♦ Cuprins ♦ İçindekiler ♦ Contents ♦


30 Ağustos Zafer Bayramı

Zafer Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayramıdır. Her yıl 30 Ağustos günü kutlanır. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.
23 Ağustos – 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Savaşı'yla Yunan orduları gerilemek zorunda kaldı. Bu uzun zamandır Türk ordularının elde ettiği ilk başarıdır. TBMM tarafından Sakarya Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal'e mareşal ve gazi unvanları verildi. Tarihin bu dönüm noktasından sonra Yunan ordularının topraktan atılma kararı alınır. Sad planı adı verilen tarrruz planı ocak ve nisan aylarında iki kez ertelenir. Tarruzun hazırlıkları tam anlamıyla ağustos ayında tamamlanır. Batı cephesinin kuzeyindeki ve güney cephesindeki Türk birlikleri, büyük bir gizlilik içinde Kocatepe bölgesine kaydırıldı. İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane gizlice Anadolu topraklarına getirtildi. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silahlar satın alındı. Orduya taarruz eğitimi yaptırıldı. Gazi Mustafa Kemal'in başkomutanlığını yaptığı Türk ordusu, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir kaç saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis'te vardı. Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.
Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan, İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden temizlenmiş oldu.
Zafer Bayramımız hepimize hayırlı olsun!

Ervin İbraim

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Festival Istoric şi Academic „În numele trandafirului“

Festivalul istoric şi academic „În numele Trandafirului“, o manifestare unică în România, unde au fost prezentate uniforme militare din secolul I până astăzi, reconstituiri ale luptelor dintre romani şi turci şi multe alte surprize s-a desfăşurat în cetatea Râşnovului, în perioada 28-30 august 2009.
Evenimentul a fost organizat de Primăria oraşului Râşnov şi Asociaţia „Dorobanţi“ din Bucureşti, ca partener asociat.
„Este primul festival de acest gen din ţară. Până acum nu s-a mai facut aşa ceva şi ne bucurăm că vor participa trupe atât din Romania, cât şi din străinătate“, a declarat primarul Braşovului, Adrian Vestea.
Vineri la ora 19.00 a avut loc deschiderea oficială a Festivalului în prezenţa grupurilor istorice adunate în piaţa centrală a oraşului Râşnov, dispuse în ordinea cronologică a epocilor istorice pe care le reprezintă.
De asemenea, au avut loc prezentări ale costumelor de epocă, arme, demonstraţii de luptă, de folosire a armamentului din dotare, de instrucţie de front şi altele de acest gen.
La acest festival au participat peste 100 de invitaţi din mai multe tări, dar şi din Romania.
Tarabostes şi comaţi, centurioni şi legionari, spahii, mercenari de secol XVII sau militari din secolul XIX ori din Primul Război Mondial s-au întâlnit la Râşnov.
În cele trei zile ale festivalului de la Râşnov, câteva mii de vizitatori ai cetăţii au putut vedea arme şi uniforme specifice armatelor reprezentate în festival, dar şi reconstituiri de scene de luptă ori instrucţie. „Până acum, evenimentele din România s-au axat mai puţin pe adevărul istoric şi mai mult pe spectacol. Am dorit să organizăm, pentru prima dată în ţară, o lecţie vie de istorie, în care să primeze adevărul istoric”, a spus directorul Direcţiei de cultură a Primăriei Râşnov, Nicolae Pepene.
Cele opt grupuri de „recreare a istoriei” din ţară şi străinătate, îmbrăcaţi în costume apropiate de cele originale atât ca aspect, cât şi ca tehnică de fabricaţie, au avut mai multe runde de demonstraţii, iar în afara spectacolului, publicul participant a putut să tragă cu arcul sau cu arbaleta ori să se pozeze în costumele militare din recuzita festivalului.
Ansamblul folcloric Delikanlılar a dat culoare şi antren spectacolelor folclorice ce s-au derulat în fiecare seară în centrul oraşului. A fost o reprezentaţie inedită pentru spectatori. Într-un spectatol de sunet şi culoare, membrii ansamblului au încheiat ultima seară, după care toţi participanţii au plecat din centru, la lumina torţelor.
Pentru ca reprezentaţia turcilor în Râşnov să fie completă nu putea lipsi şi o expoziţie de unde nu au lipsit revistele, cărţile şi broşurile editate de uniunea noastră, precum şi celebrele produse culinare tradiţionale turceşti: baclavale, sarailii, pide, kobete.

Minever Omer

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

UDTR, prezenţă notabilă la Târgul Gaudeamus

Staţiunea Mamaia a găzduit pentru prima oară la sfârşitul lunii august, Târgul de Carte Gaudeamus. Manifestarea a fost organizată de Societatea Română de Radiodifuziune, Echipa Gaudeamus şi Radio Constanţa.
Pentru prima dată în istoria existenţei târgului, organizatorii au oferit în acest an o atenţie deosebită cărţilor editate de organizaţiile minorităţilor naţionale din România, dând astfel evenimentului nu numai o conotaţie multiculturală sub aspectul diversităţii numelor de autori ci şi una interetnică, datorată reprezentanţilor comunităţilor etnice.
În deschiderea manifestării, Selmin Arif şi Fatih Osman au oferit participanţilor la târg informaţii despre comunitatea turcă din Dobrogea dar şi despre UDTR, despre cele mai importante evenimente culturale pe care uniunea le-a derulat în acest an. Cei doi tineri au prezentat şi revista Hakses, publicaţie bilingvă, editată lunar de Uniunea Democrată Turcă din România.
Uniunea Democrată Turcă din România a lansat în cadrul Târgului Gaudeamus cartea „Să învăţăm limba turcă” aparţinând doamnei Emel Emin, un curs practic pentru cei care doresc să desluşească tainele limbii dar şi pentru cei ce vor să-şi perfecţioneze cunoştinţele deja acumulate. Ziua lansării cărţii a coincis cu prima zi de Ramazan, o zi cu profunde semnificaţii pentru etnicii turci din România precum şi pentru musulmanii de pretutindeni.
În cadrul Târgului de Carte Gaudeamus de la Mamaia au mai fost lansate cărţi editate de organizaţiile aparţinând comunităţilor: tătare, armene, germane dar şi aromâne.

Sorina Asan

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Diyanet İşleri Başkanı Romanya'da

Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, iki günlük bir ziyaret için Romanya’ya geldi. Bardakoğlu cuma namazını kıldığı Bükreş Camiinde birlik beraberlik çağırısında bulunup müslümanların kimliklerine sahip çıkmalarını istedi.
Balkanlardaki diğer müftülerin de katıldığı cuma namazı öncesi halka vaaz eden Bardakoğlu, Balkanlarda gördüğü hoşgörü iklimine övgüde bulunarak, müslüman cemaatten kimliklerini korumalarını talep etti. Özellikle aile yapısına ehemmiyet verilmesi üzerinde duran Başkan Bardakoğlu, ‘Aile yapımıza sahip çıkalım. Çocuklarımıza kimlik şuuru verelim. Onlara dinimizi ve kültürümüzü öğretelim.’ şeklinde konuştu. Romanya Müftüsü Yusuf Murat’ın kıldırdığı Cuma namazının ardından Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, cemaatle tek tek tokalaştı.

İSLAMI UZLAŞMACI YÖNÜNÜ TEMSİL EDİYORUZ

Bardakoğlu, Bükreş’teki temasları çerçevesinde Romanya Kültür ve Din İşleri Bakanı Theodor Paleologu ile de görüştü. Ziyaretinde Türkiye’nin din ve devlet işlerini ayıran yapısından bahseden Bardakoğlu, diyanet kurumu olarak islamın uzlaşmacı ve demokratik karakterini ortaya koymaya gayret ettiklerini dile getirdi. Bardakoğlu, ziyarette Romanya’daki din özgürlüğüne övgüde bulundu.
Geçtiğimiz ay gerçekleştirdiği Türkiye gezisinden duyduğu memnuniyeti anlatarak söze başlayan Romen Kültür Bakanı Paleologu ise, İstanbul’un 2010 yılında dünya kültür başkenti olacağına atıfta bulunarak kültürel alanda daha çok işbirliğinin mümkün olduğu üzerinde durdu. Bardakoğlu-Paleologu görüşmesi daha sonra basına kapalı olarak devam etti.

İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ OLMADAN BARIŞ OLMAZ

Bükreş temasları çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu Romanya Patriği Aziz Daniel’i makamında ziyaret etti. Görüşmesinde Romanya’da şahit olduğu hoşgörü ve barış ortamından çok etkilendiğini dile getiren Bardakoğlu, “Romanya inanç özgürlüğünün doyasıya yaşandığı bir ülke. Zaten inanç özgürlüğü olmadan barış olmaz.” tespitinde bulundu. Patrik Daniel’i Türkiye’ye davet eden Bardakoğlu, ‘İki ülke sahip olduğu tarihi güzelliklerle açık hava müzesine benziyor. Bu özellik ilişkilerimizin daha da gelişeceğini gösteriyor.’ dedi.
Konuşmasına Türkçe ‘Teşekkür ederim’ sözleriyle başlayan Romanyat Patirği Daniel ise, ‘Bütün din adamlarının görevi insanlara barışı getirmektir. Bu barış Romanya’da ve özellikle Dobruca’da kendini fazlasıyla göstermektedir. Sadece dina damları arasında değil, halk arasında da bu barış atmosferi mevcuttur.’ değerlendirmesinde bulundu. Dobruca bölgesindeki geleneksel müslümanlığa saygı duyduklarını anlatan Daniel, ‘Biz bu atmosferi korumak istiyoruz. Türkiye’den bu atmosferin ve gelenkesel islamın yaşatılmasında destek olmasını bekliyoruz. Dobruca’daki Türk toplumuna destek veriniz. Onların geleneksel müslümanlığına beraber sahip çıkalım.’ teklifinde bulundu.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Romanya ziyareti çerçevesinde Bükreş’teki Türk şehitliğini de ziyaret etti. Şehitliğe gelişinde askeri ataşe Kurmay Albay Mehmet Tural tarafından karşılanan Bardakoğlu’na Bükreş Büyükelçisi Ayşe Sinirlioğlu da eşlik etti. Şehitlik hakkında bilgi alan Bardakoğlu, şehitlik anıtına çelenk koyarak dua okudu. Daha sonra şeref defterini imzalayan Bardakoğlu, şehitlikteki tertip ve düzene övgüde bulunup şunları söyledi: ‘Müslümanı ve Hristiyanı ile Osmanlının geniş ve kucaklayıcı ufkunu anlatan şehitliğimiz, hem değerlerimize bağlılığın hem de vefakarlığın ve kadirşinaslığın en güzel nümunesidir. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün aziz şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyor; Cenabı Mevla’dan rahmet ve mağfiretini niyaz ediyorum.”

Serin Türkoğlu

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Eski Ankara Evleri

Kale kapısından giriyoruz. Iki üç katlı, tokmaklı ve ahşap kapalı evler, daracık sokaklar etrafına dizilmiş. Bahçelerde, kapı önunde sohbet eden kadınlar var. Bu, henüz komşuluk ilişkilerinin bitmediğini gösteriyor. Çocuklar sokaklarda, artık gördüğümüzde hatırladığımız oyunlardan birdir birler, uzun eşekler ve köşe kapmacalar oynuyor.
Dik yamaçlar üzerinde bir kartal yuvası izlenimi bırakan Ankara Kalesi’nin savunmaya elverişli özelliği, tarihi gelişimi boyunca yerleşim yeri olmasını sağlamıştır.
Tarihleri 17. yüzyıla kadar uzanan eski Ankara evleri, sur duvarları ile çevrilmiş dar ve dik bir alanda gelişmek zorunda kalmıştır. Bu sebeple planlarında az yerden çok faydalanma ilkesi hakimdir.
Bunlar iki veya üç katlı, ahşap, kerpiç ve tuğlandan yapılmış evlerdir. Alt kat planları, arazinin bozukluğu sebebiyle düzgün değildir. Fakat bu düzensizlik, üst katlar için geçerli olmamıştır. Çünkü sokağa doğru cumba tipindeki çıkıntılarla bu bölümler düzgün bir plana kavuşturulmuştur.
Ankara’nın iklim özelliği de evlerin biçimlenmesinde önemli rol oynamıştır. Isı değişimine göre kullanım farklılaşmıştır. Kalın duvarlı, küçük pencereli alt katlar genellikle kışın; ince duvarlı, havadar üst katlar ise yazın kullanılmıştır. Yine iklime bağlı olarak gelişen geniş saçaklar ve cihannüma denilen yazlık odalar da Ankara evleri için belirleyici özellik olmuştur.
Evlere giriş, avlu veya bahçeden sağlanır. Alt katlardan üst katlara geçişte ahşap merdivenler kullanılır. Bütün Türk evlerinde olduğu gibi Ankara evlerinin de biraz özelliği sofaya açılan odalardır. Içinde yaşayanların her türlü ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenen bu odalar, ev içinde ev gibidir. Duvarlarda gömme dolaplar, yüklük ve banyolar, pencere önlerinde hem yatma hem de oturma imkanı sağlayan sedirlerle, oda içinde fazlalıklar kaldırılmış, rahat ve huzur dolu bir ortam yaratılmıştır.
Malzeme olarak kullanılan ağaç, süslemede rol oynamıştır. Özellikle tavanlarda ahşap çıtalarla geometrik kompozisyonlar oluşturulmuştur. Baklava dilimi şeklindeki göbekler ise en zengin süslemenin yer aldığı bölümler olarak göze çarpar. Ahşap üstüne yapılan boyamalarda sarı, kiremit kırmızısı, yeşil ve krem rengi yoğun olarak kullanılmıştır. Boyanın içinde karıştırılan balmumu, zamk ve bal gibi maddelerle renklerde şeffaflık ve kalıcılık sağlanmıştır. Ankara evlerinde, elma, nar, armut vb. meyveler, vazodan çıkan gül ve karanfil gibi çiçek demetleri, tabaklar içinde meyveler ve ağaç motifleri yaygındır.
Eski Türk evleri, çağdaş mimarinin gerektirdiği bütün özelliklere sahiptir. Tabiata uygunluk, tutumluluk, iç ve dış mimarinin uyumu, çevreye ve insana saygı günümüz mimarisinin bile ulaşmadığı noktalardadır. Bu zengin kültür mirasımızın korunması, yaşatılması, tanıtılması ve gelecek nesillere aktarılması için yapılan çalışmalara Ankara Kalesi de eklenmiştir. „Kale ve Çevresini Koruma, Geliştirme Projesi“ çerçevesinde kalenin sur ve duvarları, mahallı özelliğe sahip evlerle birlikte korunacak, restore edilecek ve turizme kazandırılacaktır.
Dileğimiz; mimari estetikten yoksun çarpın kentleşmenin tarihi değerlerimizi yok etmesine daha fazla izin verilmemesi.

Pınar Yetimoğlu

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Semnificaţia lunii Ramazan – Dialog între musulmanii din SUA şi cei din România

Centrul Cultural American şi American Corner Constanţa au organizat pe 20 august o videoconferinţă ce a avut ca temă: „Semnificaţia lunii Ramadan, o paralelă între pregătirile pentru Ramadan la musulmanii din SUA şi la cei din România”. Evenimentul s-a desfăşurat în parteneriat cu Uniunea Democrată Turcă din România, cu Muftiatul Cultului Musulman şi cu Uniunea Democrată a Tătarilor Turco-Musulmani din România.
Videoconferinţa a fost susţinută de Hind Makki-cadru didactic asociat al American Muslim Civic Leadership Institute, specialist în subiecte legate de dialogul inter-religios şi de dezvoltarea de aptitudini de lideri, la tineri. Discuţiile au fost conduse de Julie O’ Reagan-ataşat cultural al Ambasadei SUA la Bucureşti şi s-au axat în principal pe semnificaţia lunii ramazan pentru musulmanii de pretutindeni. În discursul său Hind Makki a vorbit şi despre componenta multietnică şi multiculturală a comunităţii musulmane din America, despre oportunitatea musulmanilor de a împărţi propriile valori cu prilejul Ramazanului, cu prietenii lor americani. Tânara a mai spus că responsabilitatea de a explica ce este islamul stă pe umerii comunităţii musulmane. Musulmanii americani sunt deschişi dialogului şi mai ales comunicării cu credincioşii altor religii despre valorile islamului.
Tot în cadrul videoconferinţei s-a mai afirmat că populaţia care frecventează lăcaşele de cult musulmane are vârsta cuprinsă între 18 şi 47 de ani iar slujbele se ţin în limba engleză.
Muftiul Cultului Musulamn din România, Iusuf Muurat a intrat în dialog cu Hind Makki şi a oferit informaţii despre comunitatea musulmană din Dobrogea. Totodată, Muurat Iusuf a împărtăşit participanţilor la videoconferinţă experienţa dobândită în SUA după vizita întreprinsă în urmă cu doi ani. La discuţii a participat şi Senia Babaiani, drd. la Universitatea„Ovidius“ din Constanţa care a subliniat că în România comunitatea musulmană deţine o deplină libertate de exprimare şi că în Dobrogea nu au existat niciodată diferende pe motive religioase.
Uniunea Democrată Turcă din România a fost reprezentată la video conferinţă de profesorul Ervin Ibraim, secretar general al uniunii şi director al Radio T. Ervin Ibraim a beneficiat şi el de un stagiu de perfecţionare în Statele Unite în cadrul programului „Edward Murrow” pentru jurnaliştii din afara graniţelor.
La videoconferinţă a participat şi ataşatul de cult islamic din cadrul Consulatului General al Republicii Turcia la Constanţa, İsmail Özkan.

Sorina Asan

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Festivalul Internaţional „Peştişorul de aur” – Tulcea

Tulcea, oraşul de la malul Dunării s-a îmbrăcat în sărbătoare în perioada 7-11 august 2009, fiind gazda celei de-a XVII ediţie a Festivalului Internaţional de Folclor pentru Copii „Petişorul de aur”. Intrat în tradiţie acest festival a reunit şi în acest an ansambluri folclorice din ţară şi străinătate de mare valoare. România a fost reprezentată de ansamblurile „Zarandul“ din Arad, „Muscel Plai cu Dor“ din Câmpulung, „Mugurelul“ din Costeşti“, „Lioara“ din Oradea, „Păuniţa“ din Sângeorz-Băi, „Vişeul“ din Vişeu, „Mureşul“ din Târgu-Mureş, ansamblul „Flori de Măr“ din Curtişoara, „Balada Dornelor“ din Vatra Dornei, fanfara „Rotaria“ din Iaşi şi ansamblurile „Doruleţul“ din Tulcea, „Plai de dor“ din Niculiţel, „Nuferii Deltei“ din Nufărul şi „Dor“ din Sarighiol de Deal.
De asemenea, au fost invitate ansamblurile „Aleqpol“ din Erevan-Armenia, „Trakiyche“ din Sliven-Bulgaria, „Vasilitzia“ din Larnaca-Cipru, „Meraklides“ din Agrinio-Grecia, „Koco Racin“ din Scopje-Macedonia, „Radost“ din Caklov-Slovacia şi Grupul de dans folcloric „Kocaeli“ din Kocaeli-Turcia.
Piaţa civică a oraşului Tulcea, a fost ticsită de oameni pe perioda festivalului. Înalta ţinută a formaţiilor participante a pus juriul în dificultate, astfel a fost apreciată valoare artistică a dansurilor, a tablourilor coregrafice, ţinuta scenică, aspectul şi autenticitatea costumelor populare reprezentative pentru ţările participante şi pentru zonele folclorice. Locul I a fost obţinut de grupul folcloric ”Kocaeli”-Turcia. Participanţii la festival au avut ocazia să viziteze locurile istorice din zonă precum-Babadagul, Murighiolul.

Tulcea – Altın Balık Festivalı

Geçtiğimiz günlerde güzel bir olaya tanıklık ettik. Her yıl Tulcea ilçemizin Milli Eğitim Müdürlüğü,Tulcea İl Konseyi, Sanat topluluğu „Baladele Deltei” Tulcea ve Tulcea Çocuk Sarayın’da 7-12 Ağustos 2009 tarihleri arasında düzenlenen ve bu sene onyedincisi yapılan Uluslararası Altın Balık Çocuk ve Gençlik Festivali halk oyunları yarışmasında, birincilik kürsüsüne Türkiye’den katılan foklor ekibi de çıktı. Türkiye adına, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kağıtspor Halk oyunları Ekibi, diğer katılımcı ülkeler olan Kıbrıs Rum Yönetimi katıldı.
Kesimi, Slovakya, Makedonya, Ermenistan, Bulgaristan gibi ülkeler arasından birinciliği kazanırken çoşkuyu, festivali izlemeye gelen Tulcea halkı ile kucaklaşarak kutladı.Amacına uygun olarak her yerde gerçek bir bayram havası yaşatan festival, bu yılki paralosu olan „Yarının barışı bugünün arkadaşlığıyla başlamaktadır” sözüne uygun olarak büyük bir dostluk ve çoşku ile tamamlandı.Romanya’yı kapsıyan katagorideki yarışmada ise ülkenin her yerinden gelen Romen halk oyunları ekipleri bütün marifetlerini sergilediler.Festival komitesi başkanı Prof.Ştefan Coman katılımcı ülkelere teşekkür konuşması yaparak seneye daha görkemli yapacakları 18. festivaline tüm ülkeleri davet etti. Türk Ekibinin Folklor Öğretmeni Murat İskenderoğlu ise kazandıkları birincilikten duydukları sevinci anlatırken, burada yaşayan Türk kardeşlerimizin kendilerine olan büyük desteklerinden dolayı da teşekkür etti.Birinciliği Kazanan Türk ekibi daha sonra Tulcea’dan ayrılırken Atatürk Heykeli, Tulcea Türk Demokrat Birliği şubesi; Tulcea Aziziye Cami ile Babadağı Gazi Ali Paşa Camii ve Türbesini ziyaret ederek Romanyadan ayrıldılar.

Serin Türkoğlu

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Öğretmenler Arasında Diyalog Semineri

Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu davetine cevap vererek 10 -15 auğustos tarihleri arasında, güzel yörelerinden biri olan Balıkesir’in Ayvalık İlçesinde, Türkiye’de türk öğretmenleri eğitim seminerine katıldık. Yeşilin tüm renkleri, mavinin en güzel tonu ve kilometrelerce uzanan altın renkli kumsalı ile yerli ve yabancı turistin Kuzey Ege’deki adresi Sarımsaklı büyülüyor.Dünyaca ünlü Rio sahillerinden daha uzun ve geniş bir alanı kapsayan kumsalın en büyük özelliği kumun vücuda yapışmaması. Akvaryum güzelliğindeki denizi ise o kadar davetkâr ki, kolay kolay karşı koyulmaz.
Romanya Demokrat Türk Birliği tarafindan türk dili öğretmenleri, eğitim komisyonun üyeleri ve Köstence İl Müfettişliğinden müfettişler katıldılar.
Türkiye ve Romanya arasında eğitim alanında karşılıklı işbirliğinde bulunmak, iki ülke öğretmenlerinin buluşup birbirleriyle tanışmalarını ve birbirlerini anlamalarını sağlamak, dostluk ortamı içinde bulunmalarına, tecrübe ve birikimlerini paylaşmalarına katkıda bulunmak amacıyla „Öğretmenler Arasında Diyalog Semineri“ düzenlendi.

Nurcan Ibraim

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

14. Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı

Dünya Türk Gençleri Birliği (DTGB) platformu tarafından organize edilen Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı 10-14 Ağustos 2009 tarihleri arasında gerçekleşiyor. 35 ülke ve çok sayıda gözlemci katılımında Türk dünyası kardeşliği amacında bu yıl da 14.sü ile Kırım ev sahipliğinde düzenleniyor.
Afganistan, Ahıska, Altay, Avrupa, Avustralya, Azerbaycan, Balkarya, Başkurdistan, Batı Trakya, Bayır Bucak, Bulgaristan, Çuvaşistan, Doğu Türkistan, Gagauz Yeri, Hakasya, Hollanda, Karaçay, Kazakistan, Kırgızistan, Kırım, KKTC, Kumuk, Makedonya, Nogay, Romanya, Saha Cumhuriyeti, Sibirya Omsk bölgesi, Şor bölgesi, Tataristan, Teleut, Tuva, Tümen bölgesi, Türk – Ata bölgesi, Türkiye ve Türkmeneli nden gençlerin katılımı ile Yalta’ da kurultay delegeleri toplanacaklar.
Geçmişten Geleceğe Kırım Milli Mücadelesi ve İnsan Hakları sempozyumu ile başlayacak kurultay, Türk Dünyası Genç Yazarlar Birliği ve Türk Dünyası Genç İletişimciler Birliği Kongreleri ile sürecek. Gençler siyaset, ekonomi, kültür-sanat-dil-edebiyat, iletişim, gençlik ve spor komisyonlarında birliğin artması için sorunları ele alacaklar.
Katılımcılara Kırım’ ın tarihi yerleri tanıtılırken, Kırım kültür,sanat ve müziği takdim edilecek. Türk Dünyası yürüyüşü ve Kırım Tatar Milli Meclisi ziyaret edilirken, Meclisi Başkanı ile delegeler buluşacaklar.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

VIZITA DE COMEMORARE DE LA CIMITIRUL ISLAMIC YAYLA

Pe data de 8 august 2009, cu finanţare de la UDTR Constanţa, s-a organizat prima ediţie a vizitei de comemorare de la Cimitirul Islamic Yayla, aflat în satul General Propargescu din comuna Cerna, jud. Tulcea.
Primele două activităţi fiind realizate cu fonduri proprii de către măcineni.
Acţiunea a fost organizată de UDTR filiala Măcin, preşedintă d-na Talip Leman.
Pe lângă filialele din judeţul Tulcea: Babadag, Isaccea, Măcin şi Tulcea au participat şi reprezentanţi ai filialelor Brăila, Galaţi şi Constanţa, D-na Zarife Zodilă (preşedinta filialei) împreună cu (Mustafa ) Tucu Zore de la Brăila şi d-na Abdula Ghiulten preşedinta de la Galaţi.
Din Constanţa, d-na Amet Firdes, născută în localitate, a participat la această comemorare împreună cu familia sa.
D-na Memet Bedria, singura turcoaică care locuieşte în sat, şi urmaşii fratelui său, care trăiesc în localitate au participat şi ei la această comemorare.
Consiliul local Cerna a fost reprezentat de d-nul primar, prof Muşat Nicolae.
D-nul profesor de istorie Corleancă Ioan, care este autorul unei monografii a zonei, a facut o prezentare privind istoria turcilor din zona Horia – General Praporgescu (Ortachioi – Iaila)
Primarul Muşat Nicolae, pe lângă emoţia de a participa, pentru prima dată, la o asemenea comemorare, a dat informaţia că Muftiatul Constanţa deţine în proprietate în comuna Cerna suprafaţa de 5 ha teren arabil. Veniturile obţinute se pot folosi pentru realizarea împrejmuirii cimitirului.
Activitatea de comemorare, conform religiei islamice, s-a realizat de imamii prezenţi la faţa locului, domnii Fahretin Hamcear (Babadag) şi Talip Revan (Măcin), care, împreună cu enoriaşii, au recitat versete din Coran.
După buna tradiţie islamică, şi participanţii la această acţiune au primit alimente, dulciuri, fructe şi sucuri oferite de organizatori.
Fiecare participant a primit câte un pliant de prezentare a localităţilor Iaila şi Homurlar, conform descrierilor din „Marele Dicţionar Geografic al României, 1898-1902, vol. III“, autor coordonator Gh. I. Lahovary.
Persoanele a căror familie îşi au rădăcinile în Iaila au oferit şi ele produse de patiserie, cofetarie şi sucuri.
Nu a lipsit nici apa de la cişmeaua din sat.
Printre participanţi au fost şi doamnele Silistrali Mirem din Măcin ce a trecut de vârsta de 87 ani şi Tairolu Mikerem din Babadag (83 ani),precum şi un mare numar de copii.
După comemorare, activitatea a continuat cu vizita la cişmeaua din sat, unde ne-am răcorit cu apa rece şi foarte bună la gust.
Această sursă de apă are o istorie ce se pierde în negura vremurilor. De sute de ani, apa cu debit constant, în tot cursul anului, curge fără întrerupere, fiind folosită de localnici pentru consumul curent, adăpatul animalelor şi în micile grădini de zarzavat din apropiere.
Dacă vara, apa este rece, iarna ies aburi din ulucele unde se adună apa.
Răcoriţi de apă, ne-am retras la umbra copacilor de la Popasul Căprioara din pădurea Ortachioi.
După cîteva ore petrecute în natură am plecat spre casele noastre cu gandul revenirii în anii următori.
Ce m-a impresionat pe mine este faptul că localnicii îşi pregătesc mormintele pentru această acţiune, când ajungem acolo, în partea unde au fost făcute înhumări în ultimii ani,găsim morminte curăţite de iarbă, pământul mărunţit şi aşteaptă imamul să-i comemoreze separat.

Nagia Memet – Filiala Măcin U.D.T.R.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Festival Intercultural ProEtnica – 2009

A devenit tradiţe ca Uniunea Democrată Turcă din România să participe la Festivalul Intercultural ProEtnica -Sighişoara, festival ce a ajuns la cea de-a 9-a ediţie. De 9 ani Cetatea Sighişoarei devine lăcaşul ce adăposteşte bogăţia culturală a comunităţilor etnice din România. În aceste zile străduţele înguste ale cetăţii medievale au forfotit de coloritul şi diversitatea costumelor folclorice, de turiştii curioşi veniţi din toate colţurile lumii, de glasurile ce îndemneau trecătorii să servească din baclavalele şi sarailile făcute de gospodinele din cadrul filialei Valul lui Traian. Sighişoara este locul unde se adună cele 20 de comunităţi etnice ce aduc cu ei culoare, fiind o dovadă vie a bunei convieţuiri, este locul unde multiculturalitatea, unitatea e la ea acasă. Şi în acest an programul festivalului a fost bogat şi variat conţinând spectacole de muzică, dans, poezie şi teatru, activităţi interactive cu publicul, expoziţii de artă contemporană, standuri, expoziţii culinare, publicaţii. Şi anul acesta în perioada desfăşurării ProEtnica, a apărut revista festivalului „Agora comunităţilor etnice” în patru ediţii cu colaborarea jurnaliştilor proveniţi din rândul comunităţilor. Din partea U.D.T.R a colaborat redactor Omer Minever. Întru-un interviu cu d-nul Volker Reiter organizatorul principal afirma că: ”ProEtnica este un proiect de educaţie culturală care doreşte să sprijine: valorificarea în întreaga societate a culturii comunităţilor etnice din România ca element important cu un potenţial deosebit de creativ al patrimoniului naţional şi european conform moto-ului „Unitate în Diversitate”. Obiectivele ProEtnica 2009 sunt: promovarea obiceiurilor, tradiţiilor şi culturii contemporane a minorităţilor naţionale din România; promovarea dialogului intercultural, toleranţei şi interacţiunii artistice între comunităţile etnice cât şi între acestea şi publicul larg; îmbunătăţirea colaborării între organizaţiile comunităţilor etnice; promovarea multiculturalismului. „Pe scena cetăţii a evoluat formaţia de dansuri Delikanlilar ce a stârnit aplauzele şi admiraţia publicului.

Serin Türkoğlu

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

„Serbările Deltei“

în perioada 14-15 august 2009 s-a desfăşurat în oraşul Sulina a IX-a ediţie a Festivalului Minorităţilor Naţionale „Serbările Deltei“. Acest festival a devenit deja o tradiţie pentru oraşul unde Dunarea se revarsă în Mare, aici reunindu-se în fiecare vară comunităţi etnice din toată ţara.
Anul acesta la festival au participat 13 ansambluri: ansamblul „Dobrogeanca“, ansamblul „Narenler“, ansamblul Cununiţa Verde, ansamblul „Zeiden Tanzgruppe“, ansamblul „Kaynanalar“, ansamblul „Posidonas“, ansamblul Artemis, ansamblul „Suoni Di Primavera“, ansamblul „Hora“, ansamblul „Dor“, ansamblul „Pharalipen“, ansamblul „Cearka“, ansamblul „Rusalka“.
Uniunea Democrată Turcă din România a fost reprezentată de grupul vocal Kaynanalar, al filialei Tulcea, ce a vrăjit publicul cu frumuseţea costumelor şi a cântecelor.
Pe întregul traseu al paradei costumelor şi cântecelor ce a avut loc în cadrul festivalului am fost susţinute de un grup de turişti din Turcia care au cântat şi au dansat împreună cu noi.
Aşa cum era de aşteptat grupul Kaynanalar a fost premiat şi a fost clasat pe locul al III –lea la Festivalul concurs de la Sulina.
Am fost plăcut impresionate de organizarea festivalului şi de primirea de care am avut parte din partea oficialităţilor oraşului.

Iusein Sevidan

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Minyatür ve Gravürlerle Osmanlı İmparatorluğu

Minyatür ve Gravürler, Resim sanatının türleridir. Kendilerine özgü duygu, düşünce ve yaklaşımları, çizim ve teknikleri vardır. Resim sanatının tarihi gelişiminde rol almışlar, etkinlik sağlamışlardır. Farklı coğrafyalarda tarihi varlık alanına çıkmışlar, çeşitli kültür çevrelerini temsil etmişlerdir. Minyatürler renklidir. Gravürler siyah beyazdır. Her iki sanat türünün ortak noktası, satıh sanatı oluşlarıdır. İçinde oluştukları veya ilgilendikleri toplumlumun siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel, askeri hayatlarını ve değindikleri konuların sanat ve estetik güzelliklerini günümüze yansıtmaları benzer özellikleridir. Denilebilirki; bu sanat türleri, geçmişten günümüze ulaşan tarihi belgelerdir. İnsanlık tarihinin kültür kaynaklarıdır.Resim sanatının hazineleridir.
Minyatürler ve minyatür sanatı, Asya kökenlidir.Türk resim sanatının bir türüdür. Türk toplumları tarafından tarihi varlık alanına çıkarılmıştır. Zaman içerisinde Türk İslam toplumlarını, İran ve Mezopotamya ve bölgelerini etkilemiştir.İran, Arap, Hind kültür çevrelerinde yaygınlanmış, degişik üslup özelliklerine sahip olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğunun ilk üçyüz yılı içinde en gelişmiş bir düzeye ulaşmışlardır.
Asya Türk Toplumlarında, resim sanatının ilk örnekleri M.Ö. 10.000-3000 lerde tarihi varlık alanına çıktı.Kaya resimleri, av ve ev eşyaları üzerine çizilen ve işlenen hayvan motifleri, balık sırtı şeklindeki süslemeler ilk örneklerdi. M.Ö. 2000 lerde çeşitli işaretler ve genellikle kartal motifleri resim ve süslemelerin başlıca temalarıydı. Bu dönemde boya üretimi gelişti. Kırmızı boya bulundu. Resimlerde, işlemelerde, kullanılmaya başlandı. Hun impratorluğunda ve özellikle Batı Hun Devletinde, Göktürklerde, Uygurlarda kökeni oymacılık ve süslemeye dayanan resim sanatı gelişti. Bu sanatlara “Bediz”, ustalarına da “Bedizci dendi. M.S. 8.yy. da Uygur freskleri Türk minyatür sanatının ilk örnekleriydi.İslam kültür çevresine giren Türk toplumlarının resim (Minyatüra) sanatı genelde Uygur kültür çevresinden etkilendi. Selçuklular zamanında yaygınlaştı. Yazma eserlerin süslemesinde ve konuların görüntü ile açıklanmasında kullanıldı. Bu sanatla ugraşanlara “Nakkaş” adı verildi. Aynüddevle, Şihabüddin Yavaşi, Hacı el-Mevlevi, Konyalı Ahmed, Anadolu Selçuklu devrinin ünlü nakkaşlarıydı. “Kitab’al Haşa-iş” – “Kitab fimarifet el Hıyal el Hendesiye” – “Yarka ve Gülşah”mesnevisi 12. ve 13. yy dan günümüze gelebilen minyatürlü yazmalardı.
Osmanlı İmparatorluğunun siyasi, sosyal, kültürel, askeri ve teknolojik hayatını, padişahların özelliklerini, zaferlerini, dönemlerinde meydana gelen olayları genel olarak üç grup kaynak belirledi, yazdı ve insanlık tarihine sundu. Bunlar; Naima, Raşit ve Çelebizade Asım gibi vakanüvistler, Aşıkpaşazade, Peçevi ve Katip Çelebi gibi tarihçiler ve Evliya Çelebi gibi seyyahlar, Arifi, Eflatun, Lokman, Ali ve Talikzade gibi şehnamecilerdi. Nakkaşlarda bu yazarların eserlerini, onların anlattıkları veya doğrudan tanık oldukları olayları resimlendirirlerdi. Bu yaklaşımla bir olay, bir durum, bir konu hem tarihci tarafından anlatılmış, hemde ressam (Nakkaş) tarafından görüntülenmiş olurdu. Eserin gerçekle bağlantısı sağlanır, tarihi değeri artardı.Osmanlı Minyatürlerinin en belirgin özelliği ve kendine özgü niteliği, olayların belgelenmesi, Sultanların hayatlarındaki güç ve büyüklüğün sergilenmesi ve toplumun hayat tarzının ortaya çıkarılmasıydı. Açıklanan özellikler, her minyatüre tarihi bir belge değeri kazandırdı. Sanatın özendirilmesi, desteklenmesi, korunması Türk düşüncesinin sonucu ve töreler gereği idi.Osmanlı İmparatorluğunda ise, sanat bir kamu kurumu ve kamu hizmeti olarak kabul edilmiş, Saraya bağlı şekilde örgütlenmişti. “Nakkaşhane” yerli ve yabancı nakkaşların çalıştıkları yerdi. Bir usta veya ustalar grubu yönetiminde bulunan atölyelere ayrılmıştı. Minyatürler nakkaşhanede ekip çalışmasıyla üretilir, ender olarak yaratılan eser ustanın adı ile anılırdı. Türk minyatürleri ruh ve düşünceleri, konu ve teknikleri, renkleri. çizim ve motifleri bakımından diger islam ülkeleri minyatürlerinden ayrılırdı. Anlatım tarzları açık ve gerçekçi idi. Doğa ve insan eli ile yapılan eserleri (mimari gibi) toplumsal olay ve ilişkileri en ince ayrıntılarına kadar ele alıyorlardı. Cografi, tarihi durum ve konuları işlemeleri, haritalardaki topoğrafik stilleri tamamen kendine özgü bir uslup ve sanat yaratmıştı. Minyatür sanatı, imparatorluğun kuruluşundan başlayarak, güç ve gelişmesine paralel olarak çeşitli aşamalardan, evrelerden geçti. Padişahların, yöneticilerin ilgi ve destekleri ölçüsünde yaygınlaştı. Her aşamada özelliklerini korudu. Sinan bey, Matrakçı Nasuh, Nigâri, Nakkaş Osman, Seyyid Lokman, Nakkaş Hasan, Talikzade Subhi Çelebi, Nadiri, Levni, Abdullah Buhari Türk minyatür sanatının şaheserlerini günümüze kadar ulaştıran ünlü ustalardı.

www.kultur.gov.tr

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Osmanlı Mutfağı

Bir zamanlar, Asya’dan Anadolu’ya doğru akan Türk boyları, eski uygarlıkların mayaladığı bu topraklara Uzak Doğu’da oluşan o zengin kültürü büyük bir ustalıkla ve yol boyu, geçtikleri her ülkeden aldıkları malzemeyle zenginleştirerek taşımışlardı. Bu hareket sırasında elbette mutfak kültürüne de gereken yeri vereceklerdi.
“Açları doyurun, çıplakları giydirin, yıkılanları yapın, az halkı çok edin” gibi kutsal öğütlerle yola çıkan göç kafilelerinin yeni vatandaki görevleri kendilerine böylece bildirilmişti.
İşte, yıllar sonra Anadolu ve Rumeli’nde gelişen Osmanlı kültürü ve de bu kültürün önemli bir bölümünü oluşturan mutfak ve yemek töreleri Asya Türklerinin tarihsel birikimiyle birlikte oluştu, gelişti ve ünlendi.
Bu hareketli kültür birikimini yeni vatanda geliştirecek, destekleyecek ve üretkenliğini arttıracak bir çok eleman vardı. Yeni toprak, her şeyden önce üç ayrı denizle çevrilmişti: Karadeniz, Akdeniz, Ege Denizi. Bu üç deniz bütün mal varlıklarını Anadolu göçmenlerinin emrine sunmuştu ve bu üç denize bağlı iki boğaz (Çanakkale ve İstanbul Boğazları) ve de onları birbirine bağlayan Marmara Denizi, bir yandan kendine özgü bereketi ile bir yandan da Anadolu’da, dört mevsimi birarada yaşamanın özellikleri ile, Batı’da bahar keyfi sürerken, Güney’de yaz, Karadeniz’de ılıman bir sonbaharı yaşama imkanını kullanarak, ülkenin bütününü, her mevsim taze sebzeler ve değişik meyvelerle donatıyordu. Bizler de, bugün bile aynı keyfi yaşamıyor muyuz?
İşte bu nedenlerle Osmanlı mutfağının ve yemek kültürünün özelliklerini, tarihsel kültürel birikiminin verdiği çeşitlilik ve coğrafyanın ve iklimlerin verdiği zenginlik ve de denizlerin, göllerin getirdiği bereketle birlikte incelemek ve düşünmek gerekiyor sanırım.
Bu koşullar, Osmanlı yemek kültürünü dünyanın üç büyük mutfağından biri olma kıvamına getirdi.
Yaşadığımız günler, yaşadığımız koşulların büyük değişimleri nedeniyle bu kültür elbette durmadan yenileniyor. “Kalıcı olma” şansı her gün biraz daha azalıyor. Bugün tüm dünyada insanlar evlerinde ve aile sofralarında birlikte yemek keyfini çok az bulabiliyorlar. Gelişen iş töreleri, sıcak yemek alışkanlıklarını, ayakta yenen “tost, sandviç” gibi kuru yemeklere dönüştürülüyor, davet yemekleri daha çok lokantalarda veriliyor. Çağdaş tıp, eskilerin en çok sevdiği yağlı yemeklere, hamur işlerine, hamur tatlılarına iyi gözle bakmıyor, fazla kilolu olmaktan korkanlar devamlı “diyet” gayretiyle kolay yemeklere önem veriyor.
Ve böylece… Yeni dünyanın yemek sistemi kendi kurallarına göre, eski sistemden ayrılıyor.
Ama, eski sisteme de dikkatle bakıldığı ve araştırmalar yapıldığı zaman onların da, özellikle sağlık açısından bir çok tedbirleri olduğunu, o günlerin koşullarına göre bazı kurallar ve kararlarla bu konuyu yürüttüklerini görüyoruz.
Madem ki bizim konumuz Osmanlı mutfağı… Bu konularda, ne demiş Osmanlı’nın akıllısı biliyor musunuz? Ne demiş? Yemekten, içmekten, tatlıdan, tuzludan söz açıldığında… o bolluk ve bereket sofralarında… Haber vermiş ki:
“Az yiyen melek olur
Çok yiyen helak olur”
Aman dostlar dikkat. Aman!
O zamanlar, buna benzer vurgulu sözleri usta hat sanatçıları o sanat eseri olan süslü yazılarıyla yazan, zarif levhalar yaparmış. Akıllı ev sahipleri de bu levhaların bir iki tanesini yemek odalarının duvarlarına asarmış:
“Az yiyen her gün yer
Çok yiyen bir gün yer” gibi.
“Ağız yer, yüz utanır” gibi.
Çok yemek yemenin insanın işine yaramayacağını anımsatan aşağıdaki dize gibi.
“Neler yedi neler yedi bu diş”

AİLE SOFRASI

Osmanlı ailesi günde iki kez yemek yiyor. Kuşluk yemeği – Akşam yemeği. Bu tür sofranın merkezi babadır. Büyük anne ve büyük baba (varsa) babanın iki yanına oturur. Anne, çocukların arasındadır. Onlara yardım eder. Sofra örtüsü yere yayılır, üstüne genelde altı ayaklı bir tahta konur. Onun üstüne de büyük yemek sinisi.
Kaşıklar sininin çevresine sıralanır.
İslam peygamberinin aile sofrası için önemli bir buyruğu vardır:
“Yemeklerinizi ailenizle birlikte yiyin. Çünkü, o yemeğin bereketi vardır” diye buyrulmuştur.
Aileler bu buyruğa genelde önem verir ve uygularlar.
Sininin çevresine minderler dizilir, sofraya oturanlar sağ kolları sofaya dönük olarak minderlere, hafif bir çaprazla oturur. Sürahi yerde, sofra örtüsünün üstündedir.
İlk yemek genelde çorbadır ve büyücek bir bakır k’se içinde sofraya gelir.
Babanın seslice bir besmelesi ile yemek başlar. Bu sofralarda, yemek sırasında pek konuşulmaz. Yüksek sesle gülünmez, yemeği beğenmeyen, sevmeyen biri varsa, bunu açıklamaz. Kesinlikle ağız şapırdatılmaz, ekmek ısırılarak değil koparılarak yenir.
Asık suratlara, durumu usulca bildirilir. Sofrada su içmek isteyen olursa, gençlerden biri bardağına suyu koyar. Ve o, suyunu bitirinceye kadar, sofradakiler bekler, su içenin yemek hakkı böylece korunur.
Yemekler aynı kaptan yenir. Bu sofralarda çatal ve bıçak yoktu. Sofra töresi ancak Tanzimat’la birlikte değişmeye başlamış ve herkes tabağına konulan yemeği çatal ve bıçak kullanarak yemeği zamanla öğrenmiştir.
Çorbadan sonra et yemeklerinden biri, yanında pilav, ardından ya bir soğuk yemek ya bir börek, sonra da tatlı türlerinden yada meyvelerden bir tabak, tepsiye gelir.
Yemek sonunda baba şükür duasını ettikten sonra herkes tuzluktan bir tutam tuz alarak ağzına atar ve yemeği pişirene “Anne elinize sağlık” gibi, “Çok güzel olmuş” gibi bir teşekkür deyimi söyler. Sonra, evin yetişmiş genç kızı büyüklere kahve yapmak üzere mutfağa geçer. Büyük anneler, babalar oturuyorken, sofradan kalkanlar, sırasına göre, sinideki sofra eşyasını toplar ve mutfağa götürürler. Yerde ekmek kırıntısı asla bırakılmaz.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

ÇİZMELİ KEDİ

Bir zamanlar, üç oğlu olan bir değirmenci varmış. Değirmenci ölünce büyük oğluna değirmen, ortanca oğluna eşek, küçük oğluna da kedi miras kalmış. Küçük oğlu bu duruma çok üzülmüş.
“Kedi ne işine yarar ki insanın?” diye yakınmış. “Pişirip yiyemezsin bile.” Kedi bunu duymuş ve hemen cevap vermiş. “Kötü bir mirasa sahip olmadığınızı göreceksiniz efendim. Bana boş bir çuval ve bir çift de çizme verirseniz, neye yarayacağımı görürsünüz.”
Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalan çocuk, kedinin istediklerini yapmış. Kedi çizmeleri giyince ayna karşısına geçmiş ve kendini pek beğenmiş. Sonra kilerden taze bir marulla güzel bir havuç seçip ormanın yolunu tutmuş. Ormanda çuvalın ağzını açmış, marulla havucu çuvalın içine yerleştirip bir ağacın arkasına saklanmış. Çok geçmeden taze sebzelerin kokusunu alan küçük bir tavşan çuvalın yanına gelmiş, zıplayıp içine atlamış. Kedi saklandığı yerden çıkıp çuvalın ağzını sıkı sıkı bağlamış.
Ancak Çizmeli Kedi tavşanı efendisine götürmek yerine doğruca saraya gidip Kral’la görüşmek istediğini söylemiş. Kral’ın huzuruna çıktığında yere eğilerek, “Yüce Efendimiz, size Efendim Marki’den bir hediye getirdim,” demiş. Bu hediye Kral’ın çok hoşuna gitmiş.
Üç ay boyunca Çizmeli Kedi saraya o kadar çok hediye götürmüş ki, Kral artık onun yolunu gözler olmuş. Derken Çizmeli Kedi’nin dört gözle beklediği gün nihayet gelmiş çatmış. “Bana sakın neden diye sormayın ve bu sabah ırmağa gidip yıkanın,” demiş sahibine. Çizmeli Kedi, o sabah Kral’ın Prenses’le, yani kızıyla birlikte ırmağın kenarından geçeceğini biliyormuş.
O sabah, Kral’ın faytonu ırmağın yakınından geçerken Çizmeli Kedi telaşla yanlarına yaklaşmış. “Yardım edin! Yardım edin!” diye bağırmış. “Efendim Marki boğuluyor!” Kral hemen bir alay askerini ırmağa yollamış.
Fakat Çizmeli Kedi bununla da kalmamış. Kral’a, efendisi ırmakta yüzerken hırsızların onun elbiselerini çaldıklarını söylemiş. (Oysa Çizmeli Kedi, efendisinin elbiselerini çalıların arkasına kendisi gizlemiş!) Kral, hiç gecikmeden Marki’ye bir takım elbise yollamış. Tahmin edeceğiniz gibi Çizmeli Kedi’nin sahibi, kendisine Marki denmesine çok şaşırmış, ama akıllılık edip hiç sesini çıkarmamış.
Marki güzelce giyindirildikten sonra Kral onu gideceği yere götürmek için faytonuna davet etmiş ve kızıyla tanıştırmış. Prenses, iki dirhem bir çekirdek giyinmiş olan Marki’ye bir bakışta âşık olmuş.
O sırada Çizmeli Kedi koşa koşa oradan uzaklaşmış. Çok geçmeden büyük bir tarlada ot biçen insanlara rastlamış. “Beni dinleyin!” diye bağırmış. “Kral bu yöne doğru geliyor. Size bu tarlaların kime ait olduğunu sorarsa ona efendim Marki’ye ait olduğunu söyleyeceksiniz. Yoksa sizi dilim dilim doğrattırırım!”
Sonra Çizmeli Kedi bir süre daha koşmuş ve büyük bir tarlada buğday biçen adamlara rastlamış. Aynı şeyi onlara da söylemiş. Sonra tekrar koşmuş ve her rastgeldiği insana aynı şeyleri tekrarlamış. Derken Dev’in şatosuna varmış.
Kral’ın Faytonu Çizmeli Kedi’nin geçtiği yerlerden geçerken Kral her rastgeldiği insana, “Bu tarlalar kime ait?” diye soruyormuş. Her defasında da aynı cevabı alıyormuş. Kral, Marki’nin bu kadar çok toprağa sahip olmasına şaşırmış. (Çizmeli Kedi’nin sahibi de öyle!)
O sırada Çizmeil Kedi Dev’in şatosunda başka bir işler çevirmekle meşgulmüş. “Dev,” demiş Çizmeli Kedi, Dev’in nefesinin kokusundan iğrendiğini gizlemeye çalışarak. “Senin aynı zamanda müthiş bir sihirbazlık gücünün olduğunu söylüyorlar, doğru mu?”
“Öyle diyorlarsa, öyledir,” demiş Dev alçakgönüllülükle.
“Örneğin, istersen hemen bir aslana dönüşebildiğini söylüyorlar,” demiş Çizmeli Kedi. Bunu söyler söylemez Dev hemen kendini bir aslana dönüştürüvermiş. Çizmeli Kedi kendini dolabın üzerine zor atmış. Dev tekrar eski haline dönünce dolaptan aşağı inmiş. “Mükemmel!” demiş Çizmeli Kedi. “Ama fare gibi küçük bir şeye dönüşmek senin gibi cüsseli biri için imkânsız olmalı!”
“İmkânsız mı?” diye gülmüş Dev. “Benim yapamadığım şey yoktur!” Dev bir anda fareye dönüşmüş, Çizmeli Kedi de onu hemen yutmuş.
Derken Kral, Dev’in şatosuna varmış. Şatonun artık kime ait olduğunu tahmin etmişsinizdir herhalde! Çizmeli Kedi Kral’ın faytonunu şatonun yolunda karşılamış. “Bu taraftan gelin,” demiş. “Sizi bir ziyafet bekliyor.” (Dev o gün birkaç arkadaşına bir ziyafet vermeyi planladığı için yemeklerle donatılmış büyük bir masa hazır bekliyormuş!”)
O günün sonunda Çizmeli Kedi’nin sahibi Marki Prenses’le nişanlanmış. Bir hafta sonra da evlenmişler. Çizmeli Kedi’ye ne mi olmuş? Dokuz canından dokuzunu da sefa içinde sürmüş ve bir daha da fare avlamasına gerek kalmamış, ara sıra avlamış, o da kedi olduğunu unutmamak için

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Açıldı Okulumuz

Hazırlandı çantamız,
Kalemle defterimiz,
Artık öğrenci olduk,
Açıldı okulumuz.

Neşe dolu içimiz,
Sevinçliyiz hepimiz,
Çıktık aydınlık yola,
Açıldı okulumuz.

Göklerde bayrağımız,
Dudaklarda marşımız,
Andımız söyleniyor,
Açıldı okulumuz.

Fethi BOLAYIR

Sınıfta

Sınıf kendi evimiz,
Tertemiz tutmalıyız.
Çamurlanmasın yerler,
Sonra bize ne derler.

Açık kalsın pencere,
Kağıt atmayın yere,
Ya öğretmen girerse,
Ne ayıp size derse ?

Tahtayı kirletmeyin,
Duvarı pisletmeyin,
Herkes bizi kıskansın,
Üçüncü sınıf sansın.

Çocuklar uslu durun,
Rahat rahat oturun,
Kimse sevmez haşarı
Kavgacı çocukları!…

İlhami Bekir TEZ

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Bahçıvan sandalı

MALZEMELER

1 kg. Patlıcan
1 adet havuç
1 adet kabak
1 adet patates
2 adet sivribiber
1 kase bezelye
200 gr. sotelik doğranmış tavuk eti
Yarım demet dereotu ve maydanoz
Tuz
Kekik
pul biber
karabiber
1 kase sarımsaklı yoğurt veya 100 gr. kaşar peyniri rendesi
kızartmak için ay çiçek yağı
2 çorba kaşığı margarin
1 çorba kaşığı domates salçası

HAZIRLANIŞI

Patlıcanları alacalı soyup, tuzlu suda 20 dakika bekletin. Bol suyla yıkayın. Ay çiçek yağında önlü arkalı kızartın. Bir tencerede 2 çorba kaşığı margarini eritin. Tavuk etlerini, kızdırdığınız yağın içine atin renkleri dönene kadar soteleyin. Küp küp doğranmış havuç, kabak, patates, ufak doğranmış sivri biber ve bezelyeyi ekleyin. Ateşte 5 dakika soteleyin. Tencerenin kapağını kapatıp, hiç su koymadan sebzeleri 10 dakika daha pişirin. İçine maydanoz, dereotu, tuz, karabiber, kekik ve pulbiber koyup harmanlayın. Patlıcanları tepsiye alıp, ortalarını açın ve hazırladığınız içle doldurun. 1 kaşık salçayı 1 bardak suyla ezin. Patlıcanların olduğu tepsiye dökün. Üzerine alüminyum folyo kapatın. 200 derecelik fırında 20 dakika pişirin. Arzuya göre sarımsaklı yoğurt veya kasar peyniri rendesi ile servis yapın.

Çöp Kebabı

MALZEMELER

1 kg patlıcan
1 kg kuşbaşı et
3 adet domates
5 adet yeşil biber
3 diş sarımsak
salça, tuz, karabiber
kimyon, kırmızıbiber
kekik, nar ekşisi
sıvı yağ

HAZIRLANIŞI

Patlıcanları boyuna 4 parçaya bölün. Tuzlu ve limonlu suda acı suları gidene kadar bekletin. Patlıcanları kurulayıp kızgın yağda kızartın. Kızarmış patlıcanları süzmesi için bekletin.Diğer yandan kuşbaşı etleri içine kekik, kırmızıbiber, tuz, sarımsak koyup haşlayın haşlanmış etleri patlıcanlardan artı şeklinde bir şekil yaparak ortasına koyun kenarlarından kapatıp üztüne kürdan takın. Kürdanların üzerine domates ve biberleri kesip takın. İşemi bitirdikten sonra bir tepsiye dizin. Salçalı su yapıp tepsinin içine dökün 20 dakika fırında pişirin.

Ballı Dondurma Sosu (6 kişilik)

MALZEMELER

12 çorba kaşığı bal
2 adet limon

HAZIRLANIŞI

Limonların kabuklarını rendeleyin. Suyunu sıkıp süzün.
Limon suyu ve balı bir tencerede karıştırıp kaynatın. Kaynamaya başladıktan sonra 5 dakika daha pişirin.
Ballı limonlu sos soğuduktan sonra buzdolabına koyun. Dondurmanın üzerine dökerek servis yapın.

Hurma Tatlısı

MALZEMELER

½ kg margarin
2 adet yumurta
1 yemek kaşığı yoğurt
2 çay kaşığı karbonat
yanm limonun suyu
800 gr un
Şurup malzemesi :
6 su bardağı şeker
4.5 su bardağı su

HAZIRLANIŞI

Margarini eritip, çırpın. Bir yumurta sansını yağa katın. Yoğurt, karbonat ve limon suyunu ilave ettikten sonra un koyup, hamur haline getirin. Ceviz büyüklüğündeki oval parçaları tepsiye dizip üzerlerine çatalla bastırıp şekil verin. Orta hararetteki fırında hafif pembeleşinceye dek pişirin. Hazırladoğınız ılık şurubu üzerine dökün.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

română / türkçe: · română ·
türkçe
ediţia / autorul: · ediţia ·
autorul
alegeţi:
revista tipărită:
August 2009
legături: