bizim “Kara İnek Masalı”ndaki yetim kızcağızı, Fransız masalcı Perrault, Sindirella’ya dönüştürüvermiş “Geçmiş Günlerin Masalları” adlı kitabında. Nasıl mı? Bunu, Kara İnek Masalı’nı okuyunca anlayacaksınız. İşte karşınızda Türk Sindirella’sı ya da yetim kızın şehzade ile mutlu sonu:
“Evvel zaman içinde bir kızcağız varmış; okula gidermiş. Bir gün bu kızın okuldaki öğretmeni sınıfta ne kadar kız çocuğu varsa bunların hepsine birer yumak pamuk ipliği verir, bu dağınık yumakları açıp düzeltmelerini söyledikten sonra da, “Üç gün içinde bunları hazırlayıp getiremeyenin anası kara inek olsun.” der. Kızlar yumakları alıp evlerine giderler, pamuk ipliklerini çözmeye başlarlar. Üçüncü gün kızların hepsi yumakları hazır ederek öğretmene getirirler; ama bu kızcağız uğraşırsa da yetiştiremez, yumağın hepsini çözemez. Okula gelip, tamamlayamadığı yumağı öğretmenine verir, oturur dersini dinler. Akşamüstü okuldan çıkıp da eve gelince bir de ne görsün, annesi öğretmenin dediği gibi bir kara inek olmamış mı?
Kız bunu görünce iki gözü iki çeşme ağlamaya başlar. Demeye kalmaz, kızın babası gelir. O da karısını bu halde görünce şaşırır kalır. Yapacak bir şey olmadığı için bunu alıp ahıra götürür, bağlar. Önüne de biraz ot koyar. İnek ahırda, kız da ağlamakta olsun, günün birinde kızın babası evlenmeye kalkar. Araya araya en sonunda kendine uygun bir kadın bulup evlenir. Bu kadının bir de kızı varmış. Gelgelelim, bunlar birlikte oturmaya başlayınca, kadının kızı, adamın kızını parmağına dolar, durmadan anasına çekiştirir, kıskançlığından ne yapacağını bilemez. Kadın da kocası evde yokken kendi kızına uyup, üvey kızına yapmadığını bırakmaz, evin bütün işini ona gördürür. Kızcağız da fırsat buldukça ahıra gider, kendi annesi olan ineğin yanında ağlar, sızlar. Bu sefer de üvey ana, ineği kıskanıp, kestirmek için kocasını zorlar. Adam, olurdu olmazdı diye dayatırsa da, sonunda kesmeye karar verir. Kız bunu işitince doğru anasının yanına varıp ağlamaya başlar, babasının verdiği kararı anasına söyler. O zaman inek dile gelip, “Ey kızım, beni kestikleri vakit etimi yedikten sonra kemiklerimin kaybolmamasına dikkat et, hepsini topla, bir gül ağacının dibine göm. Başın sıkıştığı zaman gül ağacının dibine gelip, derdini kemiklerime dök. Seni avunduran biri elbette bulunur.” derken, kızın babası gelir, kara ineği keser, etinden pastırma yapar. Kız da kemikleri toplayıp, gül ağacının dibine gömer. Üvey ana da inek derdinden kurtulur. Aradan bir zaman geçer, mahallede bir düğün olacağı haberi duyulur. Üvey ana giyinir kuşanır, kendi kızını da giydirir. Kara ineğin kızı bunların hazırlandıklarını görünce heveslenir, o da düğüne gitmek ister; ama üvey ana onu bir güzel dövdükten sonra evde bırakıp, kızı ile birlikte düğüne gider. Kız da ağlaya ağlaya evde kalır. Anasının sözü hatırına gelip, doğru kemikleri gömdüğü gül ağacının dibine koşar. Orada ağlar, sızlar, üvey anasından çektiği eziyetleri sayar döker, “Ah, ne yapayım? Artık çekemeyeceğim. Anacığım sağ olsaydı da benim halimi görseydi.” diyerek gözyaşı döker.
O sırada kemiklerin gömülü olduğu yerden bir peri çıkıp, “Kızım ağlama, kara yaslar bağlama. Dur, ben sana bir kat urba getireyim, seni düğüne göndereyim.” dedikten sonra ortadan kaybolur. Neden sonra, elinde bir kat urba ile çıkar gelir, kıza, “Bu urbayı giy, kapıya bir de araba gelecek; ona binersin, düğün evine gidersin. Al bu paraları, düğün evinde aleme dağıtıp harcarsın.” diyerek bir kese altın verir, sonra da yine ortadan kaybolur. Kız sevinerek urbayı giyer, paraları yanına alıp evden çıkar, bir de bakar ki, kapıda al renkli bir araba duruyor. Kız, arabaya biner, düğün evine gider. Oradakiler onu böyle görünce, kim bilir hangi beyin, hangi paşanın karısıdır diyerek baş köşeye oturturlar, güzelliğine hayran olup, seyretmeye doyamazlar. Neyse, kız orada oturur, eğlenir, yer içer, çalgıcılara bol bol para dağıtıp, yine geldiği arabayla dönmek üzere kalkar. Kendisini uğurlayanların arasından geçip, arabaya binerken ayağından ayakkabısının teki çıkar; ama kız bunun hiç farkına varmaz. Araba yine kızı eve getirip bırakır. Kız eve girer girmez periyi karşısında bulur. Peri, kıza vermiş olduğu urbaları alıp, “Sakın üvey annene söyleme, sen yine ağlamaya başla, onların bu işten haberi olmasın.” der. Kız da perinin dediği gibi ağlamaya başlar. Biraz sonra da üvey ana ile kızı düğünden dönerler, kıza nispet vermek için, “Ah kız, ne güzel eğlendik; hele bir hanım geldi, bütün düğün halkıyla birlikte ona bakmaktan ağzımız açık kaldı, sen burada sümüğünü çekerken biz ne eğlendik, ne eğlendik.” derler.
Kız da, “Ne yapayım? Benim de anam sağ olsaydı beni de götürürdü.” diyerek bu işi geçiştirir.
Bunlar burada kalsın, biz gelelim kızın ayağından çıkan pabuca. Arabaya binerken kızın ayağından çıkan ayakkabısını oradan geçen bir şehzade bulur. “Ayakkabı bu kadar güzel olursa, bunun sahibi kim bilir ne kadar güzeldir.” diyerek, ayakkabının sahibine bu şehzade bin can ile âşık olur. Ayakkabıyı anasının eline verip, “İlle de bunun sahibini bana bulacaksın.” diye tutturur. Anası da ne yapsın, pabucu eline alıp, nerede gelinlik kız varsa oranın kapısını çalar, önüne çıkan her kıza pabucu giydirerek bunun sahibini arar. Bu haberi duyan kızın üvey anası kendi kızını şehzadeye verebilmek için çareler düşünmeye başlar, ortaya çıkmaması için üvey kızını bahçedeki çamaşır teknesinin altına sokar, kendi kızını da süsleyip püsleyip baş köşeye oturtur. Şehzadenin annesi gelip de ayakkabıyı bu kızın ayağına giydirince, bahçedeki horoz, çamaşır teknesinin üstüne çıkar, avaz avaz ötmeye başlar. Dile gelip de öyle bir öter, öyle bir konuşur ki, pabucun sahibi olan kızın çamaşır teknesinin altına hapsedildiğini duymayan kalmaz.
Şehzadenin annesi bunu duyar duymaz hemen teknenin yanına varır, tekneyi kaldırıp bir de bakar ki, huri gibi bir güzel, oturmuş orada ağlar, göz süzer. Şehzadenin annesi elindeki ayakkabıyı bunun ayağına giydirince, aradığı kızı bulduğunu anlayarak sevinir. Onu Allah’ın emriyle babasından isteyip, oğluna nikah eder. Kız ile şehzade de kırk gün, kırk gece düğünden sonra muratlarına ererler.”

Melet Çe

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

SON HABERLER

Cu ocazia „Kurban Bayramului“ elevii care învaţă limba şi literatura turcă din Şcoala nr. 1 „Constantin Brâncuşi“ din Medgidia au pregătit un program artistic, activitatea care a coincis şi cu ziua de naştere a celui care a dat numele acestei şcoli – Constantin Brâncuşi.
Cântece, scenete, dansuri moderne şi poezii au încântat ochii şi sufletele colegilor şi a profesorilor.
Ca sponsor pentru această acţiune, cu dulciuri acordate elevilor de etnie turcă şi tătară, a fost firma ESENSEL din Medgidia.
Această activitate a fost coordonată de d-na profesoară Bormambet Vildan.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

KURBAN BAYRAMI

Sărbătoarea musulmană Kurban Bayram, în timpul căreia se sacrifică un berbec, comemorează în fiecare an religios gestul de sacrificiu a lui Ibrahim, care pus între a alege între a-şi sacrifica propriul fiu şi adoraţia lui Allah, alege această adoraţie.
Pentru musulmani, Ibrahim este simbolul credinţei în Allah, o credinţă mai puternică decât dragostea şi ocrotirea paternă. Căci, pentru a-şi exprima desăvârşita şi necondiţionata supunere faţă de Allah (cu 99 epitete de nume sublime; acela care le va şti şi le va rosti pe toate, va intra în Paradis. Marele Nume neştiut, tainic, le completează pe celelalte. Cunoaşterea Marelui Nume îl poate obliga pe Allah chiar să îndeplinească o rugăminte, îngăduie săvârşirea de miracole). Ibrahim, deşi cu inima îndoită, era pregătit să-şi sacrifice fiul iubit, pe Ismail, un fiu conceput la vârstă înaintată, cu voia lui Allah. Văzându-i hotărârea şi nestinsa lui credinţă în El, Allah trimite un berbec. Astfel că lama cuţitului, deşi ascuţit (trei lovituri succesive), taie un berbec şi nu un copil adorabil, mult dorit şi mult iubit.
A sacrifica un animal, de regulă un berbec, face parte din credinţa islamică şi este o obligaţie tradiţională a musumanului independent, bogat, avut. Această tradiţie a apărut în anul al II-lea al Islamului. Sacrificarea este un gest de bunăvoinţă şi de adorare a lui Allah, un prinos de mulţumire şi recunoştinţă pentru împlinirea unor năzuinţe, unor dorinţe. Pelerinii oferă ofranda în Valea Mina.
Cei cu stare materială care sacrifică animale (oi, vite, capre, cămile) ajută, totodată, pe cei săraci, sacrificarea retrezeşte sentimentele de dragoste şi frăţietate a musulmanilor. Prin sacrificiul berbecului se întăresc relaţiile intercomunitare, creşte mulţumirea şi fericirea. Sacrificarea înseamnă şi o perioadă de înviorare a activităţii economice şi de comerţ.
Prin sacrificiu, ajunge la Allah evlavia credincioşilor, iar carnea se distribuie nevoiaşilor (sângele scurs şi pus pe frunte este semnul evlaviei).
Carnea animalului sacrificat de Kurban se împarte în trei: una la cei săraci, care n-au avut posibilitatea de a sacrifica; alta la rude şi prieteni; a treia pentru familia celui ce sacrifică (cei cu o familie numeroasă şi mai nevoiaşă pot consuma ei carnea în totalitate).
Carnea de Kurban poate fi, de asemenea, donată în totalitate. Carnea şi pielea nu se vând.
Animalele care pot fi sacrificate sunt: oi, capre, vite(vaci + bivoli), cîmile, cu următoarele precizări: oaia şi capra ce au împlinit un an, uneori şi oaia care are 7 – 8 luni, suficient de mare, cu greutate adecvată; vaca şi bivolul ce au doi ani împliniţi; cămila la 5 ani împliniţi.
Oaia şi capra pot fi animale de sacrificiu doar pentru o persoană; vaca; bivolul şi cămila pentru şapte persoane.
Mâncărurile pentru Bayram se prepară cu o zi înainte. Ele constau în diverse ciorbe, fasole cu carne de batal, sarmale, yahni (carne tocată cu ceapă), pilaf, fripturi, salate, orez cu lapte (sütlaç), diverse prăjituri şi nelipsitele şi tradiţionalele baclavale (în formă de triunghi, pătrate, de rulouri, numite şi sarailii).
Înaintea Sărbătorii de Kurban Bayram se face o curăţenie generală în case, se pun cele mai bune cuverturi, covoare, alte obiecte lucrate de mână din fire aurii de mătase, etc.
Toţi membrii familiei se îmbăiază în noaptea de dinainte de Bayram, se trezesc dimineaţa în zori, se îmbracă frumos.
Bărbaţii merg la rugăciunea (Namaz) de Bayram, iar femeile fac ultimele pregătiri.
Se vizitează cimitirul şi se fac rugăciuni în casele celor decedaţi, apoi toţi se întorc acasă. Se ia masa tradiţională de Bayram în comun, se fac urări între membrii familiei, se sărută mâinile persoanelor în vârstă. Copiii primesc daruri, dulciuri, bani.
Se fac vizite la rudele mai în vârstă, la prieteni, se fac urări de sănătate, bucurie, împliniri. Musafirii sunt trataţi cu parfum, ciocolată, cafele, fructe, baclavale.
Sunt patru zile de bucurie, veselie, destindere, de întărire spirituală a familiei şi comunităţii, de sărbătoare pentru credincioşii musulmani.

Prof. dr. Nuredin IBRAM

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Bütün Hak dinlerde kurban kesmek, insanı Allah’a yaklaştıran ve ulaştıran bir ibâdet olarak kabul edilmiştir. Kurban kesme ibadetinin Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’le çok yakın ilgisi vardır. Hz. İsmail yürüyüp gezecek cağa geldiği zaman, Hz. İbrahim “Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin?” dedi. O da cevaben: “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun” demişti. Babası İsmail’i anlı üzerine yere yatırıp, bıçağı boğazına çalacağı zaman Yüce Allah, “Ey İbrahimm! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız” buyurmuş ve baba-oğul iki peygamberin sıkıntısını kaldıran “Büyük bir kurbanı” ilâhî bir şekilde Hz. İbrahim’e vermişti. Böylece de, Hz. İbrahim’in neslinden gelecek son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetinden her ailenin bir çocuğunun kurban edilmemesi gerçekleştirilmişti.
Kurban kesmek, Müslüman’ın Allah’a yaklaşmasına sebep olan bir ibadettir. İnsan bu görevi yerine getirmekle, Allah’a ve O’nun emirlerine olan bağlılığını göstermiş olur. Kurban, insana İslâm’daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı hatırlatır. Mü’min, kurban kesmek suretiyle bir takım manevi ve sosyal maksatlara ulaşır. Dolayısıyla, kurban kesmekle dinin emrine uyulduğu, çok eskilere dayanan dini bir ananenin gereğinin yerine getirildiği, Allah yolunda kusursuz, önemli ve değerli bir malın feda edildiği gerçeği de gösterilmiş olur.
Yüce dinimiz; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayı ve toplumda kardeşliği esas almıştır. Gerçekten hac esnasında dünyanın her tarafından gelen, renkleri, şekilleri, dilleri, ırkları farklı Müslümanlar, her türlü vasıf ve rütbelerini bırakarak, beyaz ihramlar içerisinde aynı gaye için bir araya geldiklerini, hep birlikte Allah’a yöneldiklerini, O’ndan af ve bağış dilediklerini, 22 Şubat 2002 Cuma Günü dünyanın her tarafındaki Müslümanlarla bayram yapmanın sevincini paylaştıklarını, böylece de bir Allah’a inandıklarını göstermiş olurlar.
Öteden beri her milletin milli günlerini ve tarihi hatıralarını canlandıran bayramları vardır. Aynı şekilde bir dine bağlı kimselerin de dini günleri ve bayramları vardır. O halde bayram; Allah’ı bir, Peygamberi bir, Kitabı bir, aynı kıbleye yönelen, aynı heyecanı taşıyan Müslümanların sevinçlerini paylaştığı mukaddes bir gündür
Maddî ve manevî yönü olan bayramların gerek fert ve gerekse toplum hayatında çök önemli yeri ve değeri vardır. Bayramlar; dinî şuur ve duygunun gelişmesine, millî ve manevî değerlerin güçlenmesine, birlik, beraberlik, kardeşlik, sevgi ve saygı ruhunun kuvvetlenmesine, yardımlaşma ve dayanışmanın tesisine, toplum bünyesinde açılan yaraların sarılmasına, fakir, yetim ve kimsesizlerin gözetilmesine, akraba, komşu ve büyüklerin ziyaret edilmesine, çocukların sevindirilmesine, dolayısıyla her türlü ahlâkî ve insanî değerlerin kazanılmasına yol açan eşsiz günlerdir
Bayramlar; Dilleri, renkleri, yurtları, örf ve âdetleri farklı, fakat aynı inancı paylaşan bir buçuk milyar civarındaki Müslüman’ın ortak hareket ederek Kurban Bayramını birlikte kutladıkları, namaz kıldıkları, Kur’an-ı Kerim okudukları, zenginlerin kurban kestikler, i sadaka verdikleri, açları doyurdukları, hastaların tedavisiyle ilgilendikleri, nefislerine hakim olarak günah işlemekten uzak kaldıkları, insanlığın kurtuluşu ve esenliği için dua ettikleri mübarek günlerdir.
O halde Bayramlar, inananlara; ölçü ve tartıda haksızlık yapmak, kin beslemek, yalan söylemek, dedikodu yapmak, söz taşımak, hased yapmak, başkalarına iftira etmek, yalancı şahitlikte bulunmak, insanları sevmemek, zulüm ve işkence etmek, cimrilik yapmak gibi kötü işlerden uzaklaşmanın şart olduğunu gösterir; şefkat ve merhamet sahibi olmayı, ahlâkımızı güzelleştirmeyi, cemiyete yararlı işler yapmayı, olgun bir insan olmayı ve günahlarımızın bağışlanmasını temin eder. Böylece de Mü’minler, bayram günlerde Allah’a daha çok yaklaştıklarını, maddeye bağımlılıklarından kurtulduklarını, maneviyata sahip olmalarının gerektiğini, neşeli ve sevinçli bir yol izlemenin kendilerini huzura kavuşturduğunu anlamış olurlar.
Öte yandan, çok mübarek bir gün olan Kurban bayramında, milyonlarca Müslüman bir anda kutsal mekanlar olan Kabe’de, Mina’da, hele Arafat’ta topluca Yüce Rabbimize dua ve niyazda bulunurlar. Ayrıca, yeryüzünü bir çığ gibi kapsayan camilerde topluca ibadet etmenin şuuruna eren Müslümanlar, birlik ve beraberlik içinde yaşadıklarını göstermiş olurlar.
Dolayısıyla da yılda iki defa kutladığımız Ramazan ve Kurban Bayramlarında, minarelerden yükselen ezanların, camilerden taşıp dört bir yanda coşkuyla dinlenen tekbir seslerinin ve okunan Kur’an-ı Kerim’lerin insanların vicdanlarında bambaşka sevinç ve neşeler meydana getirdiği görülmüş olacaktır.
Ramazan bayramında olduğu gibi, bu bayramda da; karşılaştığımız kimselere güler yüz göstermek, Fakirlere yardımda bulunarak, onları sevindirmek, ana-babamızı, büyüklerimizi ve dostlarımızı ziyaret etmek, din kardeşlerimizin bayramını tebrik etmek, ölülerimiz için sadaka vermek, kabirlerini ziyaret ederek, Kur’an okutmak ve dua etmek, dargınlıkları bırakarak, dargınları barıştırmak, hediyeleşmek, özellikle çocuklara hediyeler vererek sevindirmek, bütün insanlarla iyi geçinmek, manevi değerlerimizi, örf ve adetlerimizi korumak gibi yapmamız gereken başlıca görevlerimiz vardır.
Son olarak, bu duygu ve düşüncelerle Romanya’da yaşayan bütün vatandaşlarımızın ve Müslüman soydaşlarımızın Kurban Bayramını en iyi dileklerimle kutlar, bayramın ülkemiz ve İslam âleminin sükun ve huzuruna, tüm insanlığın barış ve esenliğine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.

Mustafa ÇALIŞKAN – T.C. Köstence Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Ana Vatanımızda Yine Deprem

Toprak ve gök yüzü arasında tüm çıplaklıkta kalan Tanrı’nın kulları…
Afyon’da 3 Şubat’ta meydana gelen deprem’den sonra ilk kez kar ve yağmur yağışı başladı. Sabahın erken saatlerinde başlayan yağış yüzünden, deprem zevelerin büyük bölümü, su geçirmeyen çadırlarından dışarıya çıkamadı.
Deprem zeveler, „Hava sıcakları düştü. Çocuklarımızın üşüterek hasta olmasından korkuyoruz.“ diyerek endişelerini dile getirdiler.
Istanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, olası bir depremde İstanbul’da tamamen çökecek ve ağır hasarı görecek binalar için hazırladıkları takviye projesine 500-600 milyon dolar kredi sağlamak için yurt dışındaki finans çevreleriyle görüştüklerini söyledi.
Elimizden birşey gelmese bile, en azından Tanrıya sizler için duacıyız ve sizlere büyük sabır dilemekteyiz.

İ. SÜLEYMAN

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Bayram

Bayram günlerinde insanların birbirlerini kutlamalarına bayramlaşma denir. Bayramlar, milletçe benimsinin ve özel önemi olan günlerdir. Onun için bu günlerde, manevi birliğimizi, milli bütünlüğümüzü ex güzel şekilde duyar ve yaiarız. Bayramlarda göğüsümüz kabarır, heyecanla dolar, kalplerimiz ise dostluk, sevgi, bağışlama ve yardım hisleriyle dolar, herkesi, özellikle kimsesizleri, hastaları, yoksulları hatırlayıp onları ziyaret etmemize vesile olur. Bu bayramlarda kabir ziyareti yapılır. Dayanışmaya, yardımlaşmaya önem verilir. Dargınlar barışır. Kardeşlik ve dostluk tazelenir.
Geleneklerimize göre, dini bayramlardaki bayramlaşma, bayram namazından sonra camii avlusunda başlar. Orada tanıdık, tanımadık herkes birbirleriyle bayramlaşır. Birlik ve beraberlik, dostluk ve kardeşlik duyguları yenilenmiş olur. Daha sonra eve gelinir. Orada da önce ailenin büyüklerinden başlayarak herkes birbiriyle bayramlaşır. Küçükler büyüklerin ellerini öperler. Küçüklere para ve değer hediyeler verilir. Bayram yamekler topluca yenir. Komşular, akrabalar ve uzak, yakın dostları, arkadaşları ziyaret edilir. Hal-hatır sorulur. Böylebayram süresince, insanlar bayramlaşma yoluyla, kardeşlik, datanışma, birlik, beraberlik, ruhunu bir kere daha canlı şekilde yaşamış olurlar.

Kurban Bayram yine geldi
Uyanın, bize geldi
Ruyalar hiç bitmedi
Bayramımız yine geldi
Alem yine sevinç dolu
Neşeyle, gurur dolu.

Bizim Bayram yine geldi
Aile yine beraberdi
Yılın en güzel anı
RABBİMİZ bizi andı
Alem yine sevinç dolu
Merhamet, inanç dolu.

Yağmur geçti, kar geldi
Soğuk rüzgarlar geldi
Bir de baktım ruya bitti
Okul tatil hepsi bitti

Dört gün dört gece
Hiç durmadan eğlence
Kurban Bayram geldi artık
Biz de kafayı dağıttık

Dört gün çabuk geçti
Bir de baktım hepsi bitti
Dersleri gene bıraktım
Sınıfta gene kaldım

Dayaklar üst üste
Umrumda değil bile
Bayramı iyi geçirdim
Tatilime devem ettim.

Çocuklar, bana bakmayın,
Sözüme kulak asmayın,
Anne, baba dinlemedim
Ondan buralara geldim.

Selma IAIA, Şc. Gen. nr. 33 Constanţa

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Din „cunoştinţele despre limbă“ pe care le-am folosit în şcoala unde îmi desfăşor activitatea, comunic mai jos prin câteva exemple:

1. Părţile unei propoziţii:

„Sonunda oyun başladı“
T O Y
(La sfârşit a început joaca) sau
Joaca a început la sfârşit.
S P C
Subiect predicat complement

  1. Y = yuklem = predicat
    Rolul de predicat îl îndeplineşte îl îndeplineşte verbul „a început“. Dacă vom scoate acest cuvânt din propoziţia de mai sus, atunci propoziţia îşi pierde sensul.
    Predicatul este temelia unei propoziţii.
    Predicatul este partea principală dintr-o propoziţie care exprimă acţiunea, starea, existenţa fenomenului, întâmplării, îndeletnicirii.
  2. Ö = özne = subiect
    Subiectul în acestă propoziţie este „oyun“ = joaca.
    Subiectul – parte principală de propoziţie care arată despre cine sau despre ce se vorbeşte în propoziţia respectivă.
  3. T = tümleç = complement determină predicatul „a început“, indică timpul în care se desfăşoară acţiunea începută de subiect.
    Complement vine de la verbul „a completa“, completează acţiunea predicatului.
    Complementul – parte secundară de propoziţie care determină predicatul şi se află cu una din întrebările: când, unde, cum, de unde, până unde, la cine, la ce? …

Temă: (încercări la care i-am supus pe elevii mei)

Alte exemple: „Türk Osman a venit pentru prima dată în sat, cu 28 de ani în urmă în uniforma sa de căpitan“.

Părţile propoziţiei:

  1. Yuklem = predicatul: ce a făcut? „a venit“ este predicatul
  2. Ozne = subiectul: cine? „Türk Osman“
  3. Tumleçler = complemente
  1. complement de loc: unde a venit? – în sat
  2. complement de timp: când a venit? – cu 8 ani în urmă
  3. complement de mod: pentru a câta oară? – pentru prima oară
  4. în ce a venit? – în uniforma de căpitan

Găsiţi părţile principale şi secundare din propoziţiile de mai jos:
Turk Osman nu a făcut nimic din toate acestea.
Căpitanul Osman s-a retras din societate.
El niciodată nu a rămas fără muncă.

Cunoştinţe de limbă:

Accentul în limba turcă

„Nils, iată atunci a înţeles totul“.
Dacă o silabă dintr-un cuvânt sau un cuvânt dintr-o propoziţie este rostit mai accentuat, mai pronunţat în comparaţie cu celelalte. În propoziţia de mai sus, cuvintele
Zaman = atunci, anladı = a înţeles, în cuvântul „zaman“ accentul cade pe silaba „man“ iar în cuvântul „anladı“ pe silaba „dı“.
Accentul = pronunţarea mai accentuată (apăsată) a unui cuvânt dintr-o propoziţie sau a unei silabe dintr-un cuvânt.
Accentul nu este remarcat în scris, ci când se citeşte, este scos în evidenţă prin rostirea sunetelor mai accentuat de restul sunetelor.

Temă: în propoziţiile de mai jos, pe măsură ce accentul se schimbă, remarcaţi în ce sens se modifică şi sensul propoziţiilor:

  1. Iată, a înţeles Nils atunci totul.
  2. Iată, atunci, Nils a înţeles totul.
  3. Nils, iată, atunci a înţeles totul.

Atenţie: – în limba turcă, cuvintele se citesc aşa cum se scriu, se scriu aşa cum se rostesc. Multe limbi dintre cele internaţionale nu sunt la fel, se scriu într-un fel şi se citesc altfel. Noi nu putem învăţa toate limbile străine dintr-o dată.

  1. În limbile străine, care folosesc alfabetul latin ca şi noi, substantivele proprii se scriu aşa cum sunt ele, originale, cum se pot ele rosti ar trebui să le învăţăm individual.
  2. Denumirile din limbile străine care nu folosesc alfabetul latin, trebuie să le scriem aşa cum se rostesc ele în limba turcă.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

PROBLEMA COLONIZĂRII TURCILOR SELGIUCIZI ÎN DOBROGEA SECOLULUI AL XIII-LEA

Există regini geografice care dobândesc, în cursul evoluţiei omenirii, semnificaţia şi valoarea de regiuni istorice. Dobrogea este una dintre ele, atât din punct de vedere geografic, cât şi istoric.
Fiind un asemenea pod care leagă nordul cu sudul Europei şi estul cu vestul, aici s-au fixat numeroase elemente etnice care au traversat-o în cursul secoleleor şi chiar a mileniilor. Ne vom opri, de această dată, asupra popoarelor turceşti şi, mai precis, preotomane, asupra selgiucizior, care au ajuns să se contopească şi ei cu băştinaşii acestei regiuni.
S-a pus, începând din secolul al XIX-lea, problema Anatoliei, adică a sultanatului selgiucizilor de Rum având capitala la Konya (Iconium) şi fixarea lor (a selgiucizilor) pe teritoriul viitoarei Dobrogea, în secolul al XIII-lea, cu aprobarea şi sprijinul bizantinilor. Această „colonizare“ a teritoriului cuprins între Dunărea inferioară, din punctul unde ea se întoarce spre nord, la Silistra, şi Marea Neagră, a primit, în general, asentimentul istoricilor specialişti, deşi s-au pronunţat şi opinii contrare sau s-a aruncat vălul tăcerii în privinţa stabilirii turcilor în aceste locuri anterior celor care s-au stabilit aici definitiv începând cu prima parte a secolului al XV-lea, adică turcii otomani.
Pentru a clarifica această problemă comună a istoriei turceşti, româneşti şi bulgare şi de asemenea a Hoardei de Aur din Deşt-I Kîpçak, am reunit aici, pentru prima dată, textele ce au legătură cu aceste fapte care s-au desfăşurat în secolul al XIII-lea şi cu repercursiuni în secolele ulterioare.

I.

În primul rând din lucrarea rămasă integral inedită, intitulată Tarih-I al-I Selcuk, a lui Zayıcıoğlu Ali, scrisă în timpul sultanului Murad al II-lea (1421-1451) şi dedicată lui.
Potrivit cronogramei de la sfârşitul lucrării, dezlegată de Herbert W. Duda, această amplîă istorie a selgiucizilor de la Rum a fost terminată în anul 827 al hegirei. Se cunosc două manuscrise ale Tarih-I al-I Selcuk, numite adesea şi Oguzname:

  1. Istanbul, Topkapi Sarayı, Revan Köşkü nr. 1390/91
  2. Berlin, Preussische Staatsbibliothek, Ms. Orient Quart 1823.

M. Th. Houtsma a publicat după cele două manuscrise incomplete de la Leyden şi Paris o parte, întreaga primă jumătate aproape, în Recueil de textes relatifs a l’histoire des Seldjoucides, vol. III: Histoire des Seldjoucides d’Asie Mineure d’apres Ibn. Bibi, texte turceşti, Lezden, 1902, XVI + 308 p. Houtsma, care nu cunoştea cele două manuscrise complete de la Istanbul şi Berlin, nu a identificat autorul.
Yazıcıoğlu Ali se inspiră din abundenţă sau chiar traduce în turceşte din vestita Cami’üt-tevarih a lui Fazl ol-lah Rasid od-Din, din istoria lui Ravendi şi, în sfârşit, face o traducere parafrazată din istoria selgiucizilor de la Rum, de Ibn Bibi; el îşi încheie lucrarea cu moartea hanului Ebu Said Bahadir (1335).
Am citat un fragmentdin Tarih-I al-I Selcuk, în articolul Dubruca din Islam Ansiklopedisi, vol. III (Cabala+Dvin), Istanbul, 1945, p. 632. Trebuie să spunem aici că, în prezent, suntem îndatoraţi lecturii unui microfilm al acestei lucrări, al manuscrisului de la Revan Koşku, adus la Bucureşti, la Arhivele Statului, care conţine din acesta numai câteva fragmente, n-am avut în faţa ochilor manuscrisul complet. Totuşi, fragmentele privind subiectul nostru au fost microfilmate. Şi iată textul:
„Çün Sultan İzzedin Han hizmetinden müraca’at kıldı ve bir müddet seferler meşakkati“ (Deoarece sultanul Izzedin Han s-a întors de la slujba lui şi un timp campaniile au fost în strâmtoare…)
Apoi, Yazıcıoğlu Ali descrie certurile dintre cei doi fraţi sultani, Izzedin Keykavus şi Rukneddin Kilic Arslan, al doile fiind sprijinit de mongolii lui Hulagu Han, în continuare fuga lui Izzedin la Antalza, unde el pierdu speranţa de a putea recuceri tronul.
Sultanul Izzedin s-a dus de la Antalya la Constantinopol, cu copiii săi, cu familia sa şi cu mama sa. El a fost foarte bine primit de basileu.
Comandantul suprem al oştii sultanului, Ali Bahadir, rămas în Anatolia după ce a încercat să recucerească teritoriile lor, învins, s-a refugiat tot la Constantinopol, la împărat, cerând loc şi ţară. Fasilevs le-a dat ca loc şi patrie ţinutul Dobrogea, care este un colţ bun, cu apa şi aerul purtători de sănătate şi frumuseţe. Au înştiinţat pe ascuns corturile turceşti din Anatolia, care le aparţineau. Sub pretextul iernatecului, acestea au coborât la Iznik şi în scurt timp au trecut prin Uskudar multe case turceşti. Răposatul fără prihană Saru Saltuk a trecut împreună cu ei. Multă vreme în ţinutul Dobrogea au existat două-trei oraşe musulmane şi 30-40 grupuri de corturi turceşti.
„Prin voinţa lui Allah, fratele sultanului a trimis veste tocmai hanului din Deşt, Berke Han, rugându-l „scapă-l pe fratele meu“. Şi hanul Crimeii a trimis o mare oaste. Întâmplător, în acel an a fost o iarnă aspră. Apele Dunării au îngheţat. Oastea lui Berke Han trecând pe gheaţă, l-a scos pe sultan din temniţa acelei cetăţi şi l-a eliberat. De asemenea, Berke Han venind în urma lor cu o oaste şi mai numeroasă, a împresurat Istanbulul; l-a făcut pe tekfur să se încline, apoi a făcut pace. Şi oastea tătară l-a adus pe sultan în slujba lui Berke Han. Onorându-l şi respectându-l în mod deosebit, hanul l-a consolat; a băut în numeroase rânduri cupe pline cu kımız şi kımrân, şi l-a respectat aşa cum trebuia.
Şi luând acele case nomade turceşti şi pe Saru Saltuk i-a dus în Deşt; i-a dat lui ca timar, Solcad şi Suğdak, iar populaţiei sale i-a dat loc şi patrie“.
Mama sultanului Izzeddin, „Ana Hatun“, a murit într-un accident. „Fasilevs Kara Verya ulu kardaşına verdi, kiçi kardaşı katına getürdi. Çun Sultan İzzeddin anası va’kasını ve iki oğlancıkları Fasilevs katında esir kaldıkların işitdi, ol hasretde gece ve gündüz ah idüb, nakam ve namüradlık eyyamina sabr etdi ve alem-i gaybetden bu şiddete bir ferc ola deyü umardı“.
„Sonra Berke Han Kırımun sultanlığın dahi verdi. Çok müddet Kırımdan Kara Boğdan iline değin müslümanlığdı. Kara Boğdanda dahi adına mescidi durur. Kafirler içine domuz koyarlarmış fi’l-cümle.“
„Sultan İzzeddinün hatimeti ve nihayeti ki girdiş-i gerdun dun-i perverdin anun haline ol azabında ne vaki oldı mevzu’atda takrır oluna.“

Aurel Decei
rubrică realizată de SÜLEYMAN İLMİYA

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Program de Guvernare pe perioada 2001-2004

PREGĂTIREA ROMÂNIEI PENTRU ADERAREA LA UNIUNEA EUROPEANĂ

Guvernul României va acţiona, cu determinare maximă, pentru pregătirea aderării, prioritate de prim rang pentru activitatea tuturor ministerelor şi organismelor guvernamentale.
Intensificarea dinamicii procesului de pregătire pentru îndeplinirea criteriilor economice se va realiza în concordanţă cu “Strategia naţională de dezvoltare a României pe termen mediu” şi cu programele de preaderare prin care se asigură coordonarea de ansamblu şi pe sectoare a politicilor, obiectivelor şi măsurilor necesare.
Acţiunile ce se vor desfăşura în acest domeniu iau în considerare concluziile recentelor dezbateri ale Parlamentului European pe marginea Raportului privind progresele înregistrate de România, în anii 1999 şi 2000, în care sunt menţionate ca principale nerealizări:

Guvernul va acţiona pentru eliminarea acestor deficienţe şi pentru accelerarea procesului de negociere în vederea aderării, într-un timp rezonabil, la Uniunea Europeană. În acest scop, se vor urmări:

  1. consolidarea gradului de îndeplinire a criteriilor politice potrivit cerinţelor Uniunii Europene, cu deosebire a celor referitoare la standardele umanitare în sensul aplicării unor strategii de protejare a copiilor defavorizaţi; integrarea cetăţenilor minoritari, îndeosebi a rromilor, în viaţa social-economică şi culturală a ţării, combaterea oricăror forme de extremism, şovinism şi xenofobie;
  2. coordonarea întregii acţiuni de pregătire a aderării la Uniunea Europeană, de implementare a principiilor referitoare la drepturile fundamentale stabilite în cadrul Uniunii Europene prin Ministerul Integrării Europene, ca autoritate guvernamentală care va asigura:
    • pregătirea corespunzătoare a negocierilor, prin întocmirea riguroasă a dosarelor de fundamentare şi a documentelor de poziţie; evaluarea temeinică a problemelor proprii fiecărui capitol de negociere; creşterea numărului capitolelor care vor fi deschise pentru negociere în perioada următoare;
    • evaluarea şi monitorizarea stadiului de pregătire a fiecărui capitol, atât din punct de vedere al transpunerii şi aplicării acquis-ului comunitar, cât şi din cel al reformelor economice şi capacităţii instituţionale, în vederea continuării şi accelerării procesului de negociere;
    • monitorizarea programelor de dezvoltare în vederea pregătirii pentru aderare, în principal a Programului Naţional de Aderare a României la U.E.;
    • asigurarea corelaţiei dintre programele naţionale sectoriale de dezvoltare şi politicile comunitare în domeniu;
    • realizarea priorităţilor din Parteneriatul pentru Aderare în corelaţie cu evaluările din Rapoartele anuale ale Comisiei Europene;
    • asigurarea cadrului legislativ pentru funcţionarea mecanismului intern de coordonare a procesului de pregătire a aderării României la Uniunea Europeană;
    • urmărirea unei bune pregătiri a integrării României în Uniunea Europeană atât la nivelul administraţiei publice centrale, cât şi prin promovarea unor proiecte în care să fie tot mai mult implicate autorităţile administraţiei locale;
    • îmbunătăţirea cadrului juridic şi instituţional în vederea implementării şi monitorizării programului PHARE şi a instrumentelor financiare prestructurale ISPA (infrastructură şi mediu înconjurător) şi SAPARD (agricultură şi dezvoltare rurală);
  3. adoptarea cu prioritate, de către Parlament, a legilor vizând armonizarea cu legislaţia europeană;
  4. folosirea transparentă şi eficientă a fondurilor nerambursabile provenite de la U.E. şi Grupul celor 24;
  5. informarea corectă a opiniei publice, autorităţilor administraţiei publice centrale şi locale, altor instituţii, asociaţii, organizaţii implicate în procesul de negociere a aderării României la Uniunea Europeană despre stadiul şi rezultatele etapelor de negociere desfăşurate, despre avantajele şi costurile aderării la Uniunea Europeană;
  6. elaborarea, împreună cu Comisia Europeană, a unei strategii de imagine a României în ţările membre ale Uniunii Europene, de natură să accelereze procesul de negociere pentru aderare la Uniune;
  7. obţinerea deciziei Consiliului Ministerial al Uniunii Europene privind eliminarea în 2001 a obligativităţii vizelor pentru cetăţenii români care doresc să călătorească în ţările membre ale U.E.;
  8. elaborarea unui program naţional de pregătire a tinerilor specialişti în domeniul afacerilor europene.

Guvernul României se va raporta, în mod constant, la documentele Consiliului European de la Nisa din decembrie 2000, şi anume: “Carta Drepturilor Fundamentale”, “Agenda Socială Europeană”, “Declaraţia asupra viitorului Uniunii Europene”, pentru a asigura convergenţa acţiunilor de pregătire pentru aderare cu deciziile forurilor europene.
Dat fiind faptul că, o dată cu Tratatul de la Nisa, extinderea Uniunii Europene a căpătat o dimensiune temporală prin stabilirea anului 2003 pentru primirea primelor ţări candidate, Guvernul îşi va intensifica eforturile, în prima parte a anului 2001, pentru a răspunde corespunzător evaluărilor ce vor avea loc în martie şi, respectiv, iunie la Consiliile Europene de la Stockolm şi Göteborg privind situaţia politică, economică şi socială din ţările candidate, în contextul strategiei de extindere a Uniunii Europene.
Punerea în aplicare a Programului de guvernare pe perioada 2001-2004 creează condiţii pentru îmbunătăţirea substanţială a stării economice şi sociale din România, prin transformarea societăţii româneşti într-un adevărat stat de drept, bazat pe libertate, justiţie socială, dreptate şi solidaritate, în cadrul unei democraţii sociale moderne şi al unei economii de piaţă bine structurate şi funcţionale.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

română / türkçe: · română ·
türkçe
ediţia / autorul: · ediţia ·
autorul
alegeţi:
revista tipărită:
Februarie 2002
legături: