♦ Cuprins ♦ İçindekiler ♦ Contents ♦


23 NİSAN KUTLU OLSUN!

Tam 81 yıl önce, bir 23 nisan günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin çeşitli yörelerinden gelen 225 temsilcisiyle toplanmış. Toplantının amacı, yurdun düşmanlardan temizlenmesi ve bağıms ız bir Türkiye devletinin kurulmasıymış. yalnızca "Meclis"in çatısı altında toplanan 115 kişi değil, Anadolu’nun her karış toprağında yaşayan, herkes aynı amaç altında bir araya gelmiş. Ancak, bu amaca erişmek hiç kolay almamış. Büyük önder Atatürk komutasındaki tüm birlikler, tüm cephelerde büyük bir savaş vermek zorunda kalmış. Kayıplar çokmuş. Ancak Türkiye’nin bağımsızlığı her şeyin üstündeymiş. Bu yüzden yılmadan ve her gün artan bir cesaretle savaşlar verilmeye devam edilmiş.Yalnızca savaş alanlarında değil, sivil toplumunda da herkes bağımsızlık mücadelesi vermiş. Ve sonunda bütün bu fedakarlıklara değmiş. Türkiye Cumhuriyeti bir daha yıkılmamak üzere kurulmuş. 21 Nisan 1921 tarihinde Meclise verilen bir önergeyle, bu önemli gün ulusal bayram olarak kutlanmaya başlanmış. Aradan 8 yıl geçmiş, ulu önder Atatürk, bu önemli bayramı çocuklara armağan etmiş. O günden bu yana, "23 isan"ları her gün artan bir coşkuyla kutlamayı sürdürüyoruz. Ne mutlu bize ki, dünyada öylesine sevgiyle dolu ki, bu bayramı tüm dünya çocuklarıyla paylaşıyoruz.
Hepinizin bayramı kutlu olsun!

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Cu ocazia sărbătorii religioase de Kurban Bayram, Sărbătoarea Sacrificiului, am avut şansa de a face parte din grupul de pelerini care s-au deplasat la locurile sfinte ale Islamului. Deplasarea grupului din România a fost sponzorizată de către Liga Internaţională a Tineretului Musulman (WAMY).
După o serie de peripeţii, miercuri, 28 februarie 2001, seara, am ajuns la Medine unde am fost luaţi în evidenţă, petrecând noaptea la sediul de primire al pelerinilor. Joi, 1 martie 2001, am vizitat Marea Moschee a Profetului, moschee superbă, cu 10 minarete. Slujba a fost de nedescris, de linişte şi revelaţie sufletească.
Din Medina ne continuăm drumul spre Mecca. Am făcut popas la Miikat pentru îmbrăcarea ihramului, aceasta fiind prima obligaţie a Hajj-ului, după care am spus „Niyet” pentru Hajj.
La Mecca am fost cazaţi la acelaşi hotel unde erau invitaţi din Bulgaria, Slovenia, Canada, Grecia, Suedia, Polonia, Albania etc. Pentru a fi recunoscuţi în anumite împrejurări, organizatorii ne-au oferit câte un ecuson pe care era consemnat numele şi prenumele fiecăruia, ţara din care provenea, hotelul unde era cazat şi numerele de telefon la care trebuia să se apeleze în caz de nevoie.
După servirea mesei şi o scurtă odihnă, am pornit în jurul orei 3 spre Kaaba, pentru a face înconjurul Kaaba numit „Tauf-ul Kudum”.
După Tauaf am mers în spatele „Mekam Ibrahim” făcând namaz, citind rugăciunile corespunzătoare, apoi am coborât la fântâna cu apă sfântă „Zem-zem”. Am băut apă sfinţită şi ne-am spălat mâinile şi picioarele.
În continuare ne-am îndreptat să facem Sa’I-ul între Safa şi Merua. Sa’Iul se termină după 4 sosiri la Merua şi 3 la Safa, la fiecare punct citindu-se din Koran. Duminică, după namazul de dimineaţă, am plecat spre Arafat, unde am stat până la apusul soarelui făcând rugăciuni, adresându-ne lui Allah, realizând astfel o altă obligaţie a Hajj-ului.
După apusul soarelui ne-am deplasat cu autocarele la Muzdelifa unde am făcut namazurile şi am dormit în aer liber. În noaptea respectivă mi-am strâns pietricelele necesare efectuării unui alt ritual, a doua zi. Dimineaţa pe 05 martie 2001, Ziua Sacrificiului, ziua de Kurban Bayram, am făcut namazul şi am plecat spre Mina unde am aruncat cele 7 pietricele în Şeitan (Necuratul). După aruncarea primelor pietricele, ne-am întors la hotel, ne-am tuns şi neam scos ihramul, îmbrăcându-ne în haine normale. Seara ne-am întors iar la Mina, unde am continuat cu aruncarea pietrelor în cele trei locuri de aruncat. Se începe cu „Jemratul suğra” (Kuçuk cemre), apoi „Orta cemre” după care în „Büyük cemre”. La fiecare punct se aruncă câte şapte pietricele, una câte una, cu mâna dreaptă, spunând pentru fiecare „Allah Ekber”.
Următoarea zi de Bayram am fost la Kaaba, unde am făcut Tauaf-ul şi Sa’i-ul. Primul Tauaf a fost de umbre, iar acesta de Hajj-i. După aceea am plecat din nou la Mina pentru aruncarea pietrelor, realizând aceste obligaţii ale Hajj-ului, ne-am întors la hotel; ne-am tuns din nou. După acest moment am fost consideraţi „Hacci”-i. Joi, 8 martie 2001 am fost la Kabba pentru ultimul Tauaf fără Sa’i, aceasta fiind Tauaful de rămas bun (veda). Drumul înapoi spre România a fost Jeddah-Damasc şi Damasc-Otopeni.

File din Jurnalul de Călătorie al domnului Hagi Murat Asan

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Düşünce

TÜRK AYDINI OLMAK

Türkçe bilmek, Türkçe konuşmak yeterli değildir. Kendini Türk hissediyorsan o zaman Türk nedir bilmelisin, Türk’ün kültürünü ve tarihi köklerini bilmeden kendinin Türk olduğunu yabancıların önünde nasıl ispatlayabirsin?
Biz zengin bir mirasa sahibiz. İki anavatanımız var, iki anadiline sahibiz, ama bu yeterli midir bir topluma? Hayır. Bir toplumun aydın insanları yoksa o toplum yavaş yavaş erir biter. Bunun için sevgili çocuklar derin kültürümüzü tanımalıyız, Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Hacı Bektaş Veli’yi, Ahmed Yeseyi’yi, arkasından Divani şairlerimizi, ünlü klasik yazarlarımızı bilmeliyiz.
Türk boylarının örf,gelenek, adet, masal ve öykülerini okuyunuz. Gerçek tarihimizi öğreniniz. Tam bir Türk gibi ahlaklı olmaya çalışınız. Gala Galaction "Mahmud’un Pabuçları" romanında Türklere karşı şöyle demiştir: "Dindar ve sözünde durur adamlardır. Bir Türk sana bir söz verdiyse o bu sözünden hiç bir şekilde dönmez. Çok insaniyetli insanlardır ve de iyi dostturlar. Eğer bir Türk'ün yüreğünü kazandıysan ve kendine dost edindiysen senin için boğazını kestirmeye hazırdır." Böyle insanlara, böyle Türkler, Büyük Stefan'nın da (Ştefan cel Mare) son nefesinde Türklerle dost olmasını sağlamıştı. Bunları unutuyoruz bazı bazı.
Bunları öğrendikten sonra, köklerinin güzelliklerini bulabilirsiniz.
Türk kültüründen söz ediyorum, Türk uygarlığından söz ediyorum ama bunun dünya kültürüne aykırı olması mümkün değildir.
Dünya kültürüne vereceğimiz değerler bizim şanımız ve dünya kültüründen alacaklarımız da kazancımız olacaktır. Ve bunuda unutmamalıyız ki biz iki kültürün sahipleriyiz Romen ve Türk. Ve bunların tanınmasına emeğimizi harcamalıyız.. Bu bizim borcumuzdur.
Sözlerime son verirken sayın ve değerli Türk aydını Namık Kemal ZEYBEK, bir toplantıda söylediklerini sizlere sevgili çocuklar ve gençler aktarmak istiyorum; "Türk Aydını, öz benliğinden kopmadan insanlık aleminin ışıklı yollarında yürümeyi öğrenmelidir. Türklüğün büyük geleceğini doğru... Bilinçli, bilgili ve kararlı adımlarla..." bilgi çağının düzeyine erişmelidir.

Gülten ABDULA

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

TRABZON'DA KARADENİZ BÖLGELERARASI İŞBİRLİĞİ TOPLANTISI YAPILDI

Sayın Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu ile yapılan mülakat

Sayın Ersan BOCUTOĞLU, Trabzon'da düzenlenen toplantının amacını açıklar mısınız?
E.B. Avrupa'nın Kıyı Bölgeleri Konferansı olan CPMR ile 14-15 Nisan 2000 tarihinde Romanya'nın Köstence şehrinde yapılan "Karadeniz Havzasında 1. Bölgelerarası Işbirliği Toplantısı" vesilesiyle tanıştık. Romen, Bulgar, Gürcü, Yunan, Rus ve Ukrayna heyetlerinin katıldığı ve Trabzon Valisi Adil Yazar, Trabzon Ticaret ve Sanayı Odası Başkanı Şadan Eren ve Trabzon Ticaret Borsası Başkanı Haydar Hisoğlu'nun ilimizi temsil ettiği bu uluslararası toplantıda; "Avrupa Birliği'nin Genişleme Perspektifi ve Ulusarötesi İşbirliğinin Mali Araçlari", "Avrupa Komisyonu'nun Karadeniz Havzası Hakkındaki Çalışması", "Karadeniz Havzasında Avrupa ile Bölgelerarası İşbirliğinin Perspektifleri" ve "Avrupa – Karadeniz Havzası İlişkilerinin Kurumsal Boyutları" ele alındı. Avrupa Birliği, doğuya doğru genişleme sürecinde Karadeniz Havzası'na özel bir önem vermektedir ve ön yoklamalar için Avrupa'nın kıyı bölgeleri konusunda uzmanlaşmış bir sivil toplu, örgütü olan CPMR'yi desteklemektedir.
Trabzon Heyeti Köstence toplantısında, "Karadeniz Havzasında 2. Bölgelerarası İşbirliği Toplantısı'nın Trabzon kentinde yapılmasını teklif etmiştir.

Ne zaman kesinleşti bu toplantının yapılması?

Trabzon Valisi Adil Yazar ve Trabzon Ticaret ve Sanayı Odası Başkanı Şadan Eren, CPMR'nin 11-13 Ekim 2000 tarihinde Italya'nın Firenze şehrinde yapılan 28. Genel Kurulu sonrasında, "Karadeniz Havzasında 2. Bölgelerarası İşbirliği Toplantısı'nın Trabzon'da yapılması teklifi kabul edilmiş ve Trabzon toplantısının sonucunda bir Karadeniz Komisyonu'nun kurulması planlanmıştır.
CPMR'nin Trabzon ilinde düzenlenmiş olduğu "Karadeniz Havzasında 2. Bölgelerarası İşbirliği Toplantısı" 29-30 Mart 2001 Tarihinde Grand Zorlu Hotel'de yapılıyor. Toplantı ile ilgili teknik hazırlıklar, CPMR ve Trabzon heyetlerinin 10 Ocak 2001 tarihinde Istanbul'da yaptığı "Teknik Toplantı'da" kararlaşacaktır.

CPMR nedir? Açıklarmısınız.

1973 yılında Avrupa'nın denize kıyısı bulunan 23 bölgesi tarafından kurulan CPMR, şu anda 20 ülkeden 128 bölgeyi içine almaktadır. CPMR'ye üye olan 20 ülkeden 13'ü Avrupa Birliği üyesidir. Bu ülkeler İngiltere, Hollanda, Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya, Almanya, Fransa, İrlanda, İspanya, Potekiz, İtalya ve Yunanistan'dır. Avrupa Birliği'ne üye olmadığı halde CPMR'de yer alan 7 ülke ise Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Bulgaristan, Malta ve Güney Kıbrıs'tır.
CPMR bir sivil toplum örgütü olup temel amacı, bölgesel ve ekonomik kalkınma politikaları alanında Avrupa'nın kıyı bölgelerinin çıkarlarını korumak üzere, Avrupa Birliği'nin politik karar mekanizmaları ve kurumları nezdinde sözcülük ve lobicilik yapmaktadır. Ekonomik servet ve nüfusun Merkezi Avrupa'da toplanması eğilimine karşı kıyı bölgelerinin sosyal ve ekonomik çıkarlarının savunulması, kıyı bölgelerinin Avrupa Birliği fonlarından daha fazla ölçüde yararlandırılması, kıyı bölgelerinin karşılaştırmalı üstünlüklerinin çok kutuplu ve dengeli bir kalkınma anlayışı çerçevesinde teşvik edilmesi hedeflenmektedir.
CPMR'nin idari yapısında balıca beş organ bulunmaktadır. Bunlar, Genel Kurul, Politik Bürö, Başkan, Genel Sekreter ve Coğrafi Komisyonlarıdır. CPMR bünyesinde başlıca beş coğrafi komisyon bulunmaktadır. Bunlardan Adalar Komisiyonu 1980'de, Atlantik Yayı Komisyonu, Inter Akdeniz Komisisyonu ve Kuzey denizi Komisyonu 1996'da kurulmuştur. Demek ki Avrupa Birliği'nin genişleme sürecine paralel olarak CPMR de coğrafi komisyonlarının sayısını arttırmaktadır. Avrupa'nın bölgelerarası kurumsal ve teknik işbirliği alanında kıta ölçeğinde 25 yıldır biriktirdiği tecrübelerden de faydalanan CPMR; Avrupa birliği'nin genişleme perspektifleri ığışığında, Kuzey Avrupa, Doğu Avrupa, Güney ve Doğu Akdeniz Havzası ile bağlantılarını güçlendirmek istemektedir. Avrupa Birliği'nin genişleme boyutu, CPMR içinde ele alınan konuları başında gelmektedir.
CPMR Avrupa Birliğ'nin bölgesel politikalarının belirlenmesinde aktif bir rol oynamaktadır. Agenda 2000, Genel tarım ve Balıkçılık Politikaları ve Trans Avrupa Ağı ile birlikte Yapısal Fonların reforma tabi tutulması CPMR'nin belli başlı gündem maddeleridir. Bunlara ek olarak Avrupa Alansal Kalkınma Perspektifi, Avrupa Birliği'nin genişleme süreci, gelecekteki Intereg III Toplum İnisiyatifi ile Entegre Kıyı Bölgeleri Yönetimi ile ilgili Avrupa birliği Stratejilerinin belirlenmesinde CPMR'nin etkisi büyüktür. CPMR, üye bölgeler tarafından üzerinde çalışılmış ve benimsenmiş esaslara dayanmak kayıdıyla, yukarda belirlenen konularda Avrupa Birliği kurumları ve üye ülkelerin Hükümetlerince geliştirilen politikaların hazırlanmasına aktif olarak katılmaktadır.
Avrupa Komisyonu bünyesinde Bölgesel Politikadan sorumlu bakanlığın, Avrupa Birliği'nin ekonomik ve sosyal bütünleşmesini sağlamak amacıyla kullandırdığı bazı fonlar bulunmaktadır. Bu fonlar Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu, Avrupa Sosyal Fonu, Avrupa Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu, Balıkçılığı Yönlendirmek için Mali Araçlar Fonu, Bütünleştirme Fonu, Avrupa Birliği Üyeliğine Hazırlık İçin yapısal Politikalara Destek Fonu bu bağlamda sayılabilir. 200-2006 yılları arasındaki bütçesi 195 miliyar Eoro olan Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu, rekabet ve sürdürülebilir desteklemek, üretken yatırımları teşvik etmek, altyapıyı iyileştirmek ve mahalli düzeydeki kalkınmayı hızlandırmak gibi hedeflere sahip bulunmaktadır. 2000-2006 döneminde bütçesi 18 milyar Euro olan bütünleştirme Fonu, GSMH'sı Avrupa Birliği ortalamasının % 90'ından az olan İspanya, Portekiz, İrlanda ve Yunanistan gibi ülkelerrin Trans – Avrupa Ulaşım Projelerini desteklemektedir. 2000-2006 dönemindeki bütçesi 1 milyar Euro olan Avrupa Birliği Üyeliğine Hazırlık için Yapısal Politikalar Destek Fonu, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin içme suyu temini, atık su idaresi ve katı atık idaresi ve hava kirliliği gibi alanlardaki çevre sorunlarının çözümüne katkı sağlakta ve bu ülkelerin ulaşım alt yapısını desteklemektedir. CPMR, bu fonların paylaşımında üyesi olan kıyı bögelerinin daha fazla pay alabilmesi için lobicilik yapmakta, fonların yerinden yapılandırıllabilmesi için politikalar üretmektedir.
Trabzon'da düzenlenmiş olan "II Karadeniz havzası Kıyı Bölgeleri Konferansı" katılanlar tarafından büyük ilgi gördü. Konuşmacılar bölgesel sosyal, ekonomik ve kültürel problemleri çözülebilnmesi için ortak çalışmalarda bulunmaktadır. Konferansın sonunda Karadeniz Havzasında Kıyı bölgelerin komisyonu kuruldu ve yönetim kadrosu seçildi. Başkan olarak sayın Stelian Duşu – Romanya, Kötence Il Meclis Başkanı ve birinci Başkan Yardımcısı Trabzon Valisi Adil Yazar seçildi.
Kolay gelsin! Çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Gulten Abdula

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

ATATURK'UN YAŞAMINDAN TEMEL ÇIZGILER (I)

Doğumu ve ailesi:

Atatürk 1881'de Selanik'te doğdu. Asıl adı Mustafa'dır. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Babası Ali Rıza Efendi, evkaf katipliğinde, gümrük memurluğunda bulunmuş, bir süre de orduda üsteğmen,olarak görev almıştır. Sonra bu görevden de ayrılarak kereste ticaretiyle uğraşmıştır.

Ilköğrenimi:

Mustafa küçük yaşta babasını yitirdi,yetim kaldı. Onu annesi Zübeyde Hanım yetiştirdi. Ilköğrenimine önce annesinin isteğine uyarak eski yöntemlerle öğretim yapan mahalle mektebinde başladı. Babası, onu yeni yöntemlerle öğretim yapan İemsi Efendi Mektebi'ne verdi. Ancak çok geçmeden babasının ölümü üzerine küçük Mustafa annesiyle birlikte, bir köyde oturan dayısının, yanına yerleşmek zorunda kaldı. Çocukluğunun bu döneminde köy yaşantısına alıştı. Anılarında, kendisine verilen ödevler arasında bakla tarlasında kız kardeşiyle (Makbule Atadan) birlikte karga kovalamakla uğraştığını hiç unutmadığını anlatır. Mustafa'nın annesi, oğlunun okulsuz kaldığını görünce, onu Selanik'teki teyzesinin yanına gönderdi. Mustafa, Selanik Mülkiye Idadisi'ne yazıldı. Bugünkü liselere eşit bir okul olan Idadide okurken başından, geçen bir olay, onun buradan ayrılmasına sebep oldu. Bir gün sınıfta ders sırasında bir çocukla kavga edince Kaymak Hafız adlı öğretmen, Mustafa'yı dövdü. Büyük annesi, onun bu okulda okumasına başından beri karşı olduğundan, hemen oradan aldı. Mustafa'nın asıl gitmek istediği ,okul askeri orta okul idi. Komşu çocuklarının askeri giysiler içinde bu okula gidip geldiklerini gördükçe içinde büyük bir istek canlanıyordu. Bu sırada köyden Selanik'e gelen annesine, bu dileğini iletti. Annesi kesinlikie buna karşı koydu. Ancak, giriş sınavları sırasında sezdirmeden kendi kendine, o zamanlar rüştiye denilen askeri orta okula giderek sınavlara katıldı ve başardı. Böylece bir oldu bitti ile Selanik Askeri Rüştiyesi'ne girdi.

Kemal adını nasıl aldı?

Askeri Rüştiye öğrencisi Mustafa için artık, yaşamı boyunca izleyeceği meslek yolu çizilmişti. Bu okulda kendini,tüm öğretmenlerine sevdirmişti. Özellikle matematik dersine büyük ilgi gösteriyor, sınıf düzeyinden daha yüksek problemleri çözmeye uğraşıyordu. Adı Mustafa olan matematik öğretmeni, bu üstün yetenekli öğrencisine yakınlık duyuyor. Çok beğeniyordu. Bir gün küçük Mustafa'ya "Oğlum senin de ismin, Mustafa, benim de... Bu böyle olamayacak. Arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun" dedi. Işte o günden sonra küçük Mustafa'nın adı Mustafa Kemal oldu.

Lise öğrenimi:

Askeri orta okulu bitiren Mustafa Kemal, lise öğrenimine Manastır Askeri idadisinde başladı. Orada kendisine en kolay gelen ders matematikti. Fransızca dersinde geri kalıyordu. Oğretmeni onunla uğraşıyor, zaman zaman da sert uyarılarda bulunuyordu. Bu durum Mustafa Kemal'ın gücüne gidiyordu. Fransızcasını ilerletmek, güçlendirmek için çareler aramaya başladı. Yaz tatilinde Selanik'e gidince oradaki Frerier Okulunun özel sınıfına devam ederek, Fransızcasını ilerletti.

Şiir ve edebiyata ilgi duyması:

Manastır Askeri idadisinde sınıf arkadaşı Ömer Naci şiir yazan, edebiyat dersinde, başarılı, özellikle güzel konuşmada üstün yeteneği olan bir öğrenciydi. Mustafa Kemal'de şiir, edebiyat ve güzel konuşmaya ilgi uyandıran bir arkadaştı. Fırsat buldukça birlikte güzel konuşma ve hitabet yarışması yaparlardı. Bütün derslerinde üstün başarılı olan Mustafa Kemal'in şiirle uğraşmasının onun genel başarısını engelleyeceğini söyleyen yazma dersi öğretmeninin öğüdüne uyarak şiiri bıraktı. Ancak güzel yazmak ve konuşmak eğitimi onda eksilmeden sürüp gitti.

Mustafa Kemal Harp okulu öğrencisi:

Askeri Lise'yi başarıyla bitiren Mustafa Kemal, lstanbul'a gelerek Mekteb-i Harbiye "Harp okulu" na girdi. (1889) Bu okulun birinci sınıfındaki yaşantısını anlatırken şunları söyler: "Birinci sınıfta saf gençlik hayallerine kapıldım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım. lkinci sınıfa geçtikten sonra askerlik derslerine daha çok merak sarmaya başladım". Şiirle uğraşmıyorsa da güzel söz söylemek ve yazmak hevesi sürüyordu. Arkadaşlarıyla tartışma denemeleri, güzel konuşma alıştırmaları yapmaktan kendini alamıyordu.

Okuma ve yazı yazma merakı:

Harp okulu'ndaki öğrencilik yılları II. Abdülhamit döneminin en baskılı günleriydi. Okul yönetiminin çok sıkı önlemlerine kar*ın öğrenciler,büyük yurtsever ozan Namık Kemal'ın eserlerini gizli gizli okuyorlardı.() Bunları okuyanların sıkıca kovu*turulması, bu dönemin gençlerinde türlü ku*kular yaratıyor. Ülkenin yönetiminde kötülükler bulunduğu duygusunu veriyordu. I*te bu tür eserleri okuyanların ba*ında Mustafa Kemal geliyordu. Böylece Mustafa Kemal'de ülke ve ulus sorunlarıyla ilgili dü*ünceler uyanmaya ba*lıyordu.

(devam)

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

TRABZON 2001

La sfârşitul lunii aprilie, la Trabzon, a avut loc întâlnirea regiunilor periferice din zona Mării Negre, membre al CMRP, organizaţie civilă,cu sediul central în Finlanda.
Scopul acestei întâlniri a fost: constituirea Comisiei Regiunilor din Bazinul Mării Negre, comisie al cărui statut a fost iniţiat de Consiliul Judeţean Constanţa, în persoana domnului Preşedinte Stelian Duţu. După ce, în prealabil acest statut a fost difuzat tuturor participanţilor şi studiat în detaliu, a fost supus aprobării. În unanimitate de voturi, statutul a fost aprobat, iar domnul Stelian Duţu a fost ales în funcţia de preşedinte al acestei comisii, funcţia de prim vicepreşedinte revenindu-i guvernatorului regiunii Trabzon, domnul Adil Yazar.
Scopul constituirii unei astfel de comisii este cel al cooperării între regiunile aflate în bazinul Mării Negre în vederea dezvoltării în mod egal al acestor regiuni din punct de vedere economic,comercial,financiar şi cultural. De asemenea s-a pus accent pe dezvoltarea cercetării ştiinţifice şi a protecţiei mediului înconjurător.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Oku benim cici yavrum
Okul cennet meyvesidir
Okuldadır türlü sanat
Medeniyet membasıdır.

Yürü yavrum okuluna
Altın bilezik koluna
Hem kızına hem oğluna
Bilim irfan yuvasıdır.

Aşık Veysel

Învaţă puiul meu drag
Şcoala e fructul raiului
La şcoală orice meserie vei învăţa
Acolo baza civilizaţiei vei găsi.

Du-te pruncul meu la şcoală
Să-ţi pui brăţara de aur
Din cuibul ştiinţei plămădită
Pentru fată şi băiat.

Aşik Veysel

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

OLIMPIADA DE LIMBA TURCĂ

În perioada 12-15 aprilie 2001, a avut loc la Baza Turistică Luminiţa din Eforie Sud, Faza Naţională a Olimpiadei de Limba Turcă.
Această acţiune a fost organizată de Inspectoratul Şcolar Judeţean Constanţa şi sprijinită de Uniunea Democrată Turcă din România şi U.D.T.T.M.R.
Au participat la deschiderea oficială, vineri, 13 martie 2001, distinse personalităţi printre care prof. Paloma Petrescu, inspector şcolar general precum şi cei doi inspectori şcolari generali adjuncţi, lector dr. Ali Leman, inspector în cadrul Ministerului Educaţiei şi Cercetării, prof. Gevat Nejdet, inspector de personal în cadrul I.S.J. Constanţa, prof. Gelal Firdes, inspector de specialitate la I.S.J. Constanţa, prof. Ciurea Dumitru, directorul Şcolii Generale nr. 12 „Bogdan Petriceicu Haşdeu” Constanţa, prof. Asan Murat, preşedinte U.D.T.R., Abdula Gülten, preşedinte al Comisiei de Cultură a U.D.T.R., prof. Ervin Ibraim, preşedinte al Comisiei de Învăţământ a U.D.T.R., conf. univ. dr. Nuredin Ibram, directorul Departamentului de Arte din cadrul Universităţii „Ovidius” Constanţa, cadre didactice din Republica Turcia precum şi alte personalităţi.
Desfăşurarea Olimpiadei a cuprins proba scrisă urmată a doua zi de festivitatea de decernare a premiilor precum şi de o scurtă dar binemeritată excursie prin zonele învecinate.
Prezentăm în acest număr numele premianţilor la acestă Olimpiadă urmând ca în numărul viitor să realizăm o analiză atât a Olimpiadei Naţionale cât şi a celei Judeţene.

Ervin Ibraim

Tabel nominal cu elevii premiaţi la Olimpiada de Limba şi Literatura Turcă, care a avut loc în perioada 11-15 aprilie 2001

7 Premiul I a 500 000 lei
  1. Amet Nelida – cl. VII – Lic. Kemal Ataturk
  2. Şerip Suzan – cl.VIII – Şc. 12 Constanţa
  3. Suliman Surihan – cl. IX – Lic. Kemal Ataturk
  4. Duruk Nezahat – cl. X – Liceul Internaţional
  5. Bagâş Sibel – cl. XI – Lic. Kemal Ataturk
  6. Abzait Aişe – cl. XII – Lic. Kemal Ataturk
  7. Acmambet Suna – cl. XIII – Lic. Kemal Ataturk
6 Premii II a 400 000 lei
  1. Mustafa Ilias – cl. VII – Şc. 12 Constanţa
  2. Elmi Şeila – cl. VIII – Şcoala nr. 7 Medgidia
  3. Rafi Ergun – cl. IX – Lic. Kemal Ataturk
  4. Menlivuap Sibel – cl. X – Lic. Kemal Ataturk
  5. Suliman Selciuk – cl. XI – Liceul Internaţional
  6. Mustafa Latife – XII – Lic. Kemal Ataturk
2 Premii III a 300 000 lei
  1. Menlivuap Ghiulfer – cl. VIII – Liceul Kemal Ataturk
  2. Boracai Sine – cl. XI – Liceul Kemal Ataturk
14 Menţiuni a 200 000 lei
  1. Omer Metin – cl.VII – Şc. nr.1 Medgidia
  2. Tosun Aiten – cl.VII. – Şc. nr. 1 Tulcea
  3. Duagi Aihan – cl.VIII – Şc. nr. 12 C-ţa
  4. Amet Elmira – cl.VIII – Şc. nr. 7 Medgidia
  5. Murat Nesrin – cl. VIII – Şc. 1 Valu lui Traian
  6. Geauzar Aigean – cl. VIII – Şc. 12 Constanţa
  7. Murat Nida – cl. IX – Lic. Kemal Ataturk
  8. Omer Ainur – cl. X – Lic. Internaţional
  9. Omer Ainur – cl. XI – Lic. Internaţional
  10. Bolat Elis – cl. XII – Lic. Kemal Ataturk
  11. Gemil Nighear – cl. XII – Lic. Kemal Atatürk
  12. Cioracai Nurşen – cl. XIII – Lic. Kemal Atatürk
  13. Suliman Melek – cl. XIII – Lic. Kemal Atatürk
  14. Menişa Orhan – cl. XIII – Lic. Kemal Atatürk

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Consecvent scopurilor pentru care a fost creat, în vederea sprijinirii permanente a procesului de învăţământ în limba turcă, U.D.T.R. a încheiat un protocol de colaborare cu Şcoala nr. 12 B. P. Haşdeu Constanţa pentru permanentizarea înfinţării de clase cu predarea intensivă a limbii turce.

PROTOCOL DE COLABORARE

Între Şcoala nr. 12 B. P. Haşdeu prin reprezentantul director prof. Ciurea Dumitru şi UDTR reprezentată prin preşedinte Asan Murat

ŞCOALA nr. 12 B. P. HAŞDEU
Str. B. P. HAŞDEU nr. 98
TEL/FAX 041646034
CONSTANŢA
U.D.T.R.
Bd. TOMIS Nr. 99, C-ţa
bl. S.0 ap. 3
TEL/FAX 041550903

I MOTIVAŢIA

  1. RELAŢII UMANE
    • Nevoia cunoaşterii reciproce
    • Dezvoltarea abilităţilor curriculare
    • Formarea continuă a cadrelor didactice
  2. CURRICULUM
    • Consiliere şi orientare
    • Schimburi de experienţă privind abilităţile curriculare ale cadrelor didactice (programe, manuale alternative, proiecte didactice, ghiduri de implementare, evaluarea – modalităţi şi instrumente de evaluare)
  3. ACTIVITATE EXTRACURRICULARĂ
    • Programe educaţionale
    • Sesiune de comunicări şi referate
    • Excursii de studii (intern/extern)

II OBLIGAŢIA PĂRŢILOR

  1. ŞCOALA nr. 12 B. P. HAŞDEU oferă cadru educaţional (cadre didactice, spaţii didactice) elevilor de etnie turcă
  2. Uniunea Democrată Turcă din România oferă în limita posibilităţilor alocate de la buget sprijin material pentru:
    • de sărbătorile religioase asigură în cadru festiv, diverse oferte (cărţi, dulciuri) pentru elevii care au obţinut rezultate deosebite care au obţinut rezultate deosebite în activitatea şcolară
    • recompense pentru elevii olimpici (obiecte şi mijloace audio-vizuale)
    • U.D.T.R. va interveni la Consulatul Republicii Turcia din Constanţa pentru facilitarea schimburilor de elevi de etnie turcă din Dobrogea şi elevii turci din Republica Turcia

Prof. Ciurea Dumitru – dir. Şc. nr. 12 B. P. HAŞDEU
Prof. Murat Asan – Preşedinte U.D.T.R.
Prof. Ervin Ibraim – Preşedinte Comisie Învăţământ U.D.T.R.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

AILE

Her insan annesi, babasını, kardeşlerini, bütün akrabalarını sever.
Kardeş çoçuklarına "yeğen" denir.
Babamızın erkek kardeşi amcamız olur.Babanın kız kardeşine Türkler "hala" derler.
Annenin erkek kardeşine "dayı" denir.
Annenin kız kardeşi teyzedir.
Halaların, teyzelerin, dayıların, amcaların çocukları da aileden sayılır.
Böylece aile, bir soydan olanların topluluğudur.
Her memleket bir aile ocağı gibidir. Vatandaşlar da birbirlerinin kardeşi gibidirler.
Bütün insanlar birbirini kardeş sayar, kardeş gibi severse milletler dost olur, savaşlar kalkar. Savaşlar kalkınca dünya cennete döner.

KONUŞTURMALAR:

(Cevaplar birer tam cümle olmalıdır)

- Kimleri seversiniz?
- Aile topluluğunda kimler bulunur?
- Kaç kardeşiniz var? Kaçı kız, kaçı erkek?
- Kaç amcanız var?
- Amcalarınızın çocukları var mudır?
- Teyzenizi mi, halanızı mı çok seversiniz?
- Dayılarınız hangi şehirlerde oturur? Size sık sık gelirler mi?
- Aileniz içinde yüksek öğrenim (tahsil) görmüş olanlar var mı?
- Nerelerde, hangi üniversitelerde okumuşlardır?

Şu rakamları okuyup yazınız:

9, 73, 432, 1999, 48639, 346, 592, 816 754, 42 894 579

DILBILGISI:

Her kelimesinin belirttiği isimler çoğul eki almaz:
Her insan, her memleket, her öğrenci, her kitap, her çocuk....
"Her evler" yanlıştır. Doğrusu "Her ev" dir.
Türkçe kelimeler sayı bakımından iki türlüdür:

1) Tekil : Anne, baba, aile, memleket
2) Çoğul: Anneler, babalar, aileler, memleketler sever.....
severler......
Sever kelimesi fiildir. Geniş zaman kipidir. Şahıslara göre şöyle çekimlenir;

1. şahıs: (ben) severim (biz) severiz
2. şahıs: (sen) seversin (siz)seversiniz
3. şahıs (o) sever (onlar) severler

ALIŞTIRMALAR:

1 Bu fiilere birer kelime katarak cümle halinde çekimliyelim:
Ben kardeşlerimi severim. Biz vatanımızı severiz
Sen teyzeni sever misin? Siz milletinizi seversiniz
Ali kitapları sever. Bazı insanlar parayı severler
Siz ikinci kelimeleri değiştirerek yeniden çekimleyiniz

2 Aşağıda boş bırakılan yerlere uygun kelimeler yazınız:
Amcam, babamın ............................ kardeşidir.
Halam ............................ kız kardeşidir.
Dayım ............................... kardeşidir.
Annemin kız ...................... teyzemdir.
Ağabeyimin oğlu benim ...................... dir.
Ablanızın kızı sizin .............................. dir.

Hazırlayan: Gülten Abdula

AİLEMİZ

Bilirsiniz,
Hepimiz,
Evde yalnız değiliz.
Büyükanne, büyükbaba.

Daha kim var acaba?
Ha ha, buldum buldum.
Baba, oğul,anne, kız,
Ağabeyimiz, ablamız,

Amca, teyze, halamız
Bir soydan, bir kandanız.
İşte böyle hepimiz,
Toptan bir aileyiz.

Küme yıldızlar gibi,
Bir arada yaşarız.
İyiliği kucaklar,
Kötülükten kaçarız.

Mehmet Necati Öngay

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

MAKEDONİYA'DA ÇOCUKLAR İÇİN TÜRKÇE BASIN

Makedonya'da Türkçe yayınlan Birlik gazetesinin eki Sevinç adı altında çocuklar için bir dergi.Dergi 34 sayfalık Türk dilinde basılmıştır. İçinde dünya masalları Türkçeye çevrilmiş, Türk öğrencilerinden gönderilen kısa şiirler ve öyküler, resimli diziler, çocukların resim çalışmaları, bilmeceler, tekerlemeler, okullardan bazı haberler,dünyanın bilim adamları, tehnik ve çevre ile ilgili bazı bilgiler.
Dergi Üsküp'te çıkıyor. Yayın kurulu yönetimcilerine; Nikola Tasev, Drita Karahasan, Enver Ahmet, Ismet Ramiçeviç ve Ethem Kubur'a başarılar ve Sevinç dergisinin 100. yılına yetişmesi için şimdiden tebrikler iletiyoruz.
Yerli öykülerinden "Sevim ve Suna" isimli biri gazetemizde yer almaktadır.
Küçük sevim babasını çağırmaya başlayınca:
- Ne var Sevimciğim? diye sordu yatak odasından babası.
- Suna dövüyor beni!
Babası yatak odasına koştu.
Suna, babasını görünce başını öne eğdi. Utandı.
- Suna yanağıma vurdu. Bir değil iki kez vurdu.Ağlamaya başladı.
- Niçin vurdun kardeşine Suna?
Suna başını kaldırmadı. Babasının sorusuna karşılık vermedi. İçlendi,içlendi. Neredeyse ağlayacaktı. Alt dudağı tir tirr titriyordu. Kendini tutamadı. o da için için ağlamaya başlamıştı.
- Sevim'e niçin vurdun?...
- Bana maymun dedi de ondan. Maymun dedi, baba? Onun için vurdum.
Babaları yüzünü kızından yana döndü.
- Sahi mi Sevim?
- O da bana budala dedi. Gece de yatmadan önce aynısını dedi... Ben ona bir defa budala dediysem, o bana birkaç defa budala, budala dedi.
Duygulu duygulu anlatan Sevim'in de alt dudağı titremeye başlamıştı.
- Kardeşler birbirine budala budala, maymun derler mi?... Ayıp! Bir daha böyle çirkin sözler tekrarlanmayacak öyle mi?...
Ne Suna'dan, ne Sevim'den ses çıktı. Ağlıyorlardı.
- Sus Sevim, sus! Kardeşin sana artık vurmayacak. Sen de ona maymun demeyeceksin, değil mi, Suna...
- Bana maymun demezse, ben de ona budala demem. Ama o bana her gün budala diyor.
- Sen de ona maymunmaymun demeyeceksim. Öyle mi...
- Babasının bu sorusunu yanıtlamadı Sevim.
Gözlerinden pırıl pırıl akan yaşlardan kalan izleri yanaklarından siliyordu. Bir şeyler düşünür gibi oldu.
Ara sıra da kardeşini göz ucuyla süzüyordu.
Neden sonra:
- Sunaya'ya hiçbir zaman maymun demeyeceğim baba, dedi.
- Ben de Sevim'e budala demeyeceğim artık, diyerek babasının boynuna sarıldı Suna.
Sevim de atıldı babasına. Üçü birlikte bir barış sağladılar.
Sonra da kavaltıya oturdular.
O günden sonra çocuklar üzücü hiçbir kötü söz söylememişlerdi birbirlerine.

Enver BAKİ – Makedonya

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

PENTRU VOI

Gulten Abdula

Vă rog,
Nu rupeţi merii tineri,
Nu zdrenţuiţi lumina ce se zăreşte printre ramurile lor,
Pentu că florile ce se văd în lumina lor
Sunt visele mele, copilăria mea.

De-aş fi copil,
Să-mi pot picta buzele cu a gudelor culoare
Din iarbă să pot asculta glasul privighetorii,
Să pot sorbi un strop din focul soarelui,
Să mă pot ascunde în spatele basmelor,
Să pot mirosi palmele părinţilor
Să mă pot da în leagăn,
Să sar coarda,
Să joc şotron,
Să fiu copil, ca voi,
Şi să mă joc....

De aceea,
Vă rog , nu rupeţi merii tineri!
Nu zdrenţuiţi lumina ce se zăreşte
Printre ramurile lor,
Pentru că florile ce se văd în lumina lor
Sunt visele mele, copilăria mea....

Nu le ucideţi!

SİZİN İÇİN

Gülten ABDULA

Körpe elma ağaçların
dallarını koparmayınız,
Lütfen!
Dalların arasında görünen ışığı parçalamayınız
Çünkü ışıkların arasında görünen çiçekler
Benim ruyalarımdır, çocukluğumdur....

Çocuk olsam, kara dutlardan dudaklarımı boyasam
Çimenler arasına saklansam,
Bîlbîlîn sesşnş duzsam,
Güneşin ateşinden bir bardak ışık içsem,
Masallar arkasına
saklansam,
Annemin, babamın ellerini koklasam,
Salıncakta sallansam,
Dolaplarda dönsem,
İp atlasam,
Sizinle yine oynasam...

Onun için,
Körpe elma ağaçlarını koparmayınız!
Dalların arasında görünen ışığı parçalamayınız
Çünkü ışıkların arasında görünen çiçekler
Benim ruyalarımdır, çocukluğumdur,

Öldürmeyiniz!

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

La Fontaine'den bir masal

TİLKİ İLE LEYLEK

Kurnaz tilkinin cömertliği tutmuş bir gün. Leyleği yemeğe çağırmış.
- Buyur, Leylek Kardeş, demiş.
Akşama bana gel. Allah ne verdiyse yeriz.
Leylek:
- Peki, demiş.
Akşam olmuş. Leylek kalkıp gitmiş tilkinin evine. Tilki içeri buyur etmiş leyleği.
Sofrayı kurmuş. Yemek diye de dümdüz bir tabak içinde bulaşık suyu gibi bir çorba koymuş ortaya.
- Haydi buyur, Leylek kardeş, demiş. Konuk umduğunu değil bulduğunu yermiş. Kusura bakma artık...
Tilki çorba tabağına eğilmiş, iştahla yalayıp yutmaya başlamış. Leylek gagasını daldırıp içmeye çalışmış ama başaramamış. Tabak dümdüzmüş çünkü.
Leylek ne denli çalışıp öçabaladıysa da içememiş çorbayı. Tilki iştahla atıştırırken o boynunu üzgünce büküp yutkunmuş.
Sonunda aç kalkmış sofradan. Tilkinin bunu bile bile yaptığını anlamış. Tilki kıs kıs gülüyormuş çünkü.
- Eh, demiş içinden, Alacağın olsun senin Tilki Kardeş. Görüşürüz bakalım!.
O da tilkiyi kendi evine davet etmiş;
- Konukseverliğine çok teşekkür ederim,demiş. Çorba çok güzel olmuş, eline sağlık. Ben de seni beklerim, mutlaka gel!.
Tilki:
- Sen hiç merak etme Leylek kardeş, demiş. Tam saatinde çıkar gelirim. Fazla zahmete girme sakın. Dostların tatlı dili, güler yüzü bize yeter.
Gerçekten de tam saatinde gitmiş leyleğin evine. bakmış ki evin içinden tatlı bir yemek kokusu yükseliyor. Ağızının suyu akmış.
- Oh, demiş.
Mis gibi de kokuyor! Doğrusu, her zaman söylerim Leylek kardeş. Kimse senin gibi yemek pişirmez!
Tilki hemen sofranın başına geçmiş. Yemeğin gelmesini beklemeye başlamış. Leylek az sonra yemeği sofraya getirmiş. Ama yemek, boynu uzun, boğazı dar bir kabın içindeymiş.
Leylek;
- Haydi buyur Tilki Kardeş, demiş.
Kendisi uzun gagasını kabın içine rahatlıkla sokup çıkararak yemeye başlamış. Tilki de deneyecek olmuş ama, ağzı burnu bir türlü sığmıyormuş kabın içine. Leylek karnını güzelce doyurmuş. Tilki aç kalkmış sofradan. Kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış, aç açına evinin yolunu tutmuş. Oyunbazlık edip leyleği kandırdığı için çok ama çok utanıyormuş.
- Kendi kazdığım kuyuya kendim düştüm, diye düşünüyormuş giderken...

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Grădina fermecată cu trandafiri

A fost odată o grădină tare frumoasă unde trandafirii creşteau multicolori, minunat de frumoşi. Era o zi de vară, trandafirii erau înfloriţi, parfumul specific se răspândea pe tot cuprinsul ţinutului. Toată lumea trecea cu plăcere pe lângă grădina cu trandafiri, fiindcă mirosul trandafirilor din această grădină fermecată tămăduia unii bolnavi. Veneau aici o mulţime de oameni să se vindece de boli sufleteşti. Ei şedeau aici până uitau de vreme.
- Vildan cu mama ei s-au gândit să meargă într-o plimbare în grădina cu trandafiri, fiindcă sufereau de singurătate. Oraşul lor era plin de viaţă de când exista această grădină minunată.
O dată, au venit şi doi băieţi străini cu părinţii lor care se văitau că respiră greu şi vroiau să fie tămăduiţi de această grădină fermecată cu trandafiri.
Păşeau prin faţa lui Vildan şi a mamei sale discutând între ei.
- Grozavă grădină! zise primul. Dacă am fi avut şi noi o grădină la fel de frumoasă acolo unde locuim n-am mai fi bolnavi. Ce zici prietene? se trezi întrbându-l pe cel de-al doilea copil, cu voce tare, şi continuă.
- Luăm câţiva?
- Am să iau un lăstar, doar nu ne vedem nimeni. Am să-l duc în grădina casei mele, zise al doilea.
- De ce pentru grădina ta şi nu a mea? veni răspunsul primului copil. Încet, încet discuţia se aprinse şi cei doi se treziră certându-se. Vocile erau atât de ridicate încât nu se mai auzeau unul pe altul.
Vildan şi mama ei se hotărâră să vină în ajutorul copiilor.
Se apropiară de cei doi şi Vildan le vorbi astfel copiilor.
- Nu este frumos să luaţi ce nu vă aparţine. Este ca şi cum ai fura. Peste drum de această grădină există o seră, de unde puteţi cumpăra puieţi de trandafiri câţi vreţi şi ce culori doriţi. Astfel, veţi reuşi să vă faceţi propria voastră grădină. Grădina pe care o vedeţi nu este numai pentru locuitorii acestui oraş ci pentru toţi cei ce poposesc în el.
Copiii se ruşinară, dar mulţumiră lui Vildan pentru informaţie şi plecară imediat să cumpere puieţi de trandafiri pentru grădina lor.

Fatma SADAK / Romanya

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Balkan Türkleri

Yılmaz ÖZTUNA

Bügün Türklük'ten eser bulunmayan bir çok büyük şehir, o asırlarda çoğunlukla Türkler'in oturduğu beldeler halindedir: Mesela Belgrad'da 224 cami, 6 kervansaray, 3.700 dükkanlı büyük çarşı, ayrıca başka çarşılar, 98.000 nüfus ve 20 000 kişilik bir Türk garnizonu vardır. (Evliya, V,381). Niş, 2060 haneli, 22 ilkokullu, 200 dükkanlı bir Türk şehridir (Evliya, V,363-4). Gene bügün Makenodiya'da kalan ve 1912'ye kadar Türkiye'nin olan Manastır'da, XX, asırın ilk yıllarında 25 cami vardı. 1957'de 10'u ayakta durmaktadır (Tomovsky, Les Mosquees de Bitola, Üsküp, 1957)
Daha 1462'de Prens Dukas (XXV), o yıllar için mübalağa olabilecek şu ifadede bulunmuştur: "Bana kalırsa bugünkü günde Gelibolu Boğazı'ndan Tuna'ya kadar olan yerlerde bulunan Türkler,Anadoluda'ki Osmanlı tab'ası olan kısım Türkler'den fazladır."
Hırstiyan din ve akıydesine en küçük bir sataşma bahis mevzuu değildir. Asayişi bozmıyan her Hırstiyan tab'a "vedıat'Ullah"dır, Tanrı'nın Türk'e emanetidir. "Sırbistan'da her şeyden önce Osmanlı idaresinde Hırstiyan kavimleri tamamen yok olmaktan korkmakla kalmayıp, aksine olarak asırlarca sonra tekrar hürriyetlerine kavuşmalarına yol açan ve Hırstiyan kavimleri tamamen yok olmaktan korkmakla kalmayıp, aksine olarak asırlarca sonra tekrar hürriyetlerine kavuşmalarına yol açan ve Hırstiyan Balkan kavimlerinin minnetdar oldukları dini müsamaha mevcuttu. Kiliseler ve manastırlar, kavmi şuurunu uyanık bulundurulmasına, dilin himayesine ve halk adetlerinin muhafazasına fevkalade çok hizmet ediyordu" (A. Hajek, Sırbistan, Islam, Ans, 561a.)
Pek çok şehir verilip alınmıştır.En çok Venedik, kıyılarındaki üslerini bırakmamak için fevkalade, bazan asırlarca direnmiş, bu üslerin bazıları Türkler'le Venedikliler arasında bir kaç defa el değiştirmiş, sonunda Venedik, Kuzey Dalmaçya sahili hariç, tamamen balkanlar'dan sökülüp atılmıştır. 1503'te elbasan sancak beyi Isa Bey oğlu Mehmed Bey, Draç limanını Venedikler'den kesin şekilde almıştır. Avlonya limanını ise kesin şekilde ancak Kaanunı devirde Korfu-Pulya sefer-i hünmayununda Vezir-i azam Ayas Paşa Venedik'ten fethetmiştir.
Bazı bölgeler, o kadar Türk'leşip Islam'laşmıştır ki, 1878 ve 1912 facia, büyük göç ve imhalarına rağmen bugün de Balkanlar'ın bazı bölgeleri Türk veya Müslümandır. Yugoslavya'nın Kosova eyaletinde Müslüman Arnavutluk tam ekseriyette oldukları gibi, Makedonya devletinde de çok Müslüman Arnavut vardır. Yunanistan'nın Epir eyaletinde de bazı Müslüman Arnavutlar hala yaşıyor. Bulgaristan'da Müslüman Bulgarlar (Pomaklar), Bulgarca konuştukları halde, hala Abdullah, Mehmed, Emine, Fatma gibi Türk ismi almakta, asla Bulgar ismi almamakta ve Müslüman dinini korkunç baskılara karşı muhafaza etmektedirler. Yalnız Müslüman Rumlar, Girit'ten tamamen sürülmüş, bunların hepsi Türkiye'ye gelmiş, ve şimdi tamamen Rumca'yı unutarak türk'leşmişlerdir.
Bugün Balkanlar'da doğrudan doğruya türk Türk sahaları da vardır: Arnavutluk'ta küçük bir Türk azınlığı bulunmaktadır. Yunanistan'da Batı Trakya'da Türkler'in imhası mümkin olmamıştır. Rodos ve bir iki adada ise Türkler, çok azalmıştır. Macedonya'da Üsküb çevresinde, bütün göçlere rağmen, hala muhim Türk azınlığo bulunmaltadır. Romanya'da Dobruca'da Türkler hala ekseriettedir. Yalnız Dobruca Türkleri'nin hepsi Osmanlı(oğuz) değil, bir kısmı, hatta yarıdan fazlası Kırım'dan gelmiş Kuzey Türkü'dür. Fakat gene de bugün en mühim Türk kitlesi, sayıları bir milyonu bulan Bulgaristan Türkleri'dir.
Rodoplar'da yaşıyanlar imha edilmek için büyük baskı altındadırlar. Fakat asıl büyük Türk kitlesi, Güney Dobruca, bilhasa Deliorman'da (Kuzeydoğu Bulgaristan) yaşamakta ve ekseriyet teşkil ettikleri için kendilerini imha, etmek kaabil olmamaktadır. Boşkoviç'in Hatıra Defteri'nde şu notları okuyoruz (Tarih Dergisi, XII,203,216):
"Dobruca'da Yenipazar'a vardık. Bu yer, Türk ve Hıristyanlar'ın karışık oturdukları bir köy. 50 hane Bulgar ve 250 hane Türk. Bir kaç hane Ulah (Romen) var. Ben bie Ulah evine indim. Sahibi fakirdi ve ancak bir yıl önce bu köye yerleşmişti. Türk paşalarının idaresinde tahammül edilebilir bir hayat yaşanabildiğini, onun için bir çok Romen'in Dobruca" ya geldiğini, Romanya'da Hırristiyan voyvodaların köylüleri soyup sovana çevirdiklerini söyledi...
Dobruca'dan çıkıp Tuna'nın batı yarısı üzerinden İbrail şehrine geldik. Nehir üzerindeki Türk tersanesinde karavela denen büyük bir gemi inşa halinde idi. Istanbullu armatör İshak Ağa için inşa ediliyordu. Bu büyük gemiyi, İstanbul'a İskenderiyye(Mısır) arasında işletecekti. 70 arşın uzunluğunda ve 17 arşın genişliğinde idi. Bu gemi, bir zamanlar bindiğim Venedik'in 84 toplu Sen Karl harb gemisinden çok büyüktü."
Balkanlar'ın her tarafının her bakımından Türk'leştiğine ait kayıtlar sonsuzdur. Mareşal von Moltke'nin 19 mayıs 1837'de Tırnova'yı ve 2 gün sonra Kızanlık'ı nasıl tasvır ettiğini görelim (s.105-9). Tırnova, Balkan Dağları'nın kuzey ve Kızanlık güney eteklerinde iki küçük şehirdir:
"Harikulade güzel bir ülke burasi: Her şey yeşil. Derin vadilerin yamaçları ıhlamur ve ahlat ağaçları ile kaplı. Geniş çemenlikler, dereleri çeviriyor. Bereketli buğday tarlaları ovaları kaplıyor ve ekilmiyen sahalar bile hayvanlar için zengin çayırlarla örtülü. Teker teker dağılmış bir çok ağaçlar ayrı cazibe veriyor ve koyu gölgelerini açık yeşil zemin üzerine seriyorlar. Tuna vadisinin Dessau'daki görünüşüne pek benziyor... Tuna'ya yaklaştıkça yalnız Türk köylerine rastlanıyor. Bu bölgede hiç Bulgar köyü yok gibi. Tırnova'da Türkler'den başka Bulgar ve rumlar da var. II Sultan Mahmud, Tırnova'ya girerken, şehrin çok açığından itibaren halk iki sıralı dizilmişti. Redif askerleri selam duruyordu.
Rum kadınları Basilius'un (Roma Imparatoru yani padişah) gelişini seyretmek için düz damları ve terasları doldurmuşlar. Ben bu şehir kadar romantik mevki'li bir yer görmedim...

(devam)

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

TRT 23. Uluslararası 23 Nısan Çocuk Şenliği

UNESCO tarafından "Dünya Çocuk Yılı" ilan edilen 1979 yılında TRT kurumunca ilk kez düzenlenen "TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği" nin bu yıl 23.ncüsü düzenleniyor.
Ulu önder Atatürk'ün Türk Çocuklarına armağan ettiği dünyadaki ilk ve tek resmi çocuk bayramı olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı uluslararası düzeyde kutlamak; bu bayram sevincimizi dünya çocuklarıyla paylaşmak; çocuklar arasındaki kardeşlik, sevgi, dostluk bağlarını geliştirmek ve onları barışın hakim olacağı bir geleceğe hazırlamak amacıyla 1979 yılında başlatılan şenliğe bu yıl 40 ülke katılıyor.
Bu yıldan beri Koç Grubu'nun mali katkılarıyla gerçekleştirilen şenlik 17 Nisan'da Istanbul'da şenlik açılış yürüyüşüyle başlayacak. Ünlü sanatçı Sezen Aksu'nun dünya çocukları için bir şarkı bestelediği şenliğe Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'da bir mesaj yolluyor.

23 Aprilie – o sărbătoare a copilăriei

În fiecare primăvară, Turcia îmbracă haine de sărbătoare. Cu dragoste, mama primeşte în casa ei pe toţii copiii lumii la marele bal al primăverii.
În anul 1979 Televiziunea din Turcia a făcut un demers prin care a solicitat ca data de 23 aprilie să fie decretată o zi a copiilor din întreaga lume. De atunci şi până astăzi, această sărbătoare a copiilor, care era deja consfiinţită de Mustafa Kemal Ataturk ca un dar oferit tuturor copiilor lumii, este permanentă.
Cum poate un copil să se bucure singur de viaţă, dacă lângă el nu sunt şi alţii?
Anul acesta, la sărbătoarea copilăriei vor participa copii din 40 de ţări.
Ca de fiecare dată, Concernul Ko. va sponsoriza tot festivalul, iar solista de muzică pop Sezen Aksu a pregătit o piesă muzicală specială pentru această zi, cu un mesaj special adresat Secretarului General al ONU, Kofi Annan.

(G.A)

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Farmacia naturii

Preparate din plante medicinale

Maceratul (plămădeala la rece) reprezintă înmuierea plantei în apă rece (la temperatura camerei, 15-250C) un timp variabil, de la o jumatate de oră la 7-8 ore maximum, amestecându-se de mai multe ori. Se macerează, de obicei, plantele mucilaginoase (nalba, nalba mare, inul, vâscul). Maceratul din rădăcina nalbei mari, de pildă, se prepară dintr-o lingură de plantă lăsată 30 minute în 250 ml apă rece, iar din vâsc 2 linguriţe plantă la 250 ml apă rece, timp de 7-8 ore.
Siropul medicinal este un extract apos (prin infuzie, decoct etc.) îndulcit puternic (360 g extract plus 640 g zahăr). Zahărul se dizolvă la rece sau la cald în vase smălţuite. Completarea lichidului la litru se face numai cu apă fiartă. Un sirop foarte necesar este cel de muguri de pin: 100 g muguri striviţi se macerează 12 ore în 100 ml alcool de 600, la care se adaugă 500 ml apă clocotită; se lasă în repaus 6 ore după care se strecoară şi se adaugă 640 g zahăr dizolvat pe baie de apă. Se completează cu apă fiartă până la un litru.
A doua categorie de preparate de uz intern sunt soluţiile extractive hidroalcoolice, cu solventul amestec de alcool cu apă în diferite proporţii.

Muşeţelul

Muşeţelul, numit în unele locuri şi romaniţă sau morună este una din cele mai vechi şi folosite plante medicinale. Creşte pretutindeni, pe marginea drumurilor, lanurilor, pe lângă case. În unele regiuni ale ţării se întâlnesc câmpii întinse cu muşeţel dar, datorită folosirii erbicidelor şi îngrăşămintelor chimice el nu mai creşte abundent pe marginile culturilor agricole.
Florile conţin ulei volatil, de culoare albastră, care, datorită unui principiu numit azulen şi a unui glicozid de natură flavonică (apigenina), au proprietăţi antispasmodice, anestezice, dezinfectante şi antiinflamatorii. Datorită acestor însuşiri infuzia de muşeţel calmează spasmele muşchilor stomacului provocate de gastrite şi colite însoţite de colici.
Azulenul din uleiul de muşeţel prezintă un efect favorabil în unele stări alergice, astmul bronşic al copiilor. Proprietăţile antiseptice şi bactericide ale muşeţelului sunt mult apreciate în medicina ştiinţifică.
Infuzia de muşeţel se recomandă contra diareei şi în general în toate afecţiunile stomacului şi intestinelor, de cele mai multe ori în asociaţie cu frunzele de mentă. O acţiune binefăcătoare aduce în bolile de ficat. Ceaiul de muşeţel, împreună cu anason sau fenicul, se dă copiilor pentru calmarea colicilor şi eliminarea gazelor.
În răceli şi gripă ceaiul de muşeţel provoacă transpiraţie ceea ce face să scadă febra. Datorită proprietăţii antiseptice (calmează durerile şi reduce inflamţiile), muşeţelul se foloseşte extern sub formă de cataplasme, clisme, gargară şi băi în diferite afecţiuni. Rănile cu puroi, arsurile, hemoroizii, durerile de gât, diferite ulceraţii ale pielii, leucoreea, abcesele dentare, conjunctivita, sunt influenţate în bine de muşeţel. Unele eczeme zemuinde sunt ameliorate dacă se presară pe ele flori de muşeţel pulverizate.
Părul spălat cu muşeţel capătă un aspect mătăsos şi în acelaşi timp îşi întăreşte rădăcina. Calmează tenurile înroşite şi iritate. În arsuri, muşeţelul se poate folosi sub forma de ulei. Contra durerilor de cap unii autori recomandă câte 1 g de flori pulverizate, luate la câteva ore după masă. Pentru tenurile ridate, iritate, congestionate, uscate se aplică comprese. Băile de abur făcute cu muşeţel ajută la curăţarea radicală a tenului.
În gastrite şi enterite se poate folosi următorul amestec de plante: muşeţel, coada- şoricelului, pelin, mentă, salvie. Ceaiul se bea neândulcit, pe stomacul gol în cursul unei zile, în două reprize.
Florile de muşeţel intră în compoziţia ceaiurilor contra colicilor pentru adulţi şi copii, anticolitic, gastric, sudorific, gargară şi a produselor cosmetice.

Bediha Cocoi

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

PEYGAMBERIMIZ HZ. MUHAMMED'IN HAYATI

Rıza Deniz

Çocukluğu ve gençliği

Hz. Peygamber Miladı 571 senesi (20 Nisan) Rabiülevvel ayının 12 Pazartesi gecesi Mekke'de doğdu. Babası Kureyş kabilesinin Haşimi soyundan Abdülmutalib'in oğlu Abdullah, annesi Zühre oğullarından Vehbin kızı Amine'dir. Anne ve baba tarafından soyu Hz. Ibrahim'e dayanır. Peygamberimiz "Ben iki kurbanlığın oğluyum" demekle soyunun Hz. Ibrahim'den geldiğim bildirmiştir. Adını dedesi, Muhammed koymuş. Niçin bu adı koyduğunu soranlara, "Dilerim ki gökte Hak, yeryüzünde halk onu hayırla yad etsinler" cevabını vermiştir.
Diğer kitaplarda Hz. Peygamber'in doğumunda harikulade olayların cereyan ettiği bildirilmektedir. Bunlar Sava Gölü'nün kuruması, ateşperestlerin senelerce hiç sönmeden yanan ateşlerinin sönmesi, Kisra'nın saraylarından sütunlar yıkılması, gökyüzünün nurlanması ve alemlere rahmet Hz. Muhammed doğdu nidasının duyulması gibi.
Hz. Peygamber'in doğduğu yıllarda dünyada ve bilhassa Arap yarımadası'nda yaşanıyordu. Allah diye kendi elleriyle yonttukları taşlara, ağaçlara tapıyorlar, kız çocukları diri diri toprağa gömüyorlardı. Kadınlar kumar masalarında bir metalo gibi alınıp satılıyor, kadına değer verilmiyordu. İçki, kumar, fuhuş çok yaygındı.Zayıf eziliyor, güçlü haksız da olsa haklı çıkıyordu. Kabileler arasında tefrikadan insanlar birbirlerini yiyiyordu. Milli Şairimiz (Mehmet Âkif Ersoy, "Bir gece" adlı şiirinde bu durumu şöyle dile getiriyor:

"On dört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi.

Lâkin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi.

Nerden görecekler? göremezlerdi tabii
Bir kerre, zuhur ettiği çöl, en sapa yerdi.

Bir kerrede, mamure-i dünya, o zamanlar
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi.

Fevza bütün afakına sarmıştı zeminin
Salgındı, bu gün şarkı yıkan, tefrika derdi."

Peygamberimizin doğumundan 6 ay önce babası Abdullah Suriye seyahatinden dönerken 25 yaşında hastalanarak Medine'de vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.
Mekke'de yeni doğan çocukları, Mekke'nin havası ağır olduğu ve çöl ikliminde çocukların daha sağlıklı olarak yetiştikleri ve bozulmamış fasih Arapça öğrenmeleri için süt anneye vermek adetti. Peygamberimizi emzirdi. 4 yaşına kadar büyüttü. Bu sayede evine bolluk ve bereket yağdı. Süt annesi sonra, annesine teslim etti. 6 yaşındayken annesi onu hizmetçileri Ümmüeymen ile birlikte Medine'ye babasının kabrini ziyarete götürdü. Dönüşte Ebva köyünde annesi hastalandı ve öldü. Böylece hem anadan hem babadan öksüz kaldı. Ümmeüyemen onu Mekkeye getirip dedesi Abdulmuttalib'e teslim etti.8 yaşına kadar dedesinin yanında kaldı. Onun da vefatıyla amcası Ebü Talip onu himayesine aldı. Peygamberimizin gencliği amcasının yanında geçti. Çocukken onunla Şam'a ticaret için gitti. Konuşmaya başladığından itibaren çocukluğu ve gençliği tertemiz geçti. Hiçbir cahiliyet adetine bulaşmadı. Doğruluğu, dürüstlüğü, yardımseverliliği ile şöhret buldu ve kendine en güvenilir kişi anlamında "el-Emin" ismi verildi.

EVLİLİĞİ

Hz. Hatice ile ticaret ortaklığı yaptı. Onun güvenirliliğine hayran kalan zengin ve dul olan Hz. Hatice Peygamberimizle evlendi. O zaman Peygamberimiz 25, Hz.Hatice 40 yaşında idi. Çok mutlu bir yuva kurdular. Bu evlilikten Peygamberimizin Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm, Fatima ve Abdulah isminde 6 çocuğu oldu. bunlardan Fatima hariç hepsi Peygamberimizden önce vefat ettiler. Şu anda soyu Hz. Ali ile Hz. Fatma'dan devam etmektedir.
Peygamberimiz 40 yaşına kadar içerisinde saygın bir mevkiye sahipti. Sözüne güveniler ve son derece itimat ederlerdi. Kıymetli eşyalarını ona emanet ederlerdi. Sözünden çıkmazlardı. Kabe'nin tamirinde yaptığı hakemlik de bunun en güzel örneğidir.

Peygamberlik sıfatı

40 yaşlarına doğru zaman zaman Hıra dağına çıkar orada, mağarada günlerce tefekkür eder, bildiğince Allah'a dua ederdi. Bazı garip olaylara şahit olmaya başladı. Garip rüyalar gördü. Gasibden sesler duymaya başladı. Miladi 610 yılı Ramazan'ın Kadir gecesinde 40 yaşında iken Cebrail ilk vahyi Hıra dağında getirdi. Gelen ilk vahiy, Alak Süresi'nin ikra diye başlayan ilk ayetleri oldu. "Yaratan Rabbinin adı ile oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku, kalemle öğreten, insana bilmediğini belleten Rabbin, sonsuz kerem sahibidir." Hz. Peygamber meleğin arkasından bu ayetleri okudu. Mağradan çıkarak evine gitmek için yola düştü. Yolda "Ya Muhammed Sen Allah'ın elçisisin ben de Cibrilim" dediğini duydu. Cebrail'i gördü. Korku içine evine vardı. Hz. Hatice'ye durumu anlattı. Hz. Hatice şu sözlerle onu teselli etti: "Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak seni hiçbir vakit utandırmaz. Çünkü sen, akrabanı İşini görmekten aciz kişilerin işini görürsün fakire verir, misafiri ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden olaylarda halka yardım edersin" Hz. Hatice sonra onu amcazadesi Varaka'ya götürdü. O Tevrat ve Incil'i bilen bir ihtiyardı. Onları dinledikten sonra: "Müjde sana Ya Muhammed! Allah'a yemin ederim ki sen Hz. Isa'nın haber verdiği son Peygambersin. Gördüğün melek senden önce Cenab-oı hakk'ın Hz. Musa'ya gönderdiği melektir. Keşke genç olsaydım da kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim....." dedi.
Hz. Peygambere ilk iman eden Hz. Hatice oldu. Sonra evlatlığı Zeyd, sonra küçük yaşlı Hz. Ali ve sonra da en samimi arkadaş ve dostlarından Hz. Ebu Bekir. Peygamberimiz Islam'ı önce gizli, sonra da Allah'tan aldığı emirle aşikare, insanlara duyurdu. Yakın akrabasını safa tepesine çıkarak çağırdı. Onlar toplandıktan sonra: "Şu dağın arkasında düşman var, size saldıracak desem bana inanır mısınız?" diye sordu. Hep bir ağazdan: "Evet inanırız. Şimdiye kadar senden yalan söz duymadık" dediler. O zaman Peygamberimiz "O halde ben size önümüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allah'a inanıp kulluk etmeyenlerin en büyük azaba uğrayacaklarını haber veriyorum..." diyerek sözlerini bitirdi ve hemen muhalefet ettiler. Ebu Leheb: "Helak olasıca bizi bunun için mi çağırdın?" diyerek gönlünü kırdı.
Peygamberimiz insanları Islam'a davete devam etti. Müşrikler insanlara çok eza ve cefar ettiler. Kızgın güneş altında, kızgın kumlar üstüne çırılçıplak yatırarak taşlarla bastırdılar. bazıları habeşistan'a hicret etti. İnançlarından zerre taviz vermediler. Mekke müşrikleri alay hakaret ve işkencenin her çeşidi denediler, Haşimoğullarıyla her türlü alışveriş, konuşmayı, sosyal her türlü ilişkiyi keserek boykot ettiler. Müslümanlar aç kaldı, susuz kaldı. Islam yine yayıldı. Bu arada Peygamberimiz iki acıklı olayla karşılaştı. Bunlardan biri kendisine büyük destek veren amcası Ebu Talib'in ölümü ile diğeri de sevgili eşi Hz. Hatice'nin vefatı.
Mekke devrinin onuncu yılına rastlayan bu yıla tarihçiler "hüzün yılı" adını veriyor.
Kureyşlilerin zulümleri iyice armıştı. Peygamberimiz bir melce aramak için Taif'e gitti. Orada da sokak çocuklarına taşlattılar. Ayakları kan içerisinde kaldı, yanında bulunan hizmetçisi Zeyd kendini taşlara sipet etti.
Medine'den gelen kafilelerle temas kurdu. Akabe biatları oldu. Receb ayının 27, gecesi 621'de Cenab-ı Hakk'ın ilahi davetiyle Mraç'a yükseldi.
Peygamberimizin izniyle müslümanlar Medine'ye hicret ettiler. Peygamberimiz Miladi 622 yılında Hz. Ebu Bekir'le birlikte hicret etti. medineliler Peygamberimizi büyük bu sevinçle Kuba'da karşıladılar. Burada 14 gün kaldı ve bizzat kendilerinin de çalışması ile Kuba Mescidi'ni inşa ettiler. 14 gün sonra karşılamaya gelenlerle birlikte bir cuma günü devesine binerek Medine'ye hareket etti. Ilk cuma namazını ranuna denilen mevkide kıldırdı. Cuma namazından sonra Medine'ye hareket etti. Medine tarihi bir gün yaşadı. Yola iki taraflı dizilen halk Allah'ın Resulü geldi, Allah'ın Rasulü geldi bağrıştı. Çocuklar şiirler okudu. Herkes ey Allah'ın Rasulü bize buyur, diye davette bulundu. O, devesinin çoktüğü Hz. Halid'in evinde misafir oldu.
Medine'de ilk önce mescid ile Peygamberimizin haneleri yapıldı. Ensar ile Mühacır arasında kardeşlik esası getirildi. Peygamberimiz Hz. Aişe ile evlendi. Yahudilerle vatandaşlık antlaşması yapıldı. Ezanı Muhammedi, namaz vakitlerini ilan için meşru oldu. Hicretten sonra Medine'de müslümanlar müşriklere karşı koyabilecekleri duruma gelince cihad izni verildi. Bedir, Uhud, Hendek Savaşları Mekke müşrikleri ile yapıldı. Hayber fethedildi. Tebuk seferi yapıldı. Bir çok ülkelere İslam'a davet için elçiler gönderildi. Arap Yarımadası baştan başa Islam hakimiyetine girdi ve Islam devleti kuruldu. Hicretin 10 yılı: Miladı 632 yılında Veda Haccı'nı yaptı. 140-150 bin müslümana Arafat'ta hitap ederek Medine'ye döndü. Hastalandı.
"Lailahe illallah. Ölümün de şiddetleri var. Allahım, ölüm sıkıntılarına katlanmak için bana yardım et, beni bağışla" diye dua etti. Elini kaldırdı 3 defa: "Allahım beni Reffıki Ala camiasından kıl" dedi. Başı Hz. Aişe'nin kucağında olduğu halde Rabbine kavuştu.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Islam şi Creştinism

Atunci când Allah l-a creat pe om, l-a înzestrat cu inteligenţă, adică putere a minţii şi gândire. Învăţaţii islamului au numit omul „Creaţia care are capacitatea de a vorbi.”, iar expresia din filozofia cartesiană „Gândesc deci exist” este o ilustrare clară a acestui fapt.

Cele mai importante elemente care îl deosebesc pe om de celelalte creaturi sunt:

Dar întrebarea care se pune este: poate omul să utilizeze toate aceste arme puternice care i s-au dat fără a fi îndrumat sau poate el să găsească calea dreaptă şi să îl înţeleagă cu propriile sale puteri pe Allah?
O privire retrospectivă asupra istoriei ne va arăta că atunci când au fost lăsaţi singuri, fără îndrumare de la Allah, oamenii au deviat de la calea dreaptă. Cu ajutorul minţii omul s-a gândit la Omnipotenţa care l-a creat, dar nu a reuşit să găsească calea care duce la Allah. Cei care nu au auzit despre Profeţii trimişi de Allah, au căutat, mai întâi, Creatorul în jurul lor. Soarele, care era lucrul cel mai folositor pentru om, a făcut pe unii să creadă că el a fost forţa creatoare şi deci au început să i se închine. Încet-încet pe măsură ce a descoperit forţele naturii, cum ar fi furtuna, focul, marea furioasă, vulcanul etc., el a crezut că aceştia erau ajutoarele Creatorului. Omul a încercat să simbolizeze pe fiecare în parte. Astfel au apărut idolii. El s-a temut de furia acestora şi de aceea le-a sacrificat animale. Din nefericire s-au făcut şi sacrificii umane. Orice eveniment nou inspira apariţia unui idol, mărind numărul celor care simbolizau evenimente. Atunci când a apărut islamismul, în Ka'ba existau 360 de idoli.
Concluzia este că omul, cu propriile puteri nu ar putea să îl înţeleagă pe Allah, adevăratul Creator al lumii. Chiar şi în zilele noastre există oameni care se închină soarelui şi focului. Nu trebuie să ne mire acest lucru pentru că fără o îndrumare, o lumină nu poate fi găsită calea cea dreaptă în întuneric. În versetul al 15-lea din Sura al-Isra din Koran se spune „Noi nu vom pedepsi [pe cei ce se închină idolilori] până la sosirea Profetului”.
Allah a trimis Profeţii pentru a-i învăţa pe oameni despre Unicitatea sa şi pentru a face distincţia dintre bine şi rău. Profeţii au fost oameni ca şi noi. Ei au mâncat, au dormit şi s-au simţit obosiţi. Ceea ce i-a deosebit de oamenii obişnuiţi a fost faptul că abilităţile lor intelectuale şi de evaluare erau mult mai mari decât cele normale. În plus ei aveau calităţi morale pure şi deci capacitatea de a comunica poruncile lui Allah către noi. Profeţii au fost cei mai mari îndrumători.
Ultimul şi cel mai mare profet care a transmis învăţăturile divine a fost Muhammad iar cartea sfântă a fost Koranul. Îndrumările rostite de Muhammad se numesc al-Hadîth ash-sharîf. Ele au fost adunate în multe cărţi cu o valoare inestimabilă. Pe lângă Koran şi Hadîth ash-sharîf au existatat, de asemenea, mari învăţaţi care au oferit îndrumare. Dar există oameni care îi dezaprobă pe aceşti învăţaţi şi spun: „De ce este nevoie de aceşti învăţaţi? Nu poate o persoană să îşi găsească cale cea dreaptă şi să devină un bun musulman citind doar Koranul şi studiind Hadîth ash-sharîf?” Această presupunere este falsă. O persoană care nu are cunoştinţe legate de fundamentele religiei nu poate pătrunde înţelesurile profunde ale Koranului. Chiar şi cel mai bun atlet are nevoie de un antrenor care să îl pregătească pentru marile întreceri. Nici cel mai bun expert nu va putea să utilizeze un dispozitiv până ce nu este învăţat cum să o facă. Din acest motiv este nevoie să citim şi lucrările marilor învăţaţi care sunt numiţi „Murshidi Kamil” (maeştrii perfecţi). Cei mai importanţi învăţaţi ai islamului sunt imamii (conducătorii) celor patru madhhab şi anume: al- Imam al-a`zam Abu Hanîfa, al-Imam ash-Shafi`î, Imam Malik şi Imam Ahmad bin Hanbal. Aceştia sunt consideraţi cei patru stâlpi ai islamului. Pentru a înţelege corect sensurile Koranului este nevoie de cel puţin cartea unuia dintre aceşti patru imami.
Cui i se va adresa o persoană care are o problemă de sănătate? Unui avocat, unui învăţător sau unui medic? Bineînţeles că va merge la medic. Tot aşa cel care caută un remediu pentru a-şi salva religia şi credinţa trebuie să apeleze la un specialist în religie, nu la un avocat, matematician, ziarist sau film. Pentru a fi un învăţat în ceea ce priveşte religia, acesta trebuie să aibă cunoştinţe solide cu privire la ştiinţele contemporane, să cunoască Koranul şi sensurile lui pe de rost, să cunoască multe hadîth şi sensurile lor.
Pentru o persoană ignorantă care nu îşi cunoaşte boala sau medicamentul necesar, este aproape imposibil să aleagă învăţătura corectă din miile de învăţături. Dar unii interzic credincioşilor să citească aceste învăţături din cărţile marilor învăţaţi spunând: „Toţi trebuie să citească Koranul şi hadîthurile şi să înveţe despre credinţă din ele. Ei nu trebuie să citească cărţile madhhab.” De fapt absurditatea a mers aşa de departe încât s-a început să se numească cunoştinţele din aceste cărţi politeism şi necredinţă. Adevărul este că făcând acest lucru se încearcă oprirea oamenilor să înveţe despre esenţa islamismului şi deci se provoacă mai mult rău în loc de ajutor.

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Căsătoria la turci (II)

Vârsta

Vârsta la care se căsătoresc tinerii variază după regiune. În zilele noastre se poate observa în regiunile care păstrează încă tradiţiile, că bărbaţii se căsătoresc la 17-22 ani. În unele zone bărbaţii trebuie să îşi satisfacă mai întâi serviciul militar, iar în altele este important ca ei să se căsătorească înainte. În mod similar fetele se căsătoresc la 17- 20 ani, diferenţa de vârsta între cei doi variând între 4-5 ani.
În ceea ce priveşte actul căsătoriei în sine, societatea nu a acordat aceleaşi drepturi bărbatului şi femeii. Bărbatul şi familia sa iau iniţiativa în această situaţie, în timp ce mireasa şi familia sa rămân pasive. Primul pas este făcut de bărbat şi de familia sa.

Ceremonia cererii în căsătorie (Goruculuk)

La familiile care ţin la tradiţie, căsătoria începe prin a căuta sau a vedea mai întâi fata. Familiile care doresc să îşi căsătorească băieţii caută mai întâi fata la rude, vecini, prieteni apropiaţi. În această problemă vecinii şi rudele sunt de mare ajutor.
În marile oraşe ale Turciei influenţa schimbărilor culturale este mai puternică. În acest sens au început să se răspândească căsătoriile prin întâlniri directe şi înţelegeri reciproce.
„Goruculuk” este încă principalul mod de căsătorie în regiunile în care tradiţiile se mai păstrează. „Goruculuk” înseamnă că mai multe femei din rândul familiei băiatului care vrea să se căsătorească sunt alese să o viziteze pe viitoarea mireasă. Ea este cea care a fost propusă de către rude pentru măritiş. Musafirele examinează fata cu mare atenţie şi îşi dezvăluie scopul vizitei. Acest procedeu se numeşte „A vedea o fată prin trimiterea unei femei care o întreba dacă doreşte să se căsătorească”. („hiz bakma”, „gorucu cikma”, „dunur gezme”). După ce femeile şi-au dat acordul în ceea ce o priveşte pe fată, familia tinerei primeşte un răgaz de timp pentru a aduna la rândul ei informaţii despre viitorul mire. Ca urmare a acordului celor două părţi sarcina unor asemenea persoane se sfârşeşte. Pentru că sarcina de a-l vedea pe viitorul mire revine tot femeilor, tot ele sunt cele care cer mana fetei.
În cadrul ceremoniei de cerere în căsătorie a fetei, se are în vedere să se includă între cei care vor merge la ea acasă persoane respectate care nu vor fi refuzate de familia miresei. Deoarece familia fetei ar putea să refuze, această vizită se va repeta.

Material preluat şi prelucrat de pe internet
Bediha Cocoi

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

Micii „Picasso”

Joi, 22 Martie 2001, a avut loc la muzeul de artă populară Constanţa vernisajul lucrărilor elevilor de la Liceul de Artă Constanţa. Expoziţia a cuprins 165 de lucrări pe sticlă şi lemn. Elevii au fost îndrumaţi de către profesorul Petru Hederfai. Au expus pictură tradiţională musulmană elevii: Segel Mujdava, Alef Mustafa şi Sibel Osman. Am stat de vorbă cu fiecare şi am cules informaţii în legătură cu tehnica picturii, mirajul culorilor, planuri de viitor etc.

Reporter (I.S.): Osman Sibel, de când aţi început să lucraţi?
O.S.: Am început să lucrăm acum şase luni.
Rep.: În ce constă tehnica aplicată lucrărilor tale?
O.S.: Întâi se degresează geamul cu spirt, apoi se execută lucrarea în tuş cu ajutorul unei peniţe; se suflă cu şerlac (lac special pentru fixarea tuşului); se lasă la uscat timp de aproximativ 20 min şi apoi începem să pictăm. Pe spaţiile goale se întinde un adeziv(Mixtion) cu ajutorul unei pensule aspre, apoi se lipesc foiţe de aur şi argint. Se înrămează lucrarea cu o ramă simplă de lemn.
Rep: – Mujdaba Segel, ce poţi să ne spui despre cele 4 lucrări ale tale?
M.S.: – Cele patru lucrări ale mele reprezintă episoade istorice din cultura, istoria şi religia musulmană. Prima lucrare îl reprezintă pe „Sultanul Sulyman stând pe tron”, a doua lucrare „Sultanul Sulyman primind pe Prinţul Erdelului în cortul său”, a treia lucrare „Mevlâna vorbind cu Molla Şems-ed-in” iar a patra lucrare „Intrarea trupelor otomane în Revan”.
Rep: – Ai întâmpinat greutăţi în realizarea picturilor?
M.S: – La început a fost mai greu în procurarea câtorva materiale dar cu sprijinul d-lui prof. Petru Hederfai am reuşit să termin aceste lucrări.
Rep: – Mustafa Alef, ce culori ai folosit la realizarea picturilor şi ce au reprezentat cele şase lucrări ale tale?
M.A.: – Am folosit culori pastelate redând lumini şi umbre astfel încât să încânte privirile oricărui iubitor de pictură.
Cele şase lucrări reprezintă:
Prima lucrare „Sultanul Suleyman cu gardienii săi”
A doua lucrare „Portretul Sultanului Mehmet al II-lea”
A treia lucrare „Parada meşterilor de cuţit pe hipodrom”
A patra lucrare „Vederea Castelului Faş de pe Marea Neagră”
A cincea lucrare „Cucerirea Vienei”
Iar a şasea lucrare „Sultanul Suleyman pe cal”.
Rep: – Cum au fost apreciate lucrările din expoziţie?
M.A.: – Lucrările din expoziţie au fost apreciate de către criticul de artă, Alis Dinculescu şi de invitaţii noştri. Eu şi colegii mei vrem să le mulţumim în primul rând persoanelor care ne-au ajutat:
- d-lui prof. Petru Hederfai,
- d-nei director a Uniunii Artiştilor Plastici Alis Dinculescu
- d-nei director al Liceului de Artă Constanţa, Nicoleta Heroin şi în special d-nei director al Muzeului de Artă Populară, Mariana Margiru, pentru găzduirea lucrărilor noastre.
Rep: – Ce planuri de viitor aveţi?
Toţi: – Prevedem deocamdată o expoziţie la Galeriile de Artă din Mamaia cu prilejul deschiderii sezonului estival.
Rep: – Vă doresc succese în viitor şi să realizaţi cât mai multe lucrări.

Subihan IOMER

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

CAFEA TURCEASCĂ

Licoarea care ne face dimineţile mai frumoase este cu siguranţă o ceaşcă aburindă cu cafea. Se pare că încă din sec. al X-lea marele medic Al-Razi a semnalat virtuţile profilactice ale acestei băuturi.
În jurul anului 1555 cafeaua a fost introdusă şi în Istanbul de către doi sirieni care au deschis „stabilimente de cafea”. Moda acestor „stabilimente de cafea” se răspândeşte rapid, dar sunt imediat suspectate de autorităţi că ascund cercuri politice, imoralitate şi trândăveală. O perioadă au fost interzise, au fost considerate infracţiune, şi chiar s-a aplicat pedeapsa capitală.
Din Istanbul, preţioasa băutură, se răspândeşte încă din sec. al XVII-lea la Veneţia şi apoi în toată Europa.
Cu timpul cafeaua a reuşit să ocupe un loc important în tradiţia bucătăriei turceşti. Pentru preparare ei este folosit un vas special din alamă numit „cezve”. Acest vas are un fund lat şi se subţiază în partea de sus, ceea ce ajută la formarea caimacului.

Iată două reţete pentru prepararea cafelei turceşti
· Pentru două ceşti avem nevoie de două linguriţe de cafea măcinată şi zahăr după gust (două linguriţe rase).
Cantitate de apă pentru două ceşti se amestecă cu cafeaua măcinată, se fierbe până dă un clocot. Se serveşte imediat.
· Se pune o linguriţă cu vârf de cafea măcinată în ceaşcă peste care se toarnă apa clocotită şi se adaugă zahărul după gust.

Nilgün ASAN

O picătură de prospeţime – Eau de Cologne

Eau de Cologne, apa de colonie este cel mai celebru şi cel mai folosit produs cosmetic al tuturor timpurilor.
Nu se ştie cine a inventat apa de colonie, dar sunt foarte mulţi care pretind acest lucru. La începuturi apa de colonie era folosită în scopuri medicale, având incluse în formula sa esenţe de rosmarin, flori de portocal, bergamot şi lămâiţă. Se picura apa de colonie pe zahăr sau în vin pentru alungarea disconfortului aparatului digestiv. De asemena era folosită pentru masaje şi ca apă de gură.
O dată cu sec. al XVIII-lea, un secol al schimbărilor, şi apa de colonie îşi transformă mirosul puternic şi greu, care era asociat cu aristrocraţia, într-un miros cu accente de prospeţime şi simplitate.
Apa de colonie a fost adusă în Imperiul Otoman în timpul sultanului Abdülhamid II (1876-1909), fiind importată de la Farina's Eau de Cologne.
În 1882 Akmet Faruki devine primul producător de apa de colonie turcească. Apa de colonie ia rapid locul apei de trandafiri, care era oferită musafirilor în semn de ospitalitate. Această tradiţie a fost păstrată până în zilele noastre.
Producţia de apă de colonie s-a extins rapid în toată ţară, fiecare zonă având arome specifice (flori de portocal, ceai, trandafiri, mere, măsline, tutun etc).
Apa de colonie şi-a câştigat un loc important în viaţa şi cultura poporului turc şi probabil îşi va păstra acest loc mult timp de acum încolo.

Nilgün ASAN

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

23 NİSAN'DA ATATÜRK'Ü ROMANYA'DA ANIYORUZ

VE NEDEN ATATÜRK?

23 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir yer tutar. 23 Nisan, Ulusal Eğemenlik ve Çocuk Bayramıdır. Bu bayramı ulu önder Atatürk, Türk çocuklarına armağan etmiştir.
Türk çocukları da bu bayramı dünya çocukları ile her yıl birlikte kutlamaktadırlar...
Dünyanın her ülkesinden olduğu gibi dostumuz ve yakın komşumuz Romenlerin ve siz soydaşlarımızın çocukları da Türkiye'de Türk çocukları ile birlikte bu bayramı sevinçle kutlamaktadırlar. İçinde yaşadığımız Köstence'den Türkiye'ye 23 Nisan Ulusal Eğemenlik ve Çocuk Bayramı'na katılmak için giden ve çok güzel hatıralarla dönen cocuklar var. Bunların Türkiye'den memnun ayrılmaları, Türk kardeşleri ile sevgiyi paylaşmaları ve Türkiye hakkında daha önce de var olan güzel duyguları pekiştirmeleri memnuniyet vermektedir.
23 Nisan, da hakimiyetin – eğemenliğin – sultandan halka geçmesidir. Bu bayram yarının büyükleri ve yöneticileri olacak çocuklara armağan edilmiştir.
Geçen yılkı yazımızda Ulusal Eğemenlik ve Çocuk Bayramı hakkında yeterli bilgi verdiğim için bu yıl daha çok bu bayramı Türk çocuklarına armağan eden Atatürk hakkında kısa bilgi vermek istiyorum.

Hemen soruyorum neden Atatürk?

Büyük adamları büyük milletler yetiştirir.
Değerli büyüğümüz İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun belirttiği gibi; "Büyük insanları yetiştiren milletlerdir. Büyük adamlar ancak büyük milletlerin içinde yetişebilir. Bu milletin ülküsü ile ülkülendikten sonra büyük adam olabilirler". (1)
Mustafa Kemal Atatürk'ün adı Kurtuluş Savaşı Başkumandanı, Modern Türkiyenin kurucusu ve Türk Inkılaplarının önderi sıfatları ile Türk Tarihinde Türk milletinin gönlünde haklı yerini almıştır. Bunun için Atatürk.
Dünya tarihini gözümüzün önüne getirdiğimizde gelmiş geçmiş büyük insanların her biri yalnız büyük bir asker, büyük bir bilim adamı, büyük birdevlet adamı veya büyük bir sanatçı olmuşlar, toplumlarına, bilim veya sanat dünyasına böylece hizmet ederek göçüp gitmişlerdir.
Her biri bu gün hayranlık, saygı ve sevgi ile anılmaktadır. Ancak bu güne kadar hiçbir kimse Atatürk gibi mensup olduğu toplumu esir olmaktan ve onu çağdaş bir millet düzeyine yükseltmek, onu çağdaş bir millet düzeyine yükseltmek, onu diline, tarihine, sanatına kadar düzene koymak hareketine girişerek başarılı olamamıştır. Bunu ancak deha sahibi bir kimse yapabilirdi, o da Atatürk (2). Bütün bunları başabildiği için, Bunun için Atatürk....
Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı Ordusunun en genç ordu kumandanındır. O Osmanlı Devleti'nin sona erişini en net şekilde görmüş, durumu tespit etmiş, yorumlamış ve tarihi kararını vermiştir. Türk milletinin arzu ve iradesini kendi içinden ve derinden hisseden büyük ve yüce kişiliği ile Türk milletinin şefi ve lideridir.
Tarihin kaderini değiştiren kader adamı, Türk milletinin hayatının ayrılmaz parça ve gücüdür. Bunun için Atatürk...
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu kişisel özellikleri, siyasal ve askeri yetenekleri ile insanlık tarihinde pek az rastlanan karizmatik bir lider örneğidir. O başarılı bir asker, iyi bir politikacı, tam bir devlet adamı, hesaplı bir ekonomist, mükemmel bir yönetici, eşsiz bir eğitimci ve cesaretli bir İnkılapçı (Reformist) olma özelliklerini taşıyan gerçek bir kurtarıcı idi. (3) Bunun için Atatürk...
Atatürk birleştirici ve toplayıcı bir liderdir. Silah arkadaşı Rauf Orbay'ın ifadesiyle "Mustafa Kemal Paşa mücadeleye atılmasaydı bu memleket kurtulamazdı. Anadolu'nun tehlikeye düşen yerlerinde Batıda ,Doğuda ve Güneyde başlayan ve yurtsever düşüncenin ürünü olan zayıf milli direniş hareketleri Mustafa Kemal Paşa tarafından birleştirilmeseydi, her biri ayrı ayrı kolayca bastırılabilirdi." (4)
Birleştirici ve toplayıcı bir lider olduğu için Atatürk....
Atatürk yorulmak bilmeyen iradesi, tükenmeyen enerjisi ile Türk milletini medeni ve insani hedeflere ulaştırmanın savaşının şerefle başarmıştır. Bu irade dehanın bir vasfıdır. Herriot'un dediği gibi "Yalnız fertleri değil, milletleri de önünde hürmetle eğdiren güneş gibi parlak bir dehanın ışıkları altında mefkure (ülkü – idial) için çalışan, yapan ve uğraşan bir iradedir." (5) Bunun için Atatürk...
"Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır. Akraba olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve mutluluğunu da düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetini sağlamaya elinden geldiği kadar çalışmalıdır." (6) diyerek, yalnız kendi milletinin mutluluğu ve saadeti için değil, bütün dünya milletlerinin mutluluğu ve iyiliğine çalıştığı için Atatürk....
Türk Medeni Kanunu'nun kabulü ile Türk aile hukukuna çağdaş bir nitelik kazandırarak, Türk erkeği ve kadınını onurlandırdığı için Atatürk....
Pakistan devleti'nin kurucusu Muhammed Ali Cinnah Atatürk için,
"Atatürk, Türkiye'yi kurtarmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümü ile Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir." Müslüman dünyasının en büyük kahramanı olduğu için Atatürk....
"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yuttaşların vicdan ibadet ve din özgürlüğü de demektir. Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakla serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşüşnüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece dinî işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz." (10)
diyerek yüce dinimize saygı gösterme, gericilerle mücadele etme azmini, laik düşünceyi yüreğimize yerleştirdiği için Atatürk....
"Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlerle işbirliği yapar bütün milletlere hürmet eder ve saygı duyarız.Onların milliyetlerinin bütün gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz yalnız kendini düşünen ve gururlu bir milliyet severlik değildir." (7) ve
"Ne mutlu Türküm diyene"
"Benim hayatta yegane onur duyacağım servetim Türklükten başka bir şey değildir. (8)
diyerek bizlerin yüreğine ve eline Türklük sevgisi verdiği için Atatürk...
"Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek Türkiye siyasetinin esasıdır" (9)
"Yurtta barış, dünyada barış"
Özdeyişlerinde belirttiği gibi hem yurt içinde kendi aramızdaki ilişkilerde, hem bölgemiz, hem de bütün milletlerle dostane iyi ilişkiler kurarak, biz dünyalılara barış içinde yaşamayı öğrettiği için, dünya barışının güvercini olduğu için Atatürk...
Barış ve huzur dolu bir dünya dileği ile hepinizi selamlarım....

Namık Kemal Yıldız.
Romanya Ovidius Üniversitesi Uluslararası Atatürk Romen-Türk Araştırma Merkezi Genel Sekreter Yardımcısı.
Türkoloji Okutmanı

Kaynak:
  1. Prof. Dr. İ.Hakkı Baltacıoğlu. Atatürk'ün Yetişmesi, Kişiliği, Devrimleri, Erzurum 1973
  2. Prof. Dr. Feridun Akozan, Atatürk, Sanat ve Sanatçı. Sayfa: 38
  3. Prof. Dr. Galip Karagöz "Atatürk İnkılabının Yerleşmesi ve Gerçekleşmesinde Eğitimin Rolü ve Yeri".
  4. Tevfik Bıyıklıoğlu. "Atatürk Anadolu'da"
  5. M. Saffet Engin "Kemalizm İnkılabının Prensipleri." Cilt: 2, İst. 1938 S. 88
  6. Atatürkçülük II. Kitap. Sayfa. 197
  7. Atatürkçülük I. Kitap. Sayfa. 83
  8. Atatürkçülük I. Kitap. Sayfa. 83
  9. Atatürkçülük I. Kitap. Sayfa. 153

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

23 NISAN

Dün sabah anneciğim
Öperek dedi: Uyan,
Bu gün senin bayramın,
Kalk bak süslendi her yan,

Baktım her taraf süslü,
Sakaklar dolu insan.
Dedım anne: Bu neden?
Dedi: 23 NISAN?

Temel bayramımız inan,
Kutlu olsun kardeşim.
Geldi 23 NİSAN?
İşte 23 NİSAN?

Hakkı ERCAN

Çocuklar, yeni bir türkü öğrenmek istiyor musunuz?

İstiyorsanız sevgili öğretmeniz ile beraber en popüler şarkılarımızdan bir tanesini öğrenmeye hazır olunuz.

Orda bir köy var uzakta
Orda bir köy var uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
La, la, la,...........
O köy bizim köyümüzdür.
Orda bir köy var uzakta,
O ev bizim evimizdir
Yatmasak da, kalmasak da
O ev bizim evimizdir.
La, la, la..................
O ev bizim evimizdir.
Orda bir ses var uzakta,
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.
La, la, la,
O ses bizim sesimizdir.
Orda bir dağ var uzakta,
O dağ bizim dağımızdır.
Inmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.
La, la, la...............
O dağ bizim dağımızdır
Orda bir yol var uzakta,
O yol bizim yolumuzdur,
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.
La, la, la....................
O yol bizim yolumuzdur.

Ahmet Kutsi Tecer

▲ Cuprins ▲ İçindekiler ▲ Contents ▲

română / türkçe: · română ·
türkçe
ediţia / autorul: · ediţia ·
autorul
alegeţi:
revista tipărită:
Aprilie 2001
legături: